Oluşturulma Tarihi: Nisan 28, 2002 15:45
Sosyalleşme süreci, ilk dilin ortaya çıkışı, kültürel patlama... bütün bunları beynimizdeki bir gurup uzmanlaşmış sinir hücrelerine, ‘ayna’ veya ‘yansımalı’ nöronlara borçluyuz.
Parma Üniversitesi araştırmacılarından Vittorio Gallese tarafından ilk kez bundan beş yıl önce, keşfedilen beynimizdeki bazı sinir hücreleri (‘mirror neurons’), bilimin birçok alanında yepyeni ufuklar açtı. Bize taklit yetisini kazandıran bu nöronlar üzerindeki araştırmalar, merak ettiğimiz bir çok olayı da yavaş yavaş aydınlanıyor.
Örneğin Toronto Üniversitesi psikologlarından William Hutchison, depresyon tedavisi gören hastasına uyguladığı bir testle ağrı/acı hücresinin ne şekilde uyarıldığını buldu. Doktor önce beyni elektrotlara bağlı hastasının parmağına bir iğne batırdı. Tek bir hücreden yansıyan kıvılcım görülürken, hasta da aynı anda acıyı hissettiğini söylüyordu. Ağrının kıvılcımı saptanmıştı.
Ağrıyı taklit
İkinci deney çok daha şaşırtıcıydı: Bir dakika sonra doktor iğneyi bu defa hastanın değil kendi parmağına batırdı. Hasta da olayı seyrediyordu. Hasta bu sefer acı duymamıştı, fakat sinyaller yine ağrı hücresinin uyarıldığına işaret ediyordu. Yani hastanın beynindeki sinir hücresi, uyarılmadığı halde, doktorun duyduğu acıyı taklit ediyordu!
Hutchison bu basit test sayesinde önbeyinde barınan taklit hücrelerinin varlığını yeniden kanıtlamış oldu. Bu hücreler sadece kendi hareketlerimiz sırasında değil, başkalarının davranışlarını izlediğimizde de uyarılıyorlar. İşte bu sinir uyartıları sayesinde diğer insanların amaçlarını kestirebiliyoruz.
‘Yansımalı nöronlar kendimizi diğerlerinin yerine koyabilme olanağını veriyor, Hutchison’un ağrı nöronu bu ayna sisteminin tek bir hücrede üretildiğinin kanıtı olabilir’ diyor Gallese.
Sosyalleşme aracı
Bugün birçok beyin araştırmacısı, sosyalleşmenin temel taşlarını oluşturan dilin ve kültürel evrimin de yansımalı nöronlar sayesinde geliştiğini söylüyor.
Aslında beyinden empatiye giden yol rastlantısal bir biçimde bulunmuştu. 1995 yılında makak maymunlarının, hangi nöronların etkisiyle yemişlere uzandıklarını öğrenmek isteyen Giacomo Rizzolatti, deney sırasında maymunların önündeki fıstıklara ilk önce kendisi el uzatmıştı. Ama maymunların önbeynindeki nöronlar bu durumda bile hareketlenmişlerdi. Ayrıca nöronlar, yalnızca maymunlar için belli bir anlam taşıyan bir eylem sırasında ateşlenmişti; araştırmacı örneğin elini fıstıkların olmadığı bir yere uzattığında yansımalı nöronlar sessiz kalıyordu.
Aynı hücre gruplarının kıvılcımları insanın beyin tomografilerinde de açıkça izlenmekte. Üstelik bunlar da tıpkı maymunlar da olduğu gibi, hem insanın kendi hareketleri sırasında hem de başkalarına ait davranışların izlenmesi sırasında da uyarılıyor. İnsanın buna rağmen gördüğü her hareketi taklit etmemesini, beyindeki özel bir fren mekanizması engelliyor.
Fakat bu fren mekanizması zaman zaman gevşeyebiliyor da. Örneğin bir fıkrayı anlamadığımız halde gülmemizin nedeni budur.
Gülmek hatta esnemek de bulaşıcıdır ve istenç dışı taklit edilen davranışlardır.
‘Echopraxia’ hastalığına yakalananlar diğer insanların neredeyse tüm mimiklerini ve hareketlerini istemsiz olarak taklit eder. Bu durumda, yansıma sisteminde ortaya çıkan uyartıları, kas hareketlerine dönüşmesini engelleyen yapıların tümden hasarlı olduğu ortaya çıkıyor.
Bazı filozoflar, insanların karşılıklı ilişkiler ve bağlantılar sırasında (‘Intersubjektivitaet’), kendilerine benzeyen varlıklarla karşılaşmalarını sezebilmelerini de uzmanlaşmış nöronlarla çözmeye çalışıyorlar. Bu nasıl gerçekleşiyor? Çünkü bu sonuçtan, dünyanın, duygu selinin ortasında tek başına kalmış bir varlıktan oluştuğu düşüncesi de çıkabilirdi.
Felsefi tartışma
Örneğin Jürgen Habermas gibi birçok filozof, bu soruyu, rasyonel varlıklardan oluşan büyük bir topluluk içinde yaşadığımızı ve birbirimizi kişi olarak algıladığımızı açıklayarak yanıtlıyor.
Ancak Mainz Üniversitesi’nden Thomas Metzinger, bu yanıtı çok soyut bir yaklaşım olarak değerlendiriyor: ‘Yansıma aracı kesin bir şekilde, çocukluktan itibaren bilinçaltımı ve hemcinslerimin hareketleri arkasında benim gibi kişilerin varolduğunu kavradığımı açıklamakta’ diyor. ‘Bu dil yetisiyle kazanılan rasyonellik değil, psikologların ‘idrak’ olarak sınıflandırdıkları davranışların ön biçimidir’.
İnsan istese de istemese de, diğer insanların bedenlerindeki hareket motiflerini sürekli yansıtan nöronlar sayesinde, kendisini farklı olarak algılar; dünyaya diğer insanların gözlerinden bakabildiği için de onların düşüncelerini ve amaçlarını okuyabilir.
İşte evrimsel açıdan önemli bir avantaj sağlayan bu yeti, ona hangi davranışları kabulleneceği, hangilerine karşı çıkacağı konusunda karar verebilme olanağını vermiştir.
İnsandaki yansımalı nöronların konuşmadan sorumlu Broca bölgesinde bulunması, dilbilimcilerin gözünden kaçmadı. Bulgunun, konuşulanı anlamaya ve sözcüklerin ağız işaretleri olarak algılanmasına dayanan kinetik kurama, bazı yenilikler getireceği düşünülmekte.
Rizolatti’ye göre, yansımalı nöronlar ilk lisanın ortaya çıkmasında önemli bir rolü oynamıştı. Hareketleri yansımalı nöronlar sayesinde taklit edebildiğimizi kanıt olarak gösteren araştırmacı, ilk diyalogun da bir insansı maymunun diğer maymundaki beden dilinin ya da seslerin anlamlarını kavramasıyla oluştuğunu düşünüyor.
Örneğin karşısındaki maymun yüzünü buruşturduğunda, onun acı çektiğini anlaması gibi. Tabii bu şimdilik ne kanıtlanabilen ne de çürütülebilen bir varsayım sadece.
Fakat Kaliforniya Üniversitesi sinirbilimcilerinden Vilayanur Ramachandran yine de yansımalı nöronların kültürel evrimden sorumlu olduğunu söylüyor. Ve tıpkı Rizolatti gibi o da taklide dayalı öğrenmeden yola çıkarak, Homo sapiens’in bu yetisi sayesinde hayvanlar dünyasında üstünlük kazandığını öne sürüyor.
Ramachandran’a göre kültürel ‘ilk patlama’, bundan 40 000 yıl önce insanın takı, giysi ya da dinle tanışmasıyla birlikte gelişen taklit nöronlarıyla gerçekleşmişti. ‘Hominidler alet yapmaya başladıklarında yansımalı nöronların etkisiyle birbirlerini taklit etmiş ve bunları kişiden kişiye aktarmışlardır’.
Şizofreniye tedavi
Yansımalı nöronlar, şizofreni ve otizm gibi hastalıkların tedavisinde de çözümler getireceğe benziyor. Nöropsikologlar deneysel araştırmalarla şizofrenlerin çoğunlukla kendi hareketleriyle başkalarının hareketlerini ayırt edemediklerini buldular. Diyelim ki hasta elini bir ekranın altına tutuyor ve ekranda ışık oyunlarıyla yansıtılan bir el de parmakları oynatıyor. Hasta parmakların kendisine ait olduğunu ve kendisi tarafından oynatıldığını sanıyor.
Şizofrenlerde eksik olan taklit motoru, otistlerde de işlemiyor. Çünkü otistler başkalarının duygularını sezemedikleri gibi, örneğin ayakkabı bağcıklarını bağlamak gibi basit işleri de öğrenemezler. İşte bu yeti kaybı, davranış motiflerini harekete geçiren nöronların bozukluğuyla açıklanmakta.
Taklitçi robot
Die Zeit’da yer alan incelemede, otistik çocuklardaki davranışların ne şekilde iyileştirilebileceğini araştıran Herdfordshire Üniversitesi bilgisayar uzmanlarından Kerstin Dautenhahn’ın, insanlarla iletişim kurmakta zorlanan otistiklerin bilgisayarla gayet iyi baş edebildiklerini farkettiği belirtiliyor. Bu düşünce onu robot fikrine götürmüş. Araştırmacının projesini destekleyen Aude Billard (Computer Science Department of Southern California), gövdesindeki küçük bir motorla işleyen robot bebeği (‘Robota’) geliştirdi. Robota çocukların hareketlerini enfraruj tekniğine dayalı gözleriyle algılayıp taklit edebiliyor.
Billard, robotun içindeki elektronik ağı yansımalı nöronlardan esinlenerek üretmiş. Algılamayı sağlayan çipler aynı zamanda motoru da çalıştırıyor. Billard, bu tekniğin robotlara taklit yetisini kazandıran en iyi yöntem olduğunu söylüyor.