Paylaş
Sevmeye hazır bekliyordum zaten.
Efendim başarıya giden yolun teknik taktik hesaplarını yapacak olan ben değildim herhalde. Teknik bilmem direktörlük bilmem. Bana ne.
Hocalık bilirim ben. Mevzuum o. Ben saha kenarında başka tür bir hoca görmenin heyecanı ile bekledim. Çünkü Bilic, futbolumuzun klişelerden örülmüş duvarının dibine bırakılmış bir bomba gibiydi. Çünkü rock’çı hoca fikri, tek başına rüya gibiydi. Çünkü hukukçu hoca, derinden yaralı adalet duygumuza merhem olabilirdi. Çünkü biliyordum ki“Bir sevgili, bir tek sevgili değiştirebilir(di) dünyanın gerçeğini.”
Ancak sonra, savunma mekanizmalarını devreye sokmak için zorladım kendimi, du bakalım dedim. Bilic başka bir adamdı da, buralar da bizim buralardı. Biz adamı iki günde benzetirdik kendimize.
Ayrıca şu hayatta üç şey için pay bırakmak icap ederdi, yoksa üzülürdün. Dudak payı, dikiş payı, yanılma payı. Bu payları bırakmazsan, sırasıyla; dilin yanardı, o pantolonu öyle düdük gibi kısa giyemezdin, canın çok acırdı. Bilic için de yanılma payı bırakmakta fena halde fayda vardı.
Ama Bilic beni hiç yanıltmadı.
Daha birinci dakikada “Sosyalist bir takım kurmak istiyorum” dedi.
Birileri “ceza” niyetine “sadece kadın ve çocukların izlediği maç” diye bir şey icat etmişken, birileri bu şahane icat için inat ve ısrarla “seyircisiz maç” derken, birileri de cümlelerine “Şimdi kadınlar kusura bakmasın ama…” diye başlıyor, lafı kadınların futboldan anlamasının imkânsızlığına getiriyordu.
Bilic, bu meselede de beni yanıltmadı: “Cezalı olduğumuz maçlarda kadınların statta bizi desteklemeleri için onlara yalvarıyorum. Kadınların sadece cezalı olduğumuz değil tüm maçlara gelmesini istiyorum” diyerek kadınların desteğinin kendisi için çok kıymetli olduğunu ifade etti. Kadınlar ve futbolla ilgili “Kadınlar şimdi böyle dedik diye kızacaklar ama” biçimindeki saçmalıkların yerine “Kadınlar alınmasın ama dünyadaki en mükemmel şey futboldur” gibi akıl dolu, ayrımcılıktan, cinsiyetçilikten uzak bir espri koyuverdi.
Sonra Bilic’in çok hırpalandığını, memleket futbolunun ahvalinden çok bunaldığını, gergin ve üzgün olduğunu alenen gördüğümüz günler yaşadık. “Bıktım, usandım” dedi hatta. Kendimize benzetmeyi başaramazsak da yıldırmıştık işte adamı. O saat “Tamam” dedim ben de, “Artık iflah olmaz.”
Benim Türkiye sinemasındaki jönüm İzzet Günay’dır, bir keresinde, bir filmde “Yanılmaktasın ki, pek çok” demişti. Geçen sene Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinde, Bilic, Gökhan Gönül’e o şahane şakayı yaptığında bana öyle dedi.
O şakayla, önce “Artık iflah olmaz” minvalindeki cümlelerimi yuttum, sonra Bilic için bıraktığım yanılma paylarını söktüm attım. Memleketteki tüm teknik direktörlerin, hayatın sırrını çözüyorlarmış gibi bir ruh durumu yaşayacakları bir anda, rakip takımın futbolcusuna şaka yaptı, şaka!
Biz çok kötü unutmuşuz bazı şeyleri. Fena halde gerilerde bir yerlerde bırakmışız, yolun bir yerinde düşürmüşüz. Keşke Bilic’i, şakayı filan unutmadan, adaletten ümidimizi kesmeden, bunca tekinsizliğin içinde bir saçma saçma
savunma mekanizmaları geliştirmeden tanısaydık. Türkan Şoray, bir keresinde İzzet Günay’a “Çok eskiden rastlaşacaktık” demişti.
Ben Bilic’i çok sevdim.
Onu hep Liverpool maçı sonrasındaki penaltıyı kaçıran rakip futbolcuyu teselli eden fotoğrafıyla hatırlayacağım. O insan hocadır işte. Teknik bilmem direktörlük bilmem. Bana ne.
Paylaş