Oluşturulma Tarihi: Ocak 19, 2002 00:54
Uzayın derinliklerine bir yolculuk yapmayı düşlüyorsanız ve birileri size oralarda taze balık yiyebileceğinizi söylese şaşırmaz mısınız?
Böylesi bir yolculukta yanınıza almanız gereken şeyler, doğal olarak, uzayın ne denli derinliğine gitmek istediğiniz ölçüde artar. Bu durumda, sürekli olarak besin ve oksijen takviyesinde bulunan, ek besin ve yakıta gerek kalmaksızın, dışkılarınızı yeniden işlemden geçiren bir sistem son derece yararlı olur.
Ruhr Üniversitesi’nden
Volker Blüm ile
Frank Paris’in geliştirdiği işte tam da böyle bir sistem. Uzay gemisi içinde bir biyosferin olduğu bu sistem ilk bakışta insana anlamsız gibi gelse bile, hiç de öyle değil. Çünkü, Paris’in sonunda ulaştığı yapay bir ekosistemden başka bir şey değil. Tıpkı yeryüzündeki ekosistem gibi, bunun da çalışması için gerekli olan tek şey ışık.
Uzayda tahıl
NASA uzayda tahıl yetiştirmeye kalkıştığında, besinleri köklerden yapraklara taşıyan kılcal düzenek yerçekiminin azlığı nedeniyle gerektiği gibi işlemediğinden, kimi sorunlarla karşılaşmıştı. Böyle olunca, Blüm ve Paris suya dayalı bir sistemin çok daha iyi sonuçlar verebileceğini düşündüler. Çünkü köksüz su bitkileri fotosentez süreci açısından son derece etkin olup, kılcal düzeneğe gerek duymazlar.
Yıllar süren yoğun uğraşlardan sonra, Paris ve Blüm içinde balık, su salyangozları, bitki ve mikropların dengeli bir ortamda yaşamlarını sürdürebildikleri, kendi kendine yetebilen minyatür bir ekosistem geliştirdiler ve bunun ilk uzay denemesini 1998’de yaptılar. Uzay mekiğinin taşıyabileceği yük 8 litre gibi az miktarla kısıtlı olduğundan, sisteme zaman zaman
balık ve ışık takviyesinde bulunulması gerekmekteydi.
Herşey dengede
Biyokürenin bitkileri, hemen hemen tümü yenebilen, sudaki ışık, karbondioksit ve besinlerle beslenen, dışarıya oksijen veren, köksüz boynuzotlarından oluşuyor. Buna karşılık, deniz salyangozları, kılıçkuyruk balıkları ve mikroplar bitkilerin saldıkları oksijeni soluyup, dışarıya karbondioksit yayıyorlar.
Dışkılara gelince, bunlar hayvanların bedenlerinden çıkan amonyağı okside eden mikroplar tarafından işlenip, sonunda bitkilerin kullandığı nitrat iyonlarına dönüştürülüyor.
Hızla üreyen balıklar yavrularının bir bölümünü
yemek suretiyle sayılarını dengede tutuyorlar.
Su salyangozları cansız balık bedenlerinden kalan artıklarla besleniyorlar. Bitkiler kendi kendilerini denetleyip, aşırı düzeyde geliştiklerinde bu gelişmeye kendiliklerinden son veriyorlar.
Uzay gemisinin içindeki canlılar son derece az olan yerçekimine ayak uydurmakta pek zorlanmadılar. Balıklar, karınları ışığa dönük bir biçimde ‘baş aşağı yüzüyorlarmış’ izlenimini verseler de, devinimlerinde en az yeryüzündeki kadar rahattılar. Salyangozlar yalnızca iliştikleri su tankından koptuklarında sorun yaşadılar. Böyle bir durumda, suda yüzerken bedenlerini gerip kendilerini yeniden tanka iliştirmeye çalıştılar. Gelgelelim, bu girişimleri sonucunda karşılaştıkları ilk nesne genellikle bir başka salyangoz oldu. Bu da, ‘salyangoz yumaklarının’ oluşmasına neden oldu.
NASA projeyi beğendi
Suya dayalı sistemlerin uzayın derinliklerinde yaşamın sürdürülmesi açısından önemli bir rolü olduğu görüşüne NASA da katılıyor. Kennedy Uzay Merkezi biyologlarından William Knott, tek sorunun bu sistemlerin uzun süre işler durumda kalmasını sağlamak olduğuna dikkat çekiyor.
Sistemin başarılı oluşunun sıradışı türlerin seçilmiş olmasından kaynaklandığına parmak basan Blüm, boynuzotunun lezzetli olduğunu, ancak kauçuğumsu bir tadı olan kılıçkuyruk balıklarının yerine başka bir seçenek bulmak istediğini dile getiriyor!É
İki Alman bilim adamı, uzay yolculuğu sırasında, tamamen uzayda yetiştirilecek taze bitki ve deniz ürünleriyle beslenmek için proje hazırladılar. Bol bol boynuzotu yenecek.