Paylaş
Fenerbahçe - Antalyaspor maçı, iki taraf için de futbolun doğruları açısından oldukça vasattı. Fenerbahçe tarafı Aykut’un doğruları açısından ise oldukça mesafe katetmiş göründü.
Sahada kondisyon açısından sağlam, azimli, mücadele gücü yüksek, geriye koşan bir takım vardı. Fakat Aykut’un takımlarının kronikleşmiş karakteri yine belirgindi. Takım, 3. bölgede ciddi bir varlık gösteremedi. Gol yollarında kayda değer biçimde etkili olamadı. Üretken değildi.
Çanları Çalmaya Devam Etmeli
Fenerbahçe’ye 9,10 ve 11. haftalarda üst üste puan kaybettiren bireysel hatalar Aykut’un dikkatini çekmişti.
Hoca haklıydı, Fenerbahçeliler bu seviyede olmaması gereken hatalarla goller yemişti.
Takımın bireysel hatalardan yediği gollerin, endişe çanlarını çalan zangoçu harekete geçirmesi normal…
Anormal olan zangoçun ortaya konulan mücadele gücü bir yana, hücumda tek bir bireysel beceriyle kazanılan maçın ardından o çanları çalmaktan imtina etmesi…
Bugün Fenerbahçe’nin organize ataklar geliştiremediğini sarfı nazar edip tek bir bireysel beceriyle kazanabildiği maça sevinmemek gerekir.
Ya da sevinilse dahi mutlak bir özeleştiri getirmek gerekir.
Fenerbahçe’nin 2. ve. 3. bölge arasındaki geçişi organize edip sonlandırdığı akınları gole çevirememesi halinde şampiyonluğa oynaması oldukça zordur.
Tüccara da Topçuya da Aynı Öğüt
Bireysel becerinin bir takımın tek silahı olmaması gerektiğini vurguladıktan sonra Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim.
Fenerbahçe’ye can suyu veren Giuliano’ya gelelim.
Serbest meslekle iştigal edenler için altın niteliğinde bir öğüt vardır;
Alırken kazanacaksın.
İşini bilen bir tüccar, bir malı alırken rayiç değerinin altında alabilmeli ki satarken elde ettiği kar büyük olabilsin.
Çünkü satış rakamını tüccar değil, büyük ölçüde piyasa belirler. Fakat alış fiyatını belirlemek bir yere kadar mümkündür.
Alım için farklı kaynaklar bulunabilir, kelepir bir mal için fırsat kollanabilir, peşin parayla fiyat kırılabilir, malını behemehal nakte çevirmek isteyen biri bulunabilir vs…
O tüccar o malı rayicin altında aldığında kazanmıştır.
Futbol aslında zor bir oyun değildir. Zor olsa üniversitelerde ders olarak okutulur, müstakil bir disiplin haline getirilirdi. (Üniversitelerde futbol değil futbol yöneticiliği okutulur.)
Antalyaspor maçında Giuliano’nun ilk yarının son dakikasındaki top kontrolü, rakibini saf dışı bıraktı. Gol aslında o anda gelmişti.
Neden?
Çünkü Giuliano topu alırken kazandı. Futboldaki en büyük maharet olan adam eksiltmeyi becerdi ve golü yaptı.
Giuliano’nun, uyruğu ve pozisyonu nedeniyle Fenerbahçe’nin efsanevi yıldızı Alex’e yapılan benzetmelere içerlediğini biliyorum.
Bunu kendi kişiliğini göstermek, Alex hayaletinin karizması altında ezilmemek için yaptığını anlıyorum. Bunu başarmak için de ciddi bir gayret gösteriyor.
Brezilyalı topçu bu uğurda önemli bir aşama kaydetti. Santrafor arkası için azımsanmayacak bir istatistik yakaladı. 13 maçta 5 gole vardı.
Cumhurbaşkanı Doğru Söylüyor
Antalyaspor maçında Samuel Eto’o, Samir Nasri gibi mazinin şaşalı isimlerinin geri dönüp takım savunmasına destek vermeye mecali olmadığı dün açıkça görüldü.
Bu durum, Fenerbahçe’nin kolaylıkla hücum yapabilmesini sağladı.
Bu hücumları organize bir biçimde yapamamak ve etkili olamamak Fenerbahçe’nin iç meselesi…
Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Eylül 2017’de bir açıklama yapmıştı:
“(…) işi bitmiş futbolcuları almanın da doğru olduğuna inanmıyorum.”
Dünkü maç, Cumhurbaşkanı’nın bu tespitinin ne kadar yerinde olduğunu gösteriyor.
Fenerbahçe’nin Orjini
Fenerbahçe kulübünün kuruluşu resmi olarak 1907 olarak bilinse de kökleri daha gerilerdedir. Bugünkü yazımda Fenerbahçe’nin selefi olarak kabul edilen Black Stockings takımının kuruluş öyküsünü ele alacağım.
Papazın Çayırı
Fenerbahçe’nin ve hatta Türkiye’de futbol sporunun gelişimini anlamak için önce Papazın Çayırı olarak bilinen bölgenin anlaşılmazı elzemdir.
İngilizlerin 1800’lü yılların başında icad ettikleri futbol sporu 1880’lerden itibaren Kadıköy’de oynanmaya başladı. Oynanılan yer ise bugün Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın bulunduğu bölgeydi. Buraya halk arasında Papazın Çayırı ismi verilmişti.
Papazın Çayırı isminin verilmesinin altındaki sebep, futbol oynayanların gayrimüslim olmalarıydı. Bunlar ekseriyetle Moda’da ve Kadıköy’de oturan İngiliz ve Rumlardı.
Bu nedenle Osmanlı halkı, gayrimüslimlerin futbol oynadığı yeri tanımlamak için Papazın Çayırı ismini tercih etmişti. Kuşdili Çayırı olarak bilinen bölge de aynı yere işaret etmektedir.
James Lafontaine isimli İngilizin anılarından anladığımıza göre önce bir grup İngiliz, Papazın Çayırı’nda futbol oynamaya başladı. Ne var ki hep aynı kişilerle oynuyorlardı. Müslümanlar bu oyuna dahil olamıyorlardı. Yalnızca seyirci olarak izlemekle yetiniyorlardı.
Bunun nedeni Sultan 2. Abdülhamit’in futbola olan yaklaşımıydı. Abdülhamit, hafiyeleri aracılığıyla toplumu kontrol eder, kendinden habersiz bir gelişme olmaması için kurduğu sıkı denetleme mekanizmasının çarklarını işletirdi.
Futbol için biraraya gelebilecek olan Müslüman gençler dahi Abdülhamit için bir tehdit sayılabilirdi.
Sultan’ın algıladığı tehdit, özellikle Harbiye, Tıbbiye, Mülkiye gibi okullarda okumuş, Batılı fikirlere maruz kalmış ve bu nedenle muhalif olmaya meyyal kişilerden kaynaklanıyordu.
Sultan’ın 1877-1878 Rus savaşı nedeniyle feshettiği meclisin yeniden açılması bu grubun hedefleri arasındaydı. Nitekim Jön Türkler mahlasıyla anılan söz konusu grubun üyeleri tedrici olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak kurumsallaştı.
Futbol da örgütlenmeye müsait bir spor olduğundan, bu spor faaliyetine iştirak edenlerin Bekirağa zindanına atılma ihtimali bulunuyordu.
Fakat Abdülhamit’in söz konusu tehdit algısı yalnızca Müslüman tebaaya yönelikti. Yoksa İngilizlerin ya da Rumların futbol oyanamalarında herhangi bir sakınca görülmüyordu. Bu nedenle Osmanlı’da futbol, 1800’lerin sonlarında yalnızca gayrimüslimlerin ilgilenebildiği bir spor dalı olarak ortaya çıktı.
Black Stockings (Siyah Çoraplılar)
İzmir’deki gayrimüslim aileler futbolla İstanbul’dan daha önce haşır neşir olmaya başlamıştı. Bunun nedeni 2. Abdülhamit’in gayretlerine rağmen, Payitaht’ın yani İstanbul’un merkezi gücünü sağlayamamış olmasıydı. Göreli uzak coğrafyalar daha zor kontrol edilebiliyordu. Örneğin İzmir’de Smyrne Football Club’ın kuruluşu 1894 yılına denk gelir.
İstanbul’da ise James La Fontaine, Football Association isimli takımı ancak 1897’de kurabilmiştir. Osmanlı’da kurulan ilk futbol takımlarının tamamı tahmin edilebileceği gibi gayrimüslimlerce kurulmuştu. 1899 yılında Kadıköy, 1900 yılında İmojen, Stroggles, Elpis takımları yabancılar tarafından kurulmuş ve bir amatör lig oluşturulmuştu.
İstanbul’daki gayrimüslimler futbol maçlarını Moda, Papazın Çayırı, Kuşdili, Taksim Kışlası gibi ceşitli bölgelerde yapıyorlardı. Müslüman tebaa bu karşılaşmalara zaman içinde seyirci olarak yoğun ilgi göstermeye başladı. Kademeli olarak oyuna da dahil olacaktı.
Papazın Çayırında bu maçları izleyenler arasında Fuat Hüsnü Bey de bulunuyordu. Fuat Hüsnü Bey, Bahriye amirallerinden Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğluydu.
Fuat, önce kendi kendine topla idman yapmaya başladı. İngilizcesi sayesinde iletişim kurabiliyordu. Bu yolla bir futbol topu edinmişti. Arkadaşı Reşat Danyal’ın da futbola olan ilgisini anlayınca bir takım kurma fikri oluştu.
Bu ikilinin Kadıköy, Moda ve Fenerbahçe’de yaşayan gençlerle kurdukları takımın ismi “Black Stocking”, yani Türkçe karşılığı ile “Siyah Çoraplılar” idi. 1900 yılında kurulan takımın ismi İngilizce seçildi. Böylece Abdülhamit rejimine yakalanılmayacak, sözde bir gayrimüslim takım süsü verilecekti.
Takım kaptanı ilk hayali kuran Fuat Hüsnü Bey’di. Takım, ismini kırmızı formanın altına giyilen siyah çoraplardan alıyordu. Kulüp lokali ise Papazın Çayırı’nın yanındaki yolun üzerindeki Hurşit Ağa kahvehanesiydi.
Black Stocking ilk ve son maçını bir Rum takımıyla 26 Ekim 1901’de gerçekleştirdi. Bu müsabaka, Müslüman taraftarlar için büyük bir heyecan vesilesiydi. Bir ilk yaşanıyordu. O zamana kadar seyirciler hep gayrimüslimleri izlemişti. Şimdi ise ilk kez Müslüman tebaadan kurulu bir takım sahadaydı.
Black Stocking’in söz konusu maçı, Abdülhamit’in hafiyelerinden Ali Şamil tarafından öğrenildi. Hafiye Şamil, Black Stockings’in maçına baskın yapacaktı.
Şamil ve adamları maç yerine vardığında oyuncular bir anda dağıldı. Kaptan Hüsnü Bey olay yerinden kaçtı. Fakat kuruculardan Reşat Danyal Bey yakalandı. Kaptan Fuat Hüsnü o esnada yakalanmasa da ismi ortadaydı. Yapılan takibat sonucu o da yakalandı.
Fakat Fuat Hüsnü’nün yalnızca eğlence peşinde olduğu ve padişaha karşı bir kalkışmanın parçası olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Sorguyu yapan Raşid Bey, bir subay adayının Rumlarla aynı türden kıyafetler giyip futbol oynamasının kabul edilemez olduğunu belirtti ve Hüsnü Bey’i azarladı. Black Stockings böylece kısa bir süre içinde dağılmış oldu.
İşte Fenerbahçeli taraftar grubu Vamos Bien’in hazırladığı tezahüratın ilk dörtlüğünde geçen Siyah Çoraplılar’ın öyküsü budur. Ali İsmail Korkmaz – Fenerbahçe Yıkılmaz tezahüratını hazırlayan da aynı gruptur. Vamos Bien ismi de, Küba Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Fidel Castro’dan alınmış, Türkçe “İyi Gidiyoruz” anlamına gelen bir slogandır. Söz konusu tezahüratın ilgili dörtlüğü aşağıdaki gibidir;
Kuşandık sarı laciyi
Saraçoğlu yokuşlarında
Siyah çoraplılardan doğan bu sevda
Büyüyor Omuzlarımızda
Black Stockings’in Fenerbahçe’nin selefi olarak görülmesinin nedeni, üyelerinin ekseriyetle aynı kişiler olmasıdır.
Paylaş