Güncelleme Tarihi:
Geçmişi uluslararası başarılarla dolu, apoletlerinden yıldızlar taşan, öykünüp imrenerek takip edilen bir lig ve oyuncu fabrikasına dönüşmek istiyorsak eğer, bir oyuncunun pasaportuna bakılmaksınızın; yeterliliğine, yeteneğine, yetkinliğine, uygunluğuna, layık oluşuna, azmine, çabasına bakılarak verilmelidir o forma.
Mensubiyetine, ırkına, rengine, diline, dinine, soyuna ya da ideolojisini bakılarak değil...
TAM BİR HİLKAT GARİBESİ
Bu sözleri etmemize sebep olay şey; son 20 yılda 14 kere, son 10 yılda 8 kere değişen, değişmekten dönüşmekten usanmayan ama usandıran, futbola yıllarını vermiş birçok insanın anlamlandırıp anlatamadığı, kazandırmaktan çok kaybettiren, sporun özü olan rekabeti yeşertmek yerine solduran ve artık ülkemiz futbolunda tam bir hilkat garibesi olan yabancı sınırı, kuralı ya da ne derseniz...
DERBİDE KÖTÜ YÜZÜNÜ BİR KEZ DAHA GÖSTERDİ
Peki bu mevzu sezon sonu ya da başı yerine neden şimdi açıldı?..
Dün oynanan Fenerbahçe - Beşiktaş derbisinde İsmail Yüksek'in sakatlığı sonrası İsmail Kartal'ın tek oyuncu değişikliğiyle yetinemeyip iki değişikliğe birden gitmek zorunda kalması nedeniyle açıldı bu bahis...
Evet, kimine göre İsmail Kartal; 8+3 olan, yani ilk 11'de 3 Türk oyuncu bulundurma zorunluluğunu farklı bir yolla da aşabilirdi ancak buna mecbur olması, sahaya sürdüğü oyuncuyu da pasaportuna bakarak alması, asıl irdelenmesi gereken ve üzerinde durmamız gereken nokta.
NE KARTAL NE BURUK MECBUR OLMAMALI
Ne İsmail Kartal, ne Okan Buruk ne Abdullah Avcı ne Serdar Topraktepe ne de Samsunspor'da güzel iş çıkaran önemli futbol adamlarından Markus Gisdol buna mecbur kalmamalı zira bir kazanımı yok...
Liglerinde en çok yabancıyı bulunduran Fransa, İspanya, Almanya, İngiltere ya da İtalya'dan daha mı çok oyuncu üretiminde bulunuyor yıllardır çözümü kısıtlamalarda arayan ligimiz...
Veyahut Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası'nda her daim kupanın bir ucunu tutmayı alışkanlık haline getirmiş Avrupa takımlarından daha mı başarılı A Milli Futbol Takımı'mız...
ARDA GÜLER, ARDA TURAN, ÇAĞLAR YA DA CENGİZ...
Ya da Real Madrid'e transfer olan Arda Güler, Barcelona ve Atletico'da ülkemizi temsil eden Arda Turan, ikinci lig takımları İstanbulspor ve Altınordu'dan Lille'e, Freiburg'a transfer edilen Zeki Çelik ve Çağlar Söyüncü bu kısıtlamanın kazanımları mı?
Tabii ki de büyük bir hayır!.. Bizim göğsümüzü kabartan, ülkemizi başarıyla temsil eden tüm oyuncular kendi yetenek ve çabalarının karşılığını aldılar. Aksini söylemek verdikleri emeğe saygısızlık olurdu...
SPORUN SERMAYESİDİR REKABET...
Ne daha üretkeniz, ne daha başarılıyız çünkü sporun ana unsuru, bir nevi sermayesi olan rekabete ket vurup Türk oyuncularımızı kollayarak çıkış yolu arıyoruz, bir çıkmazın içinde...
Unutulmamalıdır ki; rehavetin, savsaklığın, uyuşukluğun ve gerilemenin karşısındadır Rekabet...
Ve Rekabet; gelişimin, yeniliğin, azmin ve başarının dostudur...
Sınırlamalardan, kısıtlamalardan, yasaklardan medet ummayı bırakıp rekabet ortamını özgür bıraktığımızda ülke futbolumuzu daha da başarılı temsil edileceğini, genç oyuncularımızın daha da çoğalacağını görebiliriz.
ATATÜRK'ÜN IŞIĞINDA YÜRÜMEK YETERLİ
Ulu Önder Atatürk'ün, "Benim gözümde hiçbir şey yoktur, ben yalnız liyakat aşığıyım" sözlerinden yola çıkarak futbol anlayışımızı bu yönde dizayn edersek ileriki yıllarda Türk futbolunun kazanımlarını görmemiz sürpriz olmayacaktır.
İŞİN İSTATİSTİĞİNE GİRMEDEN...
Bu yazıda istatistiğe, ligler arasındaki kıyaslamalara, yani işin matematiğine girmeden sadece sporun özüne vurgu yapmayı yeterli buldum diyerek yazıyı yine anlamlı bir sözle bitirmek isterim.
George Herbert'in dediği gibi: "Kaptanı usta olmayan gemiye, her rüzgar kötüdür."