OluÅŸturulma Tarihi: Temmuz 26, 2000 00:00
"Vous etes le canal?.."CENK KORAY'IN ARDINDAN... Ankara'da bir bahar günü… Sene 1970. Mayıs almış başını gidiyor. MeÅŸhur kırkikindiler ÅŸehir sakinlerini "pir-ü-pak" ediyor. Ancak o gün, ikindi saÄŸanağı birazcık haddini aÅŸmıştı; Kızılay'ı sular seller götürüyordu...Bendeniz, ABD'den yeni dönmüşüm. Mülkiye, 1. sınıf öğrencisiyim. Aklım beÅŸ karış havada. Yine de, Iowa'da high school'da baÅŸladığım Fransızca'mı ilerletmek derdindeyim. Derhal üç kuruÅŸu bir araya getirip Fransız Kültür'e kaydoldum. Millet, Ankara'nın baharında akÅŸamüstlerinin keyfini çıkarırken, ben biçare, her Allah'ın günü 17.15-20.15 arasında, üç saat Fransızca derslerine gidiyorum. ArkadaÅŸlarım "Ot gibi yaşıyorsun" diye beni tırmalayıp duruyorlar. Ama, kimin umrunda.Otobüsle Kızılay'a kadar gelebilmiÅŸtim. Ne baÅŸarı! Heyhat... Fransız Kültür ana caddenin öbür tarafında. Veee… cadde filan görünmez olmuÅŸ, bina ile benim aramda resmen bir nehir akıyor!Nasıl kızdım... Ãœstümde yeÅŸil çiçekli, robadan sarı kadife kurdeleli, karpuz kollu, kendi diktiÄŸim bebek elbisem, incecik sandaletlerim, kolumda hasır çantam ve kitaplarım, bir an feci manzarayı seyrettim. Sonra gözümü kararttım. Durakta bekleyen onca ahalinin hayret dolu bakışları, nazarları altında, sandaletlerimi elime aldım ve suya daldım.Nereye bastığımı bilemeden, o sıska halimle suların içinde debelendim. Fakat kanalı da geçtim. Elde sandaletlerimle çıplak ayak sınıfa çıktığımda, o an bir kahkaha tufanı eÅŸliÄŸinde "en iÅŸgüzar ve sadık" öğrenci seçiliverdim. Dalga geçiyorlardı düpedüz. Olsun varsın. Gene de benim koltuklarım kabardı. Åžimdi "Bunca ayrıntıyı niçin okuyoruz?" dediÄŸinizi iÅŸitir gibiyim. Az sabır… Ä°ki kelime çok önemli: "Kanal" ve "kahkaha".Önce sınıfımızı anlatayım. Belki bir adet Hababam Sınıfı deÄŸildi ama kahkaha dozu açısından pek de ondan aÅŸağı kalır yanı yoktu. Zira sınıfımızda Cenk Koray vardı!.Hocamız, Fransız Madame'ın masası bir baÅŸta, Mösyö ile Madam Tibaut'nun (tıpkı Ä°ngilizce derslerinin bir zamanların klasik baÅŸlangıç kitabı Gatenby'deki Mr. And Mrs Brown gibi) maceraları marifetiyle Fransızca öğrenmeye çabaladığımız projeksiyon makinesi öbür baÅŸta. Ortadaki koridorun iki yanında, biz "meraklı" öğrenciler dizilmiÅŸiz. Sol sıranın başında, çifte kumrular oturuyor. Genç adam, kumral hanımı için zor bir mücadele vermiÅŸ, sonunda tavlamış olmanın rehavetini yaşıyor. Ha doÄŸdu ha doÄŸacak bebekleri için gün sayıyorlar. Hemen yakınlarında, uzun yıllarını Ä°skandinavya ülkelerinde geçirmiÅŸ zarif bir hanımefendi var. Çocuklarla süslü, mutlu bir evlilik yaşıyor. Ä°ngilizcesi mükemmel; üstelik de lisan öğretmeni. Onun yanında da Cenk Koray!Daima yana kaykılmış otururdu. Dik oturduÄŸunu hiç hatırlamıyorum. Dakka başı yinelenen muzırlıkları için, alesta beklerdi, bir fırsat çıksa da espri patlatsam diye. Adamı tutmak ne mümkün!Biz de daima tetikteydik zaten. Ama, iÅŸin gereÄŸi ÅŸu ki onun espri saÄŸanağı altında pestilimiz çıktı. Her an başımıza bir espri düşer mi, ÅŸimdi ne cevher yumurtlayacak diye bekleÅŸiyoruz. Yalanım yok, hiç bir fırsatı zayi etmezdi. Ben üniversite öğrencisi, o da benden 5-6 yaÅŸ büyük. Akranım sayılır. O sıralar sunucu filan deÄŸildi. Ancak ömür boyu sağı solu gülmekten kırıp geçireceÄŸini görmek için kâhin olmak gerekmiyordu. Otuz yıl sonra Fransızcam'da gedikler varsa -ki mutlaka vardır- bir kısmının müsebbibi Cenk Koray'dır. Hakkımı çoktan helal ettim. Ama iÅŸin gerçeÄŸi ÅŸu ki, onun espri saÄŸanağı altında pestilimiz çıktı. Gülmekten ders yapamıyorduk ki, Fransızca öğrenelim. (Tıpkı, seneler sonra, Ä°stanbul'da Ä°talyan Kültür'de, at ustası -ve de 'hasta'sı- sevgili Aldo Baldini'nin (ÅŸu anda Kültür ataÅŸesi), bitip tükenmeyen at hikayeleri yüzünden, doÄŸru dürüst Ä°talyanca öğrenemediÄŸimiz gibi. Dünyada at kadar güzel ve bir o kadar da zarif iki ÅŸey var: Kelebekler ve kediler. Ama, dediÄŸim gibi, atların o sıcacık, sihirli dünyasına dalınca, Ä°talyancamız güdük kaldı.)Sıraların saÄŸ başını, Ankara'da üslenmiÅŸ olan bir Kanada firmasında görevli mühendis arkadaşımız tutmuÅŸtu. Kanadalı olmasına raÄŸmen, başının herdaim 1 numara traÅŸlı olmasından mı nedir, bende hep deniz piyadesi hissi uyandırırdı. Tuhaftır, hem mahçup, hem de bıçkındı.Mühendisimizin yanında, iÅŸgüzar öğrenci sıfatıyla bendeniz oturuyorum. Ä°ki sandalye ötemde de ileriki yıllarda yıldızı parlayacak Modern Folk Üçlüsü'nün Selami Karaibrahimgil'i...Ortalık, yani sınıfımız, bir ÅŸenlik yeriydi. O gün de, söz nereden döndü, dolaÅŸtı bilemiyorum; bir kanal lâfıdır gidiyor. Kanal aÅŸağı, kanal yukarı… Ben de saÄŸanak sularını aÅŸtım ya, o biçim böbürlenerek, "hangi kanal geçiliyor? Siz kim, kanal geçmek kim?" diyecek oldum... Demez olsaydım... Hınzır Cenk: "Biz geçeriz…" dedi. "Biz her türlü kanalı geçeriz... Yeter ki..." dedikten sonra bir anda farketmiÅŸ gibi yaparak, ve cümlenin "le canal" kısmını manalı bir ÅŸekilde uzatarak "Vous etes le canal?" diye sordu."Yoksa adı geçen 'kanal' siz mi oluyorsunuz?" ... "Hay Allah, biz de kanal-manal deyince..." demeye getirip anlamaza yatıyor ama... Kahkahalar sınıfı inletiyor tabii...Ben önce kızardım, bozardım; sonra da morardım herhalde… Cin herif... "Tu" (sen) yerine "vous" (siz) diyerek bir misli daha dalgasını geçiyor. Normalde sınıfta kimse birbiriyle sizli bizli konuÅŸmuyor tabii...Sırası geldiÄŸinde taşı gediÄŸine koymakta üstüme yoktur. Ama o an, düğümlendim kaldım...Bu kadarla da kalmadı, ve ben mor bir suratla burnumdan solurken Kanadalı mühendisimiz kulağıma eÄŸilip "You cannot win with him" demez mi? Resmen, tüy dikti. Öfkem ikiye katlandı...Ben önce hangisini paralayayım kararsızlığında çırpınırken millet halâ gülmekten yerlerde sürünüyor. ÅžaÅŸkın suratıma baktıkça kahkahalar kat kat yükseliyor. Veee, ne yazıktır ki, bir sonraki kurda, "konuÅŸma ÅŸampiyonu" seçilecek olan ben, zehir zemberek bir iki kelime toparlayıp Cenk'e cevap veremedim... Hülasa, Cenk'ten öcümü alamadım; kanım yerde kaldı. Sonra kurslar bitti. Cenk, Ankara'da TRT'de kaldı; ben ÅŸehrime, Ä°stanbul'a döndüm. Sporda deÄŸilse bile gazetecilikte buluÅŸtuk. Uzaktan izledim onu. Hayata iliÅŸkin coÅŸkusunu hiç kaybetmeyiÅŸini, kendini ti'ye alabilme yeteneÄŸine hep hayran kaldım.Dünya çapındaki sesimiz, -özü de en az sesi kadar güzel- Zerrin Özer'in "PaÅŸa Gönlüm" ÅŸarkısında dediÄŸi gibi:"Amman ha, adımına dikkat!Kayar düşersin yolunda…Amman ha, adamına dikkat!Oyuna gelirsin sonunda…"Cenk Koray adımına dikkat etti. Adam gibi yaÅŸadı. Adamına dikkat etti mi? Emin deÄŸilim. Onu üzdüler. Öte yandan, herkesin onun gibi, sevgi, ÅŸefkat, hayata karşı ince alaylı tebessümle dolu olmasını, dürüst davranmasını beklemek gerçekçilik midir?Belki en doÄŸrusunu, kadim dostu Ömür Göksel söyledi: "OÄŸlunu 1996'da kaybettiÄŸinde, aslında oyun bitmiÅŸti. Sadece inkıtaları oynuyordu. Süre doldu, hakem, yan hakemlere baktı; düdüğünü çaldı ve maç bitti."Tek evladını 52 yaşında kaybetmenin tesellisi olur mu? Bu ne acımasız dünya?Jülide ERGÃœDER - 26 Temmuz 2000, ÇarÅŸamba Â
button