Paylaş
Bembeyaz bir boyanın içine bir damla siyah renk karıştırırsanız, gri olur.
Beyazı, gri yapmak için bir damla siyah bile yeter!
Gri, uzlaştırıcı ve denge unsuru olan bir renktir. Aynı zamanda ciddiyet ve hareketsizliği çağrıştırır.
Merkez Hakem Kurulunu basın mensupları ile yaptığı toplantıyı izledim.
Beğendiğim yeni uygulamalar da gördüm.
Ancak bir bütün olarak baktığımda Merkez Hakem Kurulunun gri rengi seçtiğini gördüm.
Nedir Gri rengi seçmek?
Konumuz futbol olduğuna göre futbol sahasındaki gri rengi anlamak gerek…
Tartışılan pozisyona verilen karar ne olursa olsun, “hakemimin kararı doğru”, diyebilmektir.
İnsafsız olmayayım; “yanlış değildir” diyebilmektir.
Evet, yaşam siyah ve beyazdan ibaret değildir.
Griler de vardır…
Ancak futbol da gri demek; sabah akşam bir gurubun siyah, diğer gurubun beyaz diyerek tartışması demek…
Karmaşa, demek.
Kimin sesi daha çok çıkarsa onun dediği olur, demek!
Hakemin işlevini arttırmak, demek…
Verdiği her kararın doğru olabileceğini söyleyebilmek demek…
Hatta ileri gidiyorum;
“Bir maçta bir pozisyona verdiği A kararını, diğer maçta aynı pozisyona B kararı da verebilirsin” demek…
Olmaz!
O kurumun işi, grileri azaltmak!
Dengeyi kurmak değil doğruyu aramak!
Ve hepimizi aydınlatmak!
Bu toplantıdan sonra aydınlanan var mı?
Ele çarpan hangi pozisyona penaltı verilecek? Anlayan var mı?
Günlerce tartıştığımız, pozisyonlarda hangi kararın ‘doğru’ olduğunu anlayan var mı?
Bence yok!
O zaman yıllarca tartışmaya devam!
Yanlış anlamayın, tartışmak güzeldir…
Ancak sizi ileriye götürüyorsa, eğitiyorsa güzeldir!
Herkes bulunduğu pozisyonda dediğini tekrarlarsa ve bizler karşımıza çıkacak bir sonraki pozisyonda da işimize geldiğini savunabiliyorsak güzel değildir!
Biraz daha somutlaştırayım toplantıyı…
Anladığımı anlatacağım…
Hakem atamalarına itirazlar vardı.
Fenerbahçe; “yenildiğimiz maçın hakemi bir sonraki hafta görev alırken, yendiğimiz haftanın hakemi görev almayarak cezalandırıyor”, diye bir iddiada bulunmuştu…
Yanıt olarak hakemlere nasıl görev verdiklerini anlattılar…
Benim anladığım en önemli etken; gözlemcinin gözlemi…
“Puanı” demiyorum çünkü “puanı bilgisayar veriyor”, dedi Sayın Sarvan. Ancak bilgisayarın elindeki tek verinin gözlemci raporu olduğunu anladım ben…
O zaman “eyvah” dedim…
Başımıza gelenlerin tüm sebebini anladım…
Arda Kardeşler’e; Neden üç tane doğru penaltı verdikten sonra maç verilmediğini?
Kayseri-Fenerbahçe maçını çok kötü yönettikten sonra maç aldığını…
Penaltı atışışında kaleci topa vurulmadan kalesini terk ettiği zaman istenirse penaltının tekrar edilmesinin de “doğru”, gol verilmesinin de “doğru” olabileceğini kavradım…
Abartı yapmıyorum…
Teknolojinin yaşamımızın her saniyesine karar verdiği bir çağda; Ligimize yön veren en önemli karar, gözlemcinin çok kısa sürede verdiği rapora bırakılmış...
Elbette olmaz!
Gri de kalırız…
Kavga ederiz.
Ne yapmalı?
Oğuz Sarvan yeni bir uygulamayı başlattıklarını söyledi…
Çok hoşuma gitti…
Tartışmalı pozisyonları, hakem ve gözlemcilere görüntülü olarak gönderdiklerini, pozisyon için siz ne karar verirdiniz? Diye sorduklarını anlattı…
Gelen yanıtları tasnif ettiklerini, hakemin verdiği karar ile ne kadarının uyuşup uyuşmadığını kontrol ederek buradan çıkan sonuçlarla, eğitim verdiklerini anlattı…
Çok beğendim.
Sadece eğitim amaçlı değil hakemlerin puanları verilirken bu yöntemin de kullanılabileceğini düşündüm.
Ayrıca, tartışmalı pozisyonlar dışında kalan genel hakem duruşu ile ilgili puanların da, daha geniş bir heyet tarafından puanlanabileceğini düşündüm.
O hafta sahada görev almayan gözlemcilerin televizyon karşısında herhangi bir maçın hakemini değerlendirmek için görevlendirile bilinir.
Kimin hangi maçta görev aldığını, nasıl puan verdiğini de, bir tek Merkez Hakem Kurulu bilir.
Sonuç olarak hakem değerlendirmesi, bir iki kişinin sırtında yük olmaktan kalkar ve daha geniş bir kitlenin değerlendirmesine açılır.
Elbette bu öneriler, bu işi yıllardır yapanlara komik gelebilir.
Çok daha gelişmişleri üretile bilinir…
Ancak bütün mesele daha şeffaf olabilmektir.
Doğruyu aramaktır.
Gri alanları azaltmaktır.
Kararları, baskı sonucunda verdiklerini gördüm.
Nereden çıkardım?
Zekeriya Bey;
“Beşiktaş-Fenerbahçe maçının hakemi Halil Umut Meler’di. Haftalar önce hazırlamıştık. Ancak bu maç öncesi iki büyük takımda puan kaybedince hassaslaştı. Durum kritikleşti… Biz de sağlam olsun Cüneyt Çakır olsun”, dedi…
Açıkçası,
“Korktuk, çekindik” dedi…
“Kararı biz değil ortam verdi” dedi.
İşte beni umutsuzluğa sevk eden konu bu…
Eski Merkez Hakem Kurulu başkanlarını dinledikçe de endişemin haklı olduğunu anlıyorum.
Hakem atamalarında liyakatten çok hassasiyetlerin rol aldığını anlıyorum.
Bu hassasiyet ne demek?
Aslında, “kim ne kadar çok bağırırsa veya sesini yüksekten çıkarabilirse onun borusu öter”, demek,
İşte ben de, “düzen bu olduğunda, bu düzensizlikten çıkmayız”, Diyorum…
Çözmek için kimseler uğraşmıyor gibi geliyor bana…
“Kimseler şikâyet etmesin, ya da şikâyet ediyor gibi gözükmesin”, diyorum
Bağışlayın;
Transfer döneminde her gün, her saat; “şu gelsin, bu gitsin diye konuşan. Sezon içinde de basiretsiz yöneticiler, “kulüpler batırdı” diye anlatan, basın mensuplarına benzetiyorum…
Toplantı bitiğinde basın mensuplarının veya bizlerin sezon başından bu yana tartıştığımız konularda, bir aydınlanma oldu mu?
“Burada yanılmışım”, diyen oldu mu?
Veya ikinci yarı aynı pozisyon tekrarlandığında, “artık ben bu tartışmayı yapmam”, diyen oldu mu?
Bence, olmadı!
Pekâlâ, “Olsun” isteyen oldu mu?
Birkaç basın mensubunun sorduğu sorular hariç, soruları gördüğümde böyle bir isteğin de olmadığını gördüm.
Soruların yüzde doksanı, gazetecinin yakın olduğu takımın sözcüsü gibi sorulardı…
Doğal olarak cevaplar da, öyle oldu!
Gazetelerin manşetleri de “Zorlu”, diye çıktı!
Bana da şarkı söylemek düştü…
Memnun ki herkes yerinden, dönen yok seferinden…
Paylaş