1- YILDIZ PATLAMALARI: KOZMİK YAĞMUR TEHLİKESİ
Uzayda yıldız patlamaları (süpernova) sonucu ortaya çıkan yüksek enerjili parçacıklar sağanağı ya da‘kozmik yağmurlar’, Dünya üzerinde çok güçlü bir etki yaratabilir. Dahası, patlamanın 200 ışık yılı uzağımızda meydana gelmesi durumunda yaşamın sürdürülmesi açısından ciddi bir tehlike oluşturabilir.
Samanyolu yüz milyar yıldızı içinde barındırıyor ve bu yıldızlardan binlercesi her an yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Yıldızların büyük bir bölümü sessizce yitip giderken, birkaç onyılda bir, özellikle irikıyım yıldızlardan biri yakıtsız kalıp patlıyor. Bir saniyeden kısa bir süre içinde yıldızın çekirdeği paramparça oluyor.
Yıldızı oluşturan maddeler sıkıştıkça çevredeki malzemelerin şiddetli bir patlamayla dışarıya itilmesine yol açan kuantum güçleri, yani süpernova devreye giriyor. Radyoaktif izotoplar ve özgür elektronlar her yana yayılırken, bunların yarattığı enerji de X ve gamma ışınlarının oluşmasına neden oluyor.
Bu yüksek enerjili parçacıklar sağanağı, ya da ‘kozmik yağmurlar’ Dünya üzerinde çok güçlü bir etki yaratabilir. Dahası, patlamanın 200 ışık yılı uzağımızda meydana gelmesi durumunda yaşamın sürdürülmesi açısından ciddi bir tehlike oluşturabilir.
Kesin bilgi yok
Kimse bu konuda kesin bir bilgiye sahip olmamakla birlikte, Dünya’nın Samanyolu’nun sarmal kollarından her geçişinde böyle bir durumla karşılaşma olasılığının daha yüksek olduğu biliniyor.
İbrani Üniversitesi’nden Nir Shaviv ile Ottawa Üniversitesi’nden meslektaşı Jan Veizer, 2003 yılında, Dünya’nın iklimsel geçmişinde soğuk dönemlerle gezegene çarpan yüksek düzeylerde kozmik ışınların çakıştığını fark ederek bunların yakındaki süpernovalardan kaynaklanabileceğini öne sürdüler.
Araştırmacılar kozmik ışın düzeyindeki iniş çıkışları ölçmek amacıyla göktaşlarından elde edilen kanıtlara başvurdular. Göktaşı onu barındıran asteroitten kopunca yeni yüzeyi kozmik ışınlarla karşı karşıya gelir. Bu ışınlar göktaşının kimi atomlarının ayrışarak daha hafif elementler oluşturmalarına neden olur.
Öyle ki, göktaşındaki daha hafif elementlerin oranı ne denli yüksek olursa, yaşı da o denli büyük olur. Göktaşlarının yaşları görünüşte belli dönemlerin çevresinde toplanıyor. Shaviv ve Veizer bu durumun kimi zamanlarda kozmik ışın yoğunluğunun doruk noktaya çıkmasından kaynaklandığına inanıyorlar.
Buzlu dönemler
Daha sonra kozmik ışın düzeyleriyle o güne dek toplanan iklim kayıtlarını karşılaştıran araştırmacılar ışın düzeyinin düşük olduğu dönemlerin sıcak ‘sera’ dönemlerine, yüksek olduğu dönemlerin de ‘buzlu’ dönemlere denk geldiğine tanık oldular.
Dünya yaklaşık 150 milyon yılda bir Samanyolu’nun bir sarmal koluna girdi ve bu dönemlerde kutuplarda buzun daha yoğun olduğu birçok buzul çağı yaşandı.
Kozmik ışınların nasıl olup da iklimi böylesine etkilediği tam olarak bilinmiyor. Shaviv bu durumda en olası düzeneğin bulut örtüsünün yoğunlaşmasıyla ilgili olabileceğine inanıyor.
Kozmik ışınlar Dünya’nın üst atmosferine vurduğunda çarptıkları atomları parçalayarak elektrik yüklü parçacıklara dönüştürüyorlar. Shaviv fazladan elektrik yüklü bu parçacıkların bulut oluşumuna katkıda bulunup daha çok güneş ışığının uzaya yansımasına ve Dünya üzerinde daha serin bir havanın egemen olmasına yol açabileceğine inanıyor.
Küresel buzlanma
Kimi araştırmacılar sarmal kol geçişleriyle Dünya üzerindeki düşük sıcaklık arasındaki bağlantının istatistiksel bir temele dayanmadığını öne sürüyorlar.
Dünya’nın yaklaşık her 150 milyon yılda bir sarmal bir koldan geçmesi gerektiğine, ancak Shaviv ve Veizer’in inceledikleri soğuk dalgaları arasında 90-190 milyon yıllık bir boşluk olduğuna dikkat çekiyorlar.
Gelgelelim, iki araştırmacının öne sürdüğü görüşün doğru olması durumunda Dünya’da birkaç milyon yıl içinde oldukça sıcak bir dönemin yaşanması bekleniyor.
Ancak bundan önce bir soğuk dalgasıyla boğuşmamız gerekebilir. Shaviv ile Veizer, Perseus koluna girmeden önce, kısa bir buzul çağının ardından 50-60 milyon yıllık bir sera dönemi yaşanabileceğine ve ardından yine buzul koşullarına dönüleceğine inanıyorlar.
Bunun yaratacağı etkinin Shaviv ile Veizer’in düşündükleri denli çarpıcı olması durumunda ‘kartopu Dünya’ adıyla bilinen küresel bir buzlanmanın yaşanması da işten değil.
2- DEV HİDROJEN GAZI BULUTLARI: KARTOPU BUZLANMASI TEHLİKESİ
Dev hidrojen gazı bulutları Dünya çevresine gelirse, kitlesel yokoluşlara ve 200 milyon yıl sürebilecek ‘kartopu’ buzlanmalarına yol açabilecek.Dünya için bir başka tehlike de, Samanyolu’nun sarmal kollarında kümelenmiş yoğun hidrojen gazı bulutlarıdır. Colorado Üniversitesi’nden Alex Pavlov ve meslektaşları dev moleküler bulut adıyla bilinen bu tür bir bulutla karşılaşmanın kitlesel yok oluşlara yol açabileceğine, bu durumda ‘kartopu’ buzlanmanın bile söz konusu olabileceğine inanıyorlar.
Atmosferik bir iklim modelinden yola çıkan Pavlov ve arkadaşları en yoğun bulutların Dünya atmosferini tozla doldurabilecek güçte olduğunu, güneş ışığını engelleyerek gezegeni bir buzul çağına sürükleyebileceğini ortaya koydular.
Atmosfer genelde güneş rüzgarlarının yarattığı baskıyla kozmik tozlardan korunur. Ancak Pavlov yoğunluğu yüksek bir bulutun bu rüzgarın etkisini yok edebileceğine ve gezegenimizin böylesi bir bulutun içinden geçmesi için gerekli olan 200,000 yıllık süre boyunca iklimin hızla soğuyacağına inanıyor.
1 milyar yılda bir
Pavlov her 30 buluttan birinin Dünya’yı toza boğacak yoğunlukta olduğunu ve gezegenin yaklaşık her milyar yılda bir böyle yoğun bir bulutla karşı karşıya kalabileceğini öne sürüyor.
Yerbilimsel kanıtlar Dünya’nın oluşumundan bu yana geçen 4-6 milyar yılda en az iki kez tümden donduğunu ortaya koyuyor. Bugüne dek inandırıcı bir açıklamanın getirilemediği bu durumun çok yoğun bulutlardan kaynaklanabileceğine inanan Pavlov ve arkadaşları öteki düzeneklerin tersine yoğun bir bulutun ani, çarpıcı ve kalıcı bir etki yaratabileceğine dikkat çekiyorlar.
Dünya genellikle kozmik ışınlardan manyetik alanı sayesinde korunuyor. Ancak manyetik alanın çok daha güçsüz olduğu tersinme dönemiyle bulutun geçtiği dönemin çakışması durumunda kozmik ışınlar içeriye akabilir.
Pavlov manyetik alanda her 200,000 yılda bir tersinme olduğuna ve bulutla çarpışması sonucunda yaşanan etkinin bir milyon yıl kadar sürdüğüne dikkat çekiyor ve bu mantıktan yola çıkarak çoğu çarpışmaların en az bir tersinme dönemine denk düştüğü sonucuna varıyor.
Fazla olan olasılık
İncelemeler bulutla manyetik tersinmenin biraraya gelmesi sonucunda ozon düzeylerinin en az %40 oranında düştüğünü, bu oranın da ciddi miktarda kızılötesi ışınımın yüzeye ulaşıp kitlesel bir tükenişi tetiklemeye yeteceğini ortaya koyuyor.
Orta derecede yoğun bir buluta çarpma olasılığının ise çok daha yüksek olduğu, 250 milyon yılda bir muhtemelen sekiz kadar buluta çarptığımız belirtiliyor.
Peki, geçmişte bu tür çarpışmaların meydana geldiği yönünde herhangi bir kanıt var mı? Gelişmiş Uzay Bilimleri Merkezi’nden John Lindsay aydan alınan toprak örneklerinin Dünya’nın moleküler bulutlar arasından geçtiği görüşünü desteklediğine inanıyor. Ay toprağı büyük meteorların oraya çarparak yüzeydeki kayaları un ufak etmesi sonucunda oluşuyor.
Ne var ki, bu toprak minik meteor ve toz bombardımanına tutulduğunda parçacıkların biraraya gelmesine ve toprağın yeniden topaklaşmasına neden olabiliyor.
Diğer görüşler
Lindsay 1971 yılında aya gönderilen Apollo 15 uzay aracının yaptığı incelemeler sırasında stratigrafik sütundan aşağıya inildiğinde toprak parçacıklarının boyutunda farklılıklara tanık olunduğuna dikkat çekiyor.
Bu toprağın ne zaman oluştuğunu kanıtlamak bir hayli güç olmakla birlikte, parça boyutunun dağılımında düzenli tırmanışlar olduğunu belirleyen araştırmacılar bunların yaklaşık 250 milyon yıllık aralıklarla, kabaca Dünya üzerinde yaşanan büyük buzul çağları arasındaki dönemlerde meydana geldiğini düşünüyorlar.
Lindsay bu dönemlerin Ay ile Dünya’nın galaksinin sarmal kolundan geçtikleri döneme denk düştüğüne dikkat çekiyor. Bu da bulutların sarmal kolda çok daha yagın, güneş sisteminin de toz ve kozmik ışın bombardımanına tutulma olasılığının daha yüksek olduğu gerçeğiyle örtüşüyor.
Öte yandan Pavlov tozların Dünya’ya akın etmesinin kayalardaki uranyum-235 düzeylerini yükselmesine yol açabileceğine inanıyor ve şimdilerde çok sayıda yerbilimcinin bu savı araştırmakta olduğunu dile getiriyor.
3- KUYRUKLUYILDIZ VE ASTEROİTLER: UYGARLIĞIMIZI YOK EDECEK OLASILIK
Güneş Sistemi’nin uzak çevresindeki buzlar dünyasından gelen göktaşlarından kaynaklanan, dinozorların yok oluşuna yol açan benzer bir çarpışmanın günümüzde meydana gelmesi durumunda uygarlığımızın da son bulacağına kesin gözüyle bakılıyor.Plüton’un ötesinde, Güneş Sisteminin ucunda Oort bulutu adıyla bilinen buz öbeklerinden oluşmuş küresel bir bulut dönüyor. Bu bulutun yerçekimsel dengesi zaman zaman bozuluyor ve buz öbeklerinden bir ya da birkaçı kuyrukluyıldız olarak güneş sisteminin içlerine doğru düşmeye başlıyor. Öyle ki, bunun Dünya’ya çarpması işten değil.
Bizlerin daha yakınında güneşin çevresinde dolanan çok sayıda küçük asteroit yer alıyor. Bunların yörüngelerinin dünya yörüngesiyle çakışması durumunda da asteroitler korkunç bir darbeyle gezegenimize düşebilirler.
Meksika’nın Yucatan yarımadasında bulunan Chicxulub krateri dinozorların yok oluşuyla örtüşüyor. Krateri bulan Calgary Üniversitesi’nden Alan Hildebrand benzer bir çarpışmanın günümüzde meydana gelmesi durumunda uygarlığımızın da son bulacağına kesin gözüyle bakıyor.
Daha yüksek risk
Peki, böylesi bir olayı yaşama olasılığımız nedir? Hildebrand’a göre Chicxulub çapında bir çarpışma 100 milyon yılda bir yaşanan bir olgu. Ancak böylesi bir çarpışmanın 65 milyon yıl önceki gibi bir etki yaratması için Dünya’nın topu topu %2’sini kaplayan karbonat ve sülfat kayalıklarına çarpması gerekiyor.
Çünkü çarpışmanın yarattığı ısı bu kayaların buharlaşıp karbon ve kükürt dioksidi atmosfere yaymalarına neden oluyor. Oysa, Sibirya’daki Popigai krateriyaklaşık 35 milyon yıl önce meydana gelen bir çarpışmanın sonucu olmakla birlikte, o dönemde ciddi bir tükeniş yaşanmadı. Kısacası, konum önemli bir rol oynuyor.
Oluşumundan bu yana belirli dönemlerde Dünya bombardımana tutulma açısından daha yüksek bir risk taşıyor.
Esas korkmamız gereken
Shaviv galaksisinin çevresinde yapılan yolculuk sırasında yaklaşık 30 milyon yıllık dönemlerde galaksimiz düzleminde aşağı yukarı hareket ettiğimizi belirtiyor ve bunun da Oort bulutunun dengesini bozduğuna ve kuyrukluyıldızla çarpışma riskini artırdığına dikkat çekiyor.
Bu arada dev bir moleküler bulutun içinde yol almak da kuyrukluyıldızlarda şiddetli bir yer değişimine yol açabilir. Birkaç milyon yıl sonra böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalabilirsek de, şimdilik asıl asteroitlerden korkmamız gerekiyor.
Olası çarpışmaları araştıran NASA uzmanlarından Don Yeomans halihazırda gezegenimizi etkileyen cisimlerin yalnızca %1’ini kuyrukluyıldızların oluşturduğunu, %99’unun dünyaya yakın asteroitler olduğunu belirtiyor.
4- GAMMA IŞINI PATLAMALARI: EN TEHLİKELİSİ Mİ?
Uzaybilimciler Dünya için en büyük tehlikenin ne olduğu yönünde farklı görüşler öne sürmekle birlikte, birçoğu yürekler hoplatan bu yolculuğun henüz sona ermediği görüşünde birleşiyor. Şimdi kemerlerinizi bağlayın ve uzaydan gelebilecek olası en büyük beş tehlikeyi sıralamadan önce derin bir soluk alın.
1960’ların sonlarında A.B.D nükleer deneyleri yasaklayan sözleşmeyi çiğneyen Sovyetler’i gamma ışını alıcılarıyla donatılmış askeri uydular aracılığıyla izliyordu.
Ne var ki, alıcılar Dünya’dan sinyaller almak yerine uzaydan sürekli kısa ve güçlü sinyaller alıp duruyorlardı.
Aradan onca yıl geçmesine karşın bu sinyallerin kaynağı henüz bilinmiyor.
Uzaybilimciler özel türde bir süpernova olasılığı üzerinde duruyorlar. Sımsıkı odaklanmış gamma ışınları ve kozmik ışınların düşmekte olan yıldızdan hızla fışkırdığı gamma ışını patlaması sıradan bir süpernovadan 100 kat daha parlak oluyor.
Ayrıca bunlar çok daha kısa ömürlü olup, genelde bir dakikadan kısa bir süre var oluyorlar.
Ozon katmanı yok olabilir
Gamma ışını patlamaları bilinen evrenin ucundan görülebildiği için, uzaybilimciler her gün en az bir tanesine tanık olurlarken, süpernovalara birkaç on yılda bir rastlıyorlar.
Sıradan süpernovalar tümden ele alındığında evrende çok daha yaygın bulunmakla birlikte, Kansas Üniversitesi’nden Brian Thomas ve arkadaşları gamma ışını patlamalarının Dünya için çok daha büyük bir tehlike oluşturabileceklerine inanıyorlar.
Atmosferik bir bilgisayar örneğinden yararlanan araştırmacılar böylesi bir patlamanın Dünya’nın 6000 ışık yılı ötesinde meydana gelmesi durumunda ozon katmanının %35’ini yok edip yeryüzündeki yaşamı normal düzeyde kızılötesi B ışınına kıyasla üç kat daha fazla etkileyeceği sonucuna vardılar. Thomas yalnızca birkaç saniye sürecek böyle bir patlamanın etkilerinin yıllarca sürebileceğine dikkat çekiyor.
Temelden sarsar
Peki, Dünya tarihinde böyle bir patlamaya hiç tanık olundu mu?
Bu yönde doğrudan herhangi bir kanıt olmamakla birlikte, Thomas ve meslektaşları büyük kitlesel tükenişlerden en az birinin gamma ışınlarından kaynaklanmış olabileceğine inanıyor ve 443 milyon yıl önce bitki ve hayvan türlerinin yarıdan çoğunun yeryüzünden silindiği Ordovician tükenişine işaret ediyorlar.
Thomas olayda canlı kalmayı başarabilen türlerin önemli bir kanıt oluşturduğuna, bunların ya derin sularda ya da çok yükseklerde yaşayan canlılar olmasının UVB’nin oralarda pek de etkili olmadığının bir göstergesi sayılabileceğine parmak basıyor.
Ancak gamma ışını patlamalarının çok sık meydana gelmediklerine de dikkat çeken araştırmacı Dünya’yı temelinden sarsacak yakınlıkta bir patlamanın bir milyar yılda bir kez yaşanabilecek bir olgu olduğunu belirtiyor.
5- MAGNETARLAR
Henüz yeni keşfedilen uzayın bu en garip nesnelerinden olan magnetarlar, 10 ışık yılı uzağımızda olmaları durumunda çevreye yayılacak aşırı dozda kızılötesi ışınımın etkisiyle ortalığı kırıp geçirebilir.Evrenin en garip nesnelerinden sayılan magnetarlar evrendeki öteki nesnelerin tümüne kıyasla çok daha güçlü bir manyetik alana sahip olan özel bir nötron yıldızı türü. On yıldan kısa bir süre önce keşfedilen magnetarların süpernova kalıntıları oldukları sanılıyor.
NASA Goddard Uzay Uçuş Merkezi astrofizikçilerinden Neil Gehrels magnetarların zaman zaman gamma ve X ışınları saçtıklarını, birkaç dakika süren bu patlamalar sırasında güneşin bir yılda yaydığı enerjiye denk miktarda bir enerjinin ortaya çıktığını belirtiyor.
Uzaybilimcilerin büyük bir bölümü bugüne dek magnetarlara yabansıl bir merak gözüyle bakıyorlardı.
Ancak Gehrels ve arkadaşları 27 Aralık 2004 tarihinde SGR1806-20 adı verilen bir magnetardan kaynaklanan, öncekilere kıyasla 100 kat daha parlak bir ışıltıya tanık oldular.
Ortalığı kırıp geçirebilir
Bu görüntü karşısında araştırmacılar magnetarın Dünya üzerinde ne gibi etkileri olabileceğini sorgulamaya başladılar. Gehrels gezegenimizin 30,000 küsur ışık yılı uzağında yer aldıkları sanılan magnetarların daha yakında, söz gelimi 10 ışık yılı uzağımızda olmaları durumunda çevreye yayılacak aşırı dozda kızılötesi ışınımın etkisiyle ortalığı kırıp geçirebileceklerine inanıyor.
Magnetarlar içinden çıkılması ve incelenmesi bir hayli güç nesneler olduklarından, böylesi bir magnetar parlamasına yakalanma olasılığının hesaplanması da hiç kolay değil. Görünüşe bakılırsa, magnetarlar belli dönemlerde etkinlik kazanıyor ve birkaç günde bir sinyal yayıyorlar. Yıllarca sürebilen bu dönemin ardından uykuya geçiyorlar.
Gehrels’e göre magnetarlar gamma ışını patlamaları kadar güçlü olmasalar da, parlamalarının çok daha sıklıkla ve gezegenimizin çok daha yakınında meydana gelmesi nedeniyle, Dünya için çok daha ciddi bir tehlike sayılabilirler.
New Scientist’te yayımlanan yazıda şöyle deniyor: Bugüne dek ancak on kadar magnetarın saptanabildiğine dikkat çeken Gehrels,’Eldeki örnekler bu denli kıt olunca dev magnetar parlamalarının hangi sıklıkta meydana geldiğini kestirebilmek de bir hayli güç oluyor. Ancak son 500 yılda Dünya’ya yakın bir parlama meydana gelmiş olabilir ve bunun sonucunda kayda değer bir kitlesel tükeniş yaşanmış olabilir,’ diyor.