Eski dünya, Kızılderilileri Kristof Kolomb’dan sonra tanıdı. Kolomb, 1492 yılında Bahamalar’daki San Salvador sahillerine ayak bastığında buranın Hindistan olduğunu sanarak karşılaştığı ilk insanlara Indios (Hintliler) adını verdi. Birçok tarih kitabına göre Kızılderililer, ‘Beyaz adamın’ kıtaya ayak basmasından önce son derece ilkel bir yaşam sürüyordu.
Avcılık ve toplayıcılıkla geçinen doğru dürüst yerleşmeleri olmayan bu insanlar hiçbir şey üretmeyen ‘vahşilerdi’. O tarihte yeni kıtada ne kadar Kızılderili’nin yaşadığı kesin olarak bilinmiyor, tahmini rakamlar bir ila bir buçuk milyon civarı.
Kolomb’dan önceki Amerika’yı araştıran Amerikalı Bilim Gazetecisi Charles C.Mann, son kitabında ( ‘1941- New Revelations of the Americas before Columbus’) aslında Amerika’da o tarihlerde Avrupa’dan daha çok insan yaşadığını söylüyor. Mann, yeni kıtayı ilk keşfedenlerin gezi notlarını ve son araştırma sonuçlarını değerlendirdikten sonra çok daha ilginç bilgilere ulaştı.
Nüfus yoğundu
Okul kitaplarında 14.000 yıl önce Sibirya’dan o zamanlar varolan bir kara köprüsü üzerinden Amerika’ya geçtikleri söylenen ve İnka, Maya ve Aztek kültürlerinden başka bir şey üretmeyen Kızılderililer Avrupa’dakiler kadar eski ve zengin kültürler yaratmıştı. Yerlilerin birçoğu çiftliklerde hatta o zamanki Londra ve Madrid kadar yoğun nüfuslu kentlerde yaşıyordu.
Genetikçiler kalıtım analizlerinin yardımıyla, ilk insanların 22.000 hatta 30.000 yıl önce bir olasılıkla gemilerle Asya’dan Amerika’ya geldiklerini hesapladılar. O tarihlerde Avrupa’nın kuzeyi henüz kalın bir buz tabakasıyla örtülü dolayısıyla da henüz yerleşilmemiş bir bölgeydi.
Amerikalı antropolog Henry Dobyns, Kolomb’dan önceki Amerika nüfusunun 112 milyon kadar olduğunu tahmin ediyor.
Oysa Fransız kaşif René Robert Cavelier, Kolomb’dan yaklaşık olarak iki yüz yıl sonra Mississippi bölgesine geldiğinde Kızılderili yerine tozu dumana katan bizon sürüleriyle karşılaşmıştı. Milyonlarca insan nereye gitmişti?
Beyazların bakteri silahları
Mann, 17.yy’ın başlarında Atlantik’in doğu kıyısında yaşayan 100.000 kadar Kızılderili’nin ilk başlarda Avrupalı denizcilerle ticaret yaptıklarını ancak yabancıların kıtaya yerleşmelerine izin vermediklerini yazıyor.
O zamanlar henüz barutlu tüfeklerle savaşan Beyazların karşısında Kızılderililerin okları daha güçlüydü. Fakat beyazların kendilerinin bile farkında olmadıkları silahları vardı. Üstelik bunlar ateşli silahlardan çok daha tehlikeliydi: Kızamık veya çiçek virüsü ve diğer hastalık etkenleri.
Örneğin 1616 yılında Cape Cod sahillerinde batan bir Fransız gemisinden kurtulanları köylerinde bakan Kızılderililer, arkeolog Arthur E,Spiess ve Virginia Tıp Koleji, klinik araştırmalar müdürü Bruce D.Spiess’e göre büyük bir olasılıkla hepatit virüsü kapmıştı.
1616-1619 yılları arasında böylece bölgedeki Kızılderili nüfusunun %90’ı eriyip yok olmuştu. Korkunç salgından sonra Kızılderililer yerleşmelerini olduğu gibi bırakıp kaçmaya başladılar.
Kitlesel ölümler
Ve bu salgın daha sonra 1620 yılında Massachusetts eyaletine gelen ‘Mayflower’ tayfasına yarayacaktı. Massachusetts sahiline 9 Kasımda yanaşan Püritenler aç ve susuz bir şekilde karaya indiklerinde yeni terkedilmiş bir Kızılderili yerleşmesiyle karşılaşırlar ve evlerde ve açtıkları çukurlar içinde mısır ararlar ‘ve Tanrı onlara gerçekten de mısırı sunar’.
Yaklaşık bir ay sonra koloniciler Plymouth’a geldiklerinde terkedilmiş diğer bir Kızılderili yerleşmesi bulurlar. İngiliz tüccar Thomas Morton günlüğüne şu notu düşer: ’Kızılderililer toplu halde ölü olarak evlerinde yatıyorlardı ve etraftaki kemikler ve kafatasları dehşet verici bir görüntü oluşturuyordu. Sanki yeni bir Golgot tepesi bulmuştuk.’
Bu tarihte önemli bir gelişme yaşanır, sayıları iyice azalan Kızılderililer artık yabancılarla işbirliği yapmaya hazırdırlar ve onlara bir yerleşme kurmalarına izin verirler. Böylece İngilizlerin Kuzey Amerika’nın kapısını açan Plymouth kurulur.
Bağışıklık sistemleri zayıf
Charles Mann’a göre salgınlar Amerika’nın eski bölgelerinde hiç eksik olmadı. Kızılderili halklarının yok oluşundan aslında kılıçlar ve ateşli silahlar değil bakteriler ve virüsler sorumluydu.
Domuzlarıyla ve keçileriyle aynı çatı altında yaşayan Avrupalılara karşın Kızılderililer pek evcil hayvan beslemiyorlardı. Bu yüzden bağışıklık sistemleri her türlü hastalık etkenine karşı çok duyarlıydı.
Hatta Mann, milyonlarca Kızılderili’nin daha henüz bir ‘soluk benizli’ bile görmeden virüslerin ve bakterilerin kurbanı olduklarını öne sürüyor.
İşte bu nedenle diyor Mann, Kolomb’dan önceki Amerika’nın en otantik görüntülerini en eski belgeler sunmakta. Örneğin Amazonlar balta girmemiş orman değil önemli ölçüde kültüre alınmış bir araziydi.
Aralık 1541’den sonra aylarca Amazonlarda dolaşan İspanyol Gaspar de Carvajal ‘çok sayıda büyük yerleşmeler’den söz eder. Fakat de Carjaval, çiftleşmek için erkekleri kovalayan kadın savaşçılardan da söz ettiği için ‘Amazonların’ öyküsü bilginlere o kadar fantastik gelir ki bunların tamamen palavra olduğuna inanırlar.
Orman ekonomisi
Fakat antropologlar artık Amazon havzasındaki yağmur ormanların yoğun bir şekilde yerleşildiğini düşünüyorlar ve Charles Mann bu bölgenin ‘cultural artefact’ (insan eliyle yaratılmış kültürel alan) olduğunu söylüyor.
Kızılderililer sadece lezzetli meyveler veren ağaçları bilinçli olarak dikerek verimli bir orman ekonomisi yürütüyorlardı. Ve yaklaşık olarak 4000 yıldan önce, bugünün Meksika’sında daha sonra Kuzey Amerika’ya kadar yayılacak bir mısır türünü kültüre almışlar.
Kızılderililerin yerleşik yaşama geçip kentler kurması tarım sayesinde mümkün olmuştu. Günümüzdeki St.Louis kenti yakınlarındaki Cahokia’da 900 yıl kadar önce 40.000 insan yaşıyordu ve Texas Üniversitesi coğrafyacısı William Doolittle, Kızılderililerin bugünkü ABD topraklarının üçte birini işlediklerini anlatıyor.
Vahşi Batı efsanesi
Kızılderililer tarla açmadıkları yerlerde ‘Pecan’ (cevize benzer bir ağaç) ve kestane ağaçları dikiyor, bu sayede içlerinde geyiklerin ve bizonların yaşadıkları küçük ormanlar yaratıyorlardı.
Ve Kaliforniyalı bilim adamı Dale Lott’un yaklaşık 200 yıl önce Pasifik’e açılan kaşiflerin ‘kesinlikle vahşi bir doğayla değil Kızılderililerce, Kızılderililer için işletilen dev otlaklar ve çayırlarla’ karşılaştıklarından söz etmekte.
Kızılderili kültürü, Beyaz adımın kıtaya taşıdığı hastalıklardan binlerce yıl önce Amerika’ya damgasını vurmuştu. Fakat 16.yy’dan itibaren salgınlara kurban giden Kızılderili kabileleri birer birer kayboldular.
http://cogweb.ucla.edu, www.usna.edu, der Spiegel kaynaklarından hazırladığımız habere göre, meydan bir zamanlar yerliler tarafından avlanan hayvanlara ama özellikle de bizonlara kaldı.
Keşfettiği bölgeye Louisiana adını veren Fransız kaşif La Salle’nin 1682 yılında karışlaştığı manzara işte buydu. Ve bu insansız doğa aynı zamanda ‘Vahşi Batı’ efsanesinin de doğuşu oldu.
Bu sayfadaki resimler kızılderililerin Cahokia yerleşmesine ait.