Ünlü düşünürlere göre hayvanlar duygudan yoksundu

Güncelleme Tarihi:

Ünlü düşünürlere göre hayvanlar duygudan yoksundu
Oluşturulma Tarihi: Eylül 17, 2005 00:40

Hayvanların duygu yüklü oldukları görüşüne en çok karşı çıkanlar düşün adamları oldu. Aristo’dan St. Thomas Aquinas’a, René Descartes’tan Immanuel Kant’a kadar çoğu, hayvanların duygu yoksunluğu ekseninde birleşti. Hatta Descartes, hayvanların "makineleşmiş" canlılar oldukları görüşünü ortaya attı. Aydınlanma dönemiyle birlikte hayvan duygusallığı düşünsel bağlamda değişti.

Hayvanların duygu yüklü oldukları görüşüne en çok karşı çıkanlar düşün adamları oldu. Aristo’dan St. Thomas Aquinas’a, René Descartes’tan Immanuel Kant’a uzanan süreçte tartışmalar hep bir duygu yoksunluğu ekseninde birleşti.

Sözü geçen düşün adamları insanlarla onların dışında kalan hayvanlar arasına kesin bir sınır koyarak ilkinin ikincisini ne amaçla olursa olsun kullanmasına göz yumdular.

Descartes, hayvanların "makineleşmiş" canlılar oldukları görüşünü ortaya atarak, bu açıdan genellikle en çok suçlanan kişi oldu.

Aydınlanma dönemiyle birlikte hayvan duygusallığı düşünsel bağlamda yeni bir boyut kazandı. Özellikle İskoç düşün adamı David Hume, "Köpeğe gözdağı verdiğinizde, ya da onu dövmek üzere kırbacı havaya kaldırdığınızda onun acıyı kavramasını sağlayan deneyim değil midir?" diyordu.

Kabullenme zamanı

Yüzyıldan kısa bir süre önce, Charles Darwin’in araştırmalarını başlattığı dönemde duygular doğal ayıklama sürecinin yarattığı baskılara karşı "uyarlamalar" olarak algılanmaya başladı.

O halde, yaklaşık 120 yıl önce gerek bilim insanları gerekse bilimle uğraşmayanlar hayvan duygusallığını bir ölçüde kabullendiler.

Ne var ki 20. yüzyılın büyük bir bölümünde, özellikle de hayvanlarda duygu ile ilgili araştırmalardan sakınan davranış kuramının etkisiyle, sanki her şey tersine döndü.

Bu kuramın en ateşli savunucularından B.F.Skinner, "Davranışlarımız hakkında bir tür iç bilgiye, duygulara sahip olduğumuz görülüyor," diyordu.

Bu görüş her şeyi tepetaklak etmeye yetti. Bir başka deyişle, duyguları incelemenin bir anlamı yoktu. Skinner ve onunla aynı görüşü paylaşanlar dönemin Avrupalı etoloji (davranış bilimleri) uzmanlarının düşünceleri üzerinde büyük bir etki yarattı.

Bu süreç sonunda Donald Griffin’in Uluslararası Etoloji Konferansı kapsamında sunduğu tez ve bunu izleyen "Hayvan Bilinci Sorusu" adlı kitabıyla farklı bir yöne çekildi. Gelgelelim, hayvanlarda duygu varsa hayvan haklarını nereye oturtmak gerekiyor?

Hayvanların tercihlerini anlamak

80’lerin başlarında Martin Stamp Dawkins ve bu yazının yazarı Ian Duncan hayvan hakları kavramına kesin bir bilimsel tanım getirmenin olanaksız olduğu sonucuna vardı. Bu konuda, olsa olsa, duygulara odaklanan genel bir tanımlama yapılabilirdi.

Şimdilerde hayvan haklarını duyguların yönettiği ve bu nedenle de hayvan hakları belirlenirken duyguların ölçüt olarak alınması gerektiği giderek benimsenmekte olan bir görüş. Öyle olunca hayvan haklarıyla ilgilenen bilim dalı da öncelikle hayvanlara onları hangi koşullarda yaşattığımızı ve ne gibi süreçlerden geçirdiğimizi "sorabileceğimiz" yöntemlerin geliştirilmesiyle ilgileniyor.

Hayvanların duyguları konusunda karşılaşılan en önemli sorun bunların öznel olmaları ve bu yüzden de doğrudan sorgulanamayacaklarıdır. Gelgelelim, hayvanların ne hissettiklerini tam olarak bilmek zorunda değiliz.

Araştırma ve veri bollaştı

Duygunun olumlu ya da olumsuz olduğunu bilebileceğimiz bir gösterge bile bu konuda iyi bir başlangıç olacaktır. Hayvanların tercih ve güdülerini belirleyen sınavlar ve onların kendi aralarındaki iletişimi kavramak gibi dolaylı yollardan bunu öğrenebiliriz.

Kümes hayvanları üzerinde incelemeler yapan Stamp Dawkins ve Barry Hughes tarafından geliştirilen tercih sınama uygulamasında hayvanların yaşadıkları ortamla ilgili birtakım özellikler arasından bir seçim yapmaları sağlanıyordu.

Bu sınamada hayvanların kendi çıkarları açısından en elverişli koşulları seçecekleri varsayılmaktaydı. Hayvanların tercihleri yönünde elimizde artık çok sayıda araştırma var ve bunların tümü de, söz gelimi hayvanların korku duygusundan kaçınmak için ne denli yoğun bir çaba harcayacağını ortaya koymak suretiyle, korkuya ışık tutmaktadır.

Üç konu

Deneylerden birinde tavuk kutusundaki ürkütücü balondan kaçınmayı öğrenmek zorundaydı. Tavuğun önlem alması için balon şişirilmeden 20 saniye önce bir uyarı ışığı yakıldı.

Kimi tavukların bunu öğrenmesi epey bir zaman alsa da, tüm tavuklar sonunda balondan kaçınmayı öğrendiler. Kimileri, ilginç bir biçimde, deney sırasında uyarı çığlıkları attılar. Ancak bu çığlıklar tavuklar ne olup bittiğini anlayıp, korkuları yatıştıkça azaldı.

Bu tür yöntemler artık tarihe karışıyor. Bu da, hem bilim hem hayvanlar açısından iyi bir haber. Ancak gelecekte odaklanmamız gereken üç konu var.

Ian Duncan, New Scientist’teki yazısını şöyle bitiriyor: Bunlardan ilki haz duygusunun hayvan haklarındaki yerinin kavranması, ikincisi duyarlılığın belli bir hayvan türünün filogenetik (soyoluşsal) ölçekteki yerinin tam olarak belirlenmesi, üçüncüsü de duygunun o canlı türünün gelişim sürecinin hangi aşamasında ortaya çıktığının saptanması. Asıl dikkat edilmesi gereken de bu ikisi arasındaki boşluk.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!