Paylaş
“Beşiktaş oyuna çok iyi başladı. Her şey 16. Dakikada Vida’nın atılması ile bitti”, diyorsa; Okumayın! Dinlemeyin! Atın çöpe!
Veya;
“Şenol Güneş, Ahmet yerine Sinan ile başlasaydı, Abdülkerim yerine Ertem’i oyuna alsaydı”, diyorsa; Okumayın, atın gitsin çöpe!
Bu yorumlar ya gerçeği sizden gizliyor, ya da kendi de gerçeği göremiyordur!
Net durum budur.
***
Vida atılmadan önceki ilk 16 dakikada:
Bayern Münih Beşiktaş’ın sahasına takım olarak yerleşmiş, fazlaca gayret sarf etmeden ceza sahası civarında paslaşıyor, net pozisyonlar buluyordu.
Beşiktaş ise hiç alışık olmadığı biçimde, hücumcu ayakları ile savunma yapmak zorunda kalıyordu. En uç oyuncusu Wagner Love bile kendi ceza alanının 10 metre önüne kadar gerilemişti. Buna rağmen üç tane net pozisyon buldular… “Gol geliyorum”, diyordu…
Ben bunu gördüm…
Bu gördüğümüzü konuşmazsak yine gerçekler yerine kandırmacalar ile oyalanacağız!
***
Konu Beşiktaş falan da değildi…
Üç aşağı beş yukarı tüm Türk takımları, Bayern gibi fizik gücü ve taktik disiplini yüksek bir takım karşısında benzer duruma düşerlerdi.
Neden? Nasıl çözeceğiz biz bu açmazı?
Hemen yazayım, iş çıplak gerçeği itiraf etmek ile başlar.
Bunu yaptıktan sonra çözümlere ulaşıla bilinir.
***
Ben başım sıkıştığı zaman basketbola başvururum.
Çözemediğim denklemleri basketbola bakarak çözmeye çalışırım.
Çünkü futbol giderek basketbola benzemektedir. Konu uzun, bir başka yazı konusu ancak basketbol taktiksel olarak futbolun en az 20 yıl önündedir.
Ayrıca Türk basketbolu da, bu problemleri çözmüştür.
O nedenle mucize bir anahtar gibi basketbola bakarım…
***
Sizi 30 -35 yıl öncesine götürerek derdimi anlatmaya çalışayım.
Çok iyi bir basketbol izleyicisiyim:
Takımlarımızı yakından izliyorum…
Bir Reşat Güney var, nereden şut atarsa atın sokuyor. Bir Barış Küce var, şutu atıyor girmezse gidiyor, kendi ribaundunu alıyor. Öylesine hareketler yapıyor ki, Ankara Atatürk Spor Salonu’nun tamamı hayranlıkla izliyor… Bir Doğan Hakyemez var, topu kendi pota altında aldığında müthiş bir sürat ve çalımlarla gidiyor ve turnike ile bitiriyor. Tutulması imkânsız.
Bir Zeki Tosun var, boyu 2metrenin üstünde ama inanılmaz şut atıyor.
Bana göre bizim millî takımımız, Avrupa’nın en iyi takımlarından biri(!)…
***
Fakat hayat öyle olmuyor. Bir tane Polonya takımı geliyor, resmen “kazmalardan” oluşmuş, bizim ligimizin en iyi takımını evirip, çevirip yenip eliyor…
Bizim o aslan oyuncularımız ezilip gidiyor…
Nasıl bir iş kavrayamıyorum.
Hele daha yakın zamanda bir Serdar Apaydın vardı. Hatırlasınız aslında… Bana göre şimdiye kadar gördüğüm en iyi üç sayı atıcısıydı. Bir Avrupa takımı ile oynadığımızda bırakın şut atmayı, potayı bile göremiyordu...
Ben çözemezdim, bu çelişkiyi…
***
Derken Efes Pilsen’in başına Pano Natof’un organizasyonunda Aydın Örs geldi.
Haftada üç kez idman yapan Efes, günde iki idman yapmaya, sabah 8 de salonda olup, akşam 18 de evine gitmeye başladı. Aydın Örs sürekli; “Fizik kalite” ve “savunma” deyip durdu. Sezon başı kamplar, Avrupa’nın en gözde takımları ile birlikte yapılmaya başladı…
İşin sırrı çözüldü. Tüm takımlarımıza örnek oldu.
Sonucunu biliyorsunuz…
EuroLeague şampiyonluğu geldi…
***
Konumuzun Beşiktaş olmadığını unutmadan dönelim futbolumuza…
İşin gerçeği önce, “fizik kalitenizin” rakiplerle en azından aynı seviyede olması gerekiyor.
Bu “yeter şart” değil. Bu “gerek şart”. “Olmaz ise olmaz şart”!
Biraz daha açarsam konuyu; hani çocuğunuzun üniversite sınavına girebilmesi için lise diplomasının şart olması gibi bir şey… Ondan sonrası çocuğunuzun zekâsına, çalışmasına ve okuduğu okulun verdiği eğitime bakıyor…
Bunların olması için önce lise diploması gerekiyor. İşte “fizik kalite ve taktik disiplin” böyle bir şey…
Tamamsa, devam edelim:
***
Bizim futbolumuzda bu olmuyor. Yani bir türlü lise diploması alınamıyor. Bunu kimi zaman yapmaya çalışan hocalar çıkıyor ortaya… Ancak büyük bir duvara tosluyorlar… Önce daha az çalışmak isteyen futbolcular homurdanıyor… Basınımız bu “fizik, koşu, istatistik, savunma” gibi konulardan bahsedeni zaten hiç sevmiyor ve topa tutuyor… Baskı altındaki yönetim, hocanın yanında uzun süre kalamıyor.
Ve tekrar dönüyoruz başa ve mucize aramaya…
Yenilgilerimizi, şansızlıklarla anlatmaya…
Ya da yenilgilerimizi, hocaların oyuncu tercihleri ile anlatmaya…
İşimize geliyor, çünkü korkuyoruz gerçekten…
***
Küçük bir not ile bitireyim yazımı;
Dün akşam Beşiktaş’ta yalnız bir Türk oyuncu vardı. O da sol bek Caner. Daha sonra Caner çıktı, Gökhan girdi. Garibim Adriano önce rakibin en etkili oyuncusu Coman’ı durdurmak için sol ayağı ile sağ bekteydi. Daha sonra Robben girip sol kanadımızı duman edince, sol beke geçti.
Şenol Güneş in elinde 33 yaşındaki Adriano’dan iki tane olsaydı… Bizim en iyi kanat beklerimizin ikisi de oynamayacaktı…
Ayrıca Beşiktaş’tan hangi oyuncuyu Bayern Münih kadrosuna alıp üç ay çalıştırsan kesinlikle sırıtmayacaktı…
Mesele; ne Vida’nın atılmasında, ne Güneş’in oyuncu tercilerinde, ne de oyuncu kalitesinde değildi… Sistemdeydi…
Bence durumumuz budur!
Önce gerçeği söylemeye cesaret edersek sonrası mutlak gelecektir.
Paylaş