Paylaş
Aslında maça üstün başlayan taraf Fenerbahçe’ydi. Sarı lacivertliler santrayla birlikte önde kurduğu baskıyla Medipol Başakşehir maçında yaptığı provayı sahneye koyuyordu adeta. Golle birlikte özgüven de gelince taşlar tamamen yerine oturmuştu. İsmail’in sakatlanıp oyundan çıkması ise Fenerbahçe’de dengeleri tamamiyle değiştirdi. Ne Isla sol bekte verimli oynadı ne de Şener sağ tarafı kullanabildi. 33’te Isla’nın, 38’de Şener’in sarı kartları ise adeta konuk ekibin kanatlarını kırdı. Cebinde sarı kartla oynayan iki beke karşı Quaresma silahı çok tehlikeliydi. Portekizli yıldız bu fırsatı iyi değerlendirdi ve belki de uzun zamandır göstermediği bir performansla maça damga vurdu. Açıkçası dünya futbol tarihinde ayak dışını bu kadar net kullanan bir futbolcu olduğunu düşünmüyorum. İlk yarıda Kameni’nin enfes kurtardığı şutun aynısını ikinci yarıda gol yapan nam-ı diğer Q7, bu kritik mücadelede insiyatif alan ve Fenerbahçe’yi yıkan isim oldu.
Bazı Kritik Hatalar Fenerbahçe’nin Sonunu Getirdi
Aslında hatalar hafta içinde Aykut Kocaman’ın açıklamalarıyla başladı. Sezon başından beri kendi taraftarının bile yoğun baskısını hisseden ve zihinsel olarak son derece yorulan bir ekibe son derece kritik bir deplasman öncesi “10 puanlık bir maça çıkıyoruz” mesajı verilmemeliydi. Bu maç öncesinde “Kazanırsak büyük avantaj elde ederiz ancak kaybetsek dahi şampiyonluğun en güçlü adaylarından biriyiz” mesajı daha yerinde olurdu.
Kameni Tercihi ve Kadro Kalitesi
Kameni daha önce Espanyol, Malaga gibi orta seviye takımlarda büyük maçları hep üst düzey oynamış bir kaleci. Muhtemelen Aykut Kocaman’ın onu tercih etmesindeki en önemli sebep de buydu. Sürekli baskı göreceğini düşündüğü bir karşılaşmada benzer durumlardan defalarca başarıyla çıkmış Kameni’yi tercih etmesi mantıklı gibi duruyordu. Fenerbahçe oyundan tamamen düştüğünde ise takım Volkan Demirel’i aradı. Kaptan kaleciden öte, bu tip durumlarda takımı toparlayabilecek, kendine getirebilecek bir simge. Fenerbahçe’nin yenilen ilk golden sonra en çok ihtiyacı olan buydu.
Fenerbahçe kadrosundaki oyuncular sezon başından beri belli zorluklarla mücadele ettiler. 15 maçlık yenilmezlik serisinin ardından bir yerde bu takımın tekleyeceği belliydi ki Beşiktaş deplasmanı bu duruma en açık dönemeçti. Maç özelinde şaşırdığım nokta ise şu ki; erkenden 1-0 öne geçilen bir deplasmanda rakip hafta içi 10 kişi 74 dakika zorlu bir mücadelede yorulmuşken, en büyük özelliği 90 dakika diri kalmak olan bir takım nasıl olur da oyun üstünlüğünü bu denli rakibe verir? Açıkçası bu durum ciddi şekilde Aykut Kocaman tarafından analiz edilmeli. Bir diğer konu ise bu seviyedeki bir takım nasıl olur da yüzde 67 pas ortalaması ile maçı tamamlar? Bunun yeteneksizlikle doğrudan ilişkisi olduğu aşikar ancak Alper Potuk’un dengeli oyunda kontra atağa çıkarken topla birlikte taca çıkmasının hangi yeteneksizlikle ya da hangi seviyeyle açıklanabileceğini bilmiyorum! Beşiktaş gibi kaliteli ayaklara sahip bir takıma karşı eğer her hızlı atak başlangıcında pas hatası yapıyorsanız kendi sahanıza gömülmeniz çok normal. Şener’in döküldüğü, Alper’in Fenerbahçe’de jübile yaptığı, Giuliano’nun Brezilya’lı scout ekibine “beni kadroya dahil etmeyin” mesajı verdiği ve Fenerbahçe’nin sadece formasının sahada olduğu bir ikinci yarı ile sonucun Beşiktaş lehine olması kimse için şaşırtıcı olmamalı. Fenerbahçe taraftarının ise bu maçtan sonra üzerinden 7 sene geçen 3 Temmuz sürecini bahane etmeden cevabını araması gereken soru şu ki; Anelka’nın, Pierre Van Hooijdonk’un, Alex’in, Appiah’ın, Emre Belözoğlu’nun, Roberto Carlos’un ve daha nicelerinin sahneye çıkıp fark yarattığı günlerden, rakibinin yıldızlarına boyun büktüğü günlere nasıl gelindi?
Paylaş