Paylaş
O haberlerde oynadığı dizilerden söz edilerek size hatırlatılmaya çalışılandan çok çok fazlasıydı Ayşe Selen. Çok daha fazlasıydı. Size anlatmam lazım. Bilmeniz lazım.
1955 Ankara doğumluydu, İstanbul Avusturya Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra bütün hayatı boyunca parçası olacağı Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü bitirdi. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladıktan sonra 1989 yılına kadar burada, sonra 1991’e kadar Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nde akademisyenlik yaptı. Sonrası hep en büyük aşkı sahne.
Ayşe Selen, ülkenin akademik anlamda ilk tiyatro eğitimi veren bölümünde öğrenciyken bir yandan da Devekuşu Kabare’de sahneye çıkıyordu. Yasaklar desem Beyoğlu Beyoğlu desem hemen hatırlayacaksınız. Ama buradaki önemli mesele şuydu. Ayşe Selen, kendini okulda aldığı akademik tiyatro eğitimiyle donatırken bir yandan da usta çırak ilişkisiyle işleyen halk tiyatrosu gelenekleriyle yoğurdu.
Bu anlayışı, bütün bir tiyatro hayatına yansıtacak; yol arkadaşı, rol arkadaşı, hayat arkadaşı Şehsuvar Aktaş ile birlikte iki kişilik dev bir tiyatro kuracaktı. Tiyatro Tem adını verdikleri o tiyatroyla ülkenin tiyatro yaşantısına yön veren, her oyunları heyecanla beklenen, yurt içi ve yurt dışında sahneleri dolduran oyunlar yaptılar. Yaptılar diyorum, çünkü bazen hem yazıp hem yönetip hem oynadılar, bazen bir halk tiyatrosu geleneğinden yola çıkıp hayal perdesinden belirdiler, bazen yazılmışı vardı çıkıp ona can verdiler. Yetmedi çocuk ve gençlik oyunları yaptılar, ulusal ve uluslararası yüzlerce festivalde çocuk ve gençlik tiyatrosunun en yetkin örnekleriyle bir araya getirdiler çocukları ve gençleri.
Ayşe Selen bütün bunları yaparken; yazarken, oynarken, turne turne gezerken bir yandan da otuzdan fazla tiyatro metnini Türkçeye kazandırdı. Mesela Brecht’i Ayşe Selen’in Türkçesiyle okuduk. Sofokles, Aristofanes, Handke, Jan Kott, Kleist, Remarque ve Büchner’i de. Bu ülkenin tiyatrosu Ayşe Selen’e çok şey borçludur. Ödemekle bitmeyecek kadar.
Yakalandığı berbat hastalığın en zorlu günlerinde bile yarım kalacağını düşündüğü işlerini toparlamak, kimseye arkasında yük bırakmamak derdindeydi. Bize, giderken bile, meslek ahlakı denen şeyin nasıl bir şey olduğunu öğretti.
Ayşe Selen’e Ayşe Selen derdik biz. Neden bilmiyorum. Ayşe değil, Ayşe Hoca değil, Ayşe Abla değil, Ayşe Selen. Bi de Ayşem derdik.
Ayşem’in en büyük aşkı tiyatroydu tamam, ama o aşkla yarışan bir büyük aşkı daha vardı: Beşiktaş.
Oyun saatleriyle Beşiktaş’ın maç saatleri arasındaki takvimde gidip geldi hayatı. Futbol ve tiyatronun benzerliklerinden çok beslendi. Sahnedeyken maçta, maç izlerken sahnedeydi sanki. Onunla tiyatro tarihi üzerine bi şey tartışırken birdenbire Beşiktaş orta sahasını konuşurken bulurduk kendimizi. Ayşe Selen benim, benim gibi futbol seven tek meslektaşımdı. O yüzden “ideal on bir”imin forvetini kaybettim ben.
Biz Ayşe’mizi, Türkiye tiyatrosu çok büyük bir değerini, Beşiktaş çok büyük bir taraftarını kaybetti. Üzerini Beşiktaş bayrağıyla örttük vedalaştık bugün.
Her zaman yaptığım gibi ilk Beşiktaş maçında “Napıyosunuz Beşiktaşlılar?” diyeceğim, Ayşe Selen her zamanki gibi cevap verecek:
“Oyunumuzu oynayıp maça koşacağız!”
Paylaş