Oluşturulma Tarihi: Aralık 27, 2004 23:21
Bugüne kadar Güneş Sistemi’miz ve yakın uzayla ilgili bizi büyüleyen görüntüler ve şaşırtan bilgilerin büyük çoğunluğu, yeryüzündeki, ayna boyutları en çok 6,5 ile 8,2 metrelik teleskoplarla gerçekleşti. Bunlar sayesinde Güneş Sistemi’mizin sandığımızın ve algıladığımızın çok ötesine uzandığını ve başka gezegenleri de içerdiğini gördük.
Dev boyutlu optik teleskoplar çağının ne denli kısa bir geçmişi olduğunu ve bu yüzden de uzayın derinlikleri, hatta kendi güneş sistemimiz konusunda bile ne denli az şey bildiğimizi genellikle unuturuz. Çağdaş uzaybilim çağının büyük bir bölümünde, Kaliforniya’daki Palomar Dağı’na yerleştirilen ve yapımı 1949 yılında tamamlanan yaklaşık 5 metrelik Hale Teleskopu ile yetinildi.
60’lı ve 70’li yıllarda Arizona’nın Kitt Peak tepesinde mantar gibi teleskoplar bitmeye başladı. Ne var ki, sayıları iki düzineyi aşan bu teleskopların hiçbirinde ayna genişliği 4 metreden fazla değildi.
10 metrelik aynasıyla Keck I teleskopu yaklaşık son elli yıla damgasını vuran en kayda değer gelişme oldu. Teleskop 11 yıl önce Hawaii’nin Mauna Kea yanardağında devreye girdi. Bunun yanı başına yerleştirilen Keck II adlı ikizi ancak 1966’da tamamlandı.
Hawaai’deki bu sönmüş yanardağ, Subaru ve Gemini North’un da katılımıyla, şimdi dört dev optik teleskop barındırıyor.
Değişen gerçeklik
Ayna boyutları 6,5 ile 8,2 metre arasında değişen yedi başka teleskop da Şili tepelerinde yer alıyor. Bu teleskopların hiçbiri 1999 yılından önce devreye girmedi.
Arizona Graham Dağı’nda yapımı süren dev teleskopun ise, 8,4 metrelik iki aynasıyla uzayın derinliklerine ışık tutması bekleniyor. Üstelik, tüm bu yapım telaşı optik uzaybilimde altın çağın yalnızca bir başlangıcı sayılıyor.
Uzayın derinliklerini net bir biçimde görmek, gerçeklikle ilgili bakış açımızı tümden değiştiriyor.
Daha bu yıl neredeyse Plüton büyüklüğündeki gizemli uzay cismi Sedna’nın güneşten en uzak dokuzuncu gezegenden yaklaşık üç kat daha uzaktaki bir yörüngede döndüğü haberiyle sarsıldık.
Bu cisme yeni bir gezegen gözüyle bakmak her ne kadar cazip gelse de, Sedna’nın gezegenler konusunda ne denli az şey bildiğimizi gözler önüne serdiğini söylemek çok daha doğru olur.
Güneş Sistemi çok kapsamlı
Artık güneş sistemimizin sanıldığından çok daha kapsamlı olduğunu, Plüton’dan yüzlerce kat daha uzaklardaki Oort bulutunda muhtemelen Mars büyüklüğünde gezegenimsi cisimlerin bulunduğunu yavaş yavaş kavramaya başladık.
Sedna türü uzay cisimlerini saptamak için ille de büyük teleskoplara gerek duyulmasa da, bu cisimleri daha yakından gözlemlemek ve içyüzlerini daha ayrıntılı bir biçimde anlamak için dev teleskoplara başvurmak gerekiyor.
Plüton’un ötesi, güneş ışığını çok az aldığından, her bir fotonun yakalanması büyük bir önem taşıyor. Bu nedenle uzaybilimciler büyük düşünmek ve uzgörülü olmak zorundalar.
Ulusal Bilim Vakfı adına çok sayıda teleskopun yönetimini üstlenen Ulusal Optik Uzaybilim Gözlemevi 30 metrelik bir teleskopun tasarımı üzerinde çalışırken, Avrupa Güney Gözlemevi de 100 metrelik bir teleskop geliştirmeyi tasarlıyor.
Bu yeni aygıtların uzayın karanlıklarına dalmasıyla birlikte önümüze kimbilir ne büyüleyici dünyalar açılacak?
Plüton gezegen değil mi?
Uzay ve Güneş sistemi üzirine araştırmalar sürdükçe, çok ilginz yeni bilgiler elde edilmeye başlandı, örneğin bazı gezegenbilimciler, Yerküre ile birlikte 9 gezegenimizden biri olan Plüton’u, gezegen olarak görmüyor.
Caltech’te (Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü) gezegenler konusunda uzman bir uzaybilimci olan Mike Brown’un, artık Plüton’un güneş sistemindeki konumundan kesinlikle emin.
"Plüton bir gezegen değil. Ona gezegen dememizi gerektiren mantıklı bir neden yok," diyen Brown, sayıları giderek artan bir grup meslektaşı gibi, Plüton’un Kuiper Kuşağı’nın bilinen en büyük üyesi olarak ele alınması gerektiğine inanıyor.
Kuiper Kuşağı olarak bilinen ve içinde Güneş’in çevresinde dönen kayalık ve buzlu minik gezegenler barındıran bu kuşak, Neptün’ün ötesinden yaklaşık 8 milyar kilometrelik bir alana uzanıyor.
Plüton’un ötesi
Discover kasım sayısında yayımlanan yazıda, Mike Brown, "Plüton’un bir gezegen olmadığını söylemek ona gölge düşürmek anlamına gelmiyor. Bence Plüton son derece ilginç ve büyüleyici. Üstelik, Kuiper kuşağındaki en büyük cisim olması da, az buz bir şey değil," diyor.
Plüton artık ücra bir yerde tek başına gezinen bir cisim değil. Bir dizi buluş, Plüton’un gizemini bugün de koruyan ve içinde sıradışı sayısız uzay cismini barındıran alabildiğine geniş bir boşluğun yalnızca bir başlangıcı olduğunu ortaya koyuyor.
Farklı biçim, renk ve boyutlardaki bu cisimlerin birçoğu kendi uydularına sahipken, kimileri Neptün’ün ya da oradan geçmekte olan yıldızların çekim gücüyle garip yörüngeler çiziyorlar.
Bu alabildiğine geniş boşluğun keşfedilmesinde henüz emekleme dönemini yaşayan uzaybilimcilerin gelecekte daha nice garip uzay cismini aydınlığa kavuşturacaklarına inanılıyor.
Uzaybilimci Kenneth Edgeworth ve Gerard Kuiper, 40’lı ve 50’li yıllarda birbirlerinden bağımsız olarak Neptün’ün yörüngesinin ötesinde buzlu kayalıklardan oluşan bir havzanın yer aldığını öne sürdüler.
Dahası var
Bu kayalıkların birçoğu, yörüngeleri 200 yıldan öncesine uzanmayan ve hızla güneşe doğru yol alan kısa dönemli kuyrukluyıldızlara dönüştü.
Plüton ayrı tutulacak olursa (1930’da bulundu), Kuiper kuşağındaki ilk uzay cismi 1922 yılında Jane Luu ve David Jewitt adlı uzaybilimciler tarafından belirlendi.
O günden bu yana Edgeworth-Kuiper kuşağında, aralarında Plüton büyüklüğünde birkaç dev cismin de yer aldığı, 800’ü aşkın uzay cismi saptandı. Bunlardan en büyük iki tanesi Brown ve arkadaşları tarafından bulundu. Araştırmacılar kuşakta en az 100,000 cismin yer aldığını, kimilerinin neredeyse Plüton boyunda olduğunu öne sürüyorlar.
Gelgelelim, güneş sistemimiz bu kadarla kalmıyor. Kuiper kuşağının ötesinde yıldızlararası uzay sınırlarına uzanan küresel bir kabuk olan ve kendi karanlık buz toplarını güneşe fırlatan gizemli Oort Bulutu yer alıyor.
Orada, kimileri Merkür ya da Mars büyüklüğünde olan, trilyonlarca başka uzay cisminin bulunabileceğine inanılıyor.
Bilim insanları güneş sisteminin gezegenlerden önceki geçmişinin bu uzak diyarlarda gömülü olduğuna dikkat çekiyorlar.
Kuiper Kuşağı ve Oort Bulutu’ndaki her bir cisim, 4,5 milyar yıl önce oluşan güneş sisteminin tarihçesine ışık tutan yerbilimsel bir fosil özelliği taşıyor. Bunların bileşimlerinin belirlenmesi ve neden şimdiki konumlarında olduklarının kavranmasıyla gezegenlerin oluşum sürecinin aydınlığa kavuşturulacağına inanılıyor.
SEDNA: YENİ BİR MİNİGEZEGEN DOĞUYOR
Geçtiğimiz yılın sonlarında Mike Brown ve arkadaşları tarafından saptanan Sedna, Güneş Sisteminin derinliklerinde bugüne dek bulunan en büyük, en uzak ve kimilerine göre en garip cisim. Çapı bir olasılıkla 1760 kilometreyi bulan bu cismin koyu kırmızı renkteki gizemli yüzeyi ne Plüton’un ne de Kuiper Kuşağındaki öteki cisimlerin yüzeyini andırıyor.
Sedna’nın yörüngesi ise çok daha garip. Yörünge, Güneşin 11 milyar kilometre uzağından geçerek (Plüton’un Güneşe uzaklığının neredeyse iki katı) Kuiper Kuşağının dışından dolanıp muhtemelen Oort Bulutuna giriyor.
Kuiper Kuşağından ayrılan bir cisim, Oort Bulutunun içinden çıkan bir kuyrukluyıldız, ya da çok farklı bir şey olabilir mi?
Sedna’nın sıradışı yörüngesi onun da 4,5 milyar yıl önce Dünya’yı oluşturan aynı gaz ve toz bulutundan meydana geldiğini gösteriyor. Sedna yaşamına Kuiper kuşağında başlamış olabilir. Daha sonra kazara Neptün’e çok yaklaşması onu yoldan çıkartmış ve yörüngesini güneşten daha da uzaklara fırlatmış olabilir. Ikinci bir olayla, belki geçmekte olan bir yıldızın çekimiyle, Sedna Neptün’ün etkisinden kurtulmuş olabilir.
Yıldızların büyük bir çoğunluğu, Orion Bulutsusunda olduğu gibi, başka yıldızların eşliğinde ortaya çıkarlar.
Ne var ki, Sedna bulununcaya dek elimizde güneşimizin böyle bir toplumsal özelliği olduğu yönünde somut bir kanıt yoktu.
Günümüzde bizlere en yakın yıldızlar bile ışık-yıllarca uzağımızdalar. Oort Bulutu konusunda uzman olan Luke Dones, Sedna’nın yörüngesinin güneşin yoğun bir öbekten oluştuğu yönünde ilk somut kanıt sayılabileceğine, benzer yörüngeleri olan başka cisimlerin bulunması durumunda, güneşin oluşum sürecinin aydınlığa kavuşturulabileceğine dikkat çekiyor.
Sedna:
Bulunuşu: 14 Kasım 2003
Güneşten uzaklığı: 13 milyar kilometre; 11 ile 144 milyar kilometre arasında değişiyor
Çapı: 1280-1760 kilometre
Yörüngesel süresi: 10,500 gün
Özellikleri: Güneş sistemindeki en soğuk cisim.
PLÜTON: ESKİ BİR GEZEGENİN SONU
Güneş Sistemi’mizin gerçekte ne denli geniş ve garip olduğunu daha yeni yeni kavramaya başlıyoruz. Sayıları giderek artan uzaybilimcilerden bir grup, örneğin Plüton’un bizim Güneş Sistemi’ne ait bir gezegen olmadığını, Neptün’ün ötesindeki buz ve kayalardan oluşan Kuiper Kuşağı’na ait olduğunu ileri sürüyor...
Uzaybilimci Clyde W. Tombaugh kılı kırk yardığı bir araştırma sonucunda 1930 şubatında Plüton’un belli belirsiz devinimini saptadığında ne Kuiper kuşağı, ne de Oort bulutundan haberdardık. Minik Plüton hiç de beklendiği gibi çıkmadı. Yine de, dokuzuncu gezegen olarak dünya çapında bir ün kazandı.
Gemini Kuzey Gözlemevi uzaybilimcilerinden Chad Trujillo, "Plüton günümüzde bulunmuş olsaydı, ona herhalde gezegen demezdik. Belki 70 yıl sonra Plüton’u gezegen olarak tanıyan herkes göçüp gittiğinde bu cisim bambaşka bir kimliğe bürünecektir. Ama şimdiden böyle bir işe kalkışmaya gerek görmüyorum," diyor. Gezegen, uydu, göktaşı ve öteki kozmik buluşların adlandırılmasından sorumlu Uluslararası Uzaybilim Birliği de Plüton’un adını değiştirmek gibi bir niyetleri olmadığını belirtiyor. Brown da benzer cisimlerden oluşan bir grubun parçası olan ve kendine özgü farklı bir varlık göstermeyen cisimlerin gezegen olmadığına parmak basıyor.
Plüton
Bulunuşu: 18 Şubat 1930
Güneşten uzaklığı: 5,9 milyar kilometre; 4,5 ile 7,4 milyar kilometre arasında değişiyor
Yörüngesel süresi: 249 yıl
Çapı: 2288 kilometre
Özellikleri: Plüton’un kendisinden biraz küçük Charon adında bir uydusu var. Her iki cisim de tam tamına aynı hızda dönüyor (6387 Dünya günü)