Oluşturulma Tarihi: Aralık 17, 2001 02:00
Türk tiyatrosunun usta oyuncu ve yazarı Ferhan Şensoy'la Hürriyet'in başyazarı Oktay Ekşi'yi Şeker Bayramı nedeniyle bir araya getirdik. Şensoy sordu, Ekşi yanıtladı; ortaya ‘başyazar’ kavramını enine boyuna eşeleyen hayli güzel bir söyleşi çıktı.
Kelepçesiz yazı su gibi akıcıdır
Her gün yazı yazmak zor bir şey, değil mi?
- Çok isteyerek yaptığım için zor değil. Ama ben yazar kimliğim itibariyle çok kolay yazı yazabilenlerden değilim. Bazılarının yazısı akıverir. Yazılarım biraz tıkızlıkla maluldur. Bazen insanın kafasından boşalıverir ya, bana da zaman zaman olur, ‘‘Dünkü yazı çok güzel aktı’’ denir; bilirim o kravatsız, kelepçesiz yazdığım yazılardandır! Yine de ben yazarken, geçmişle ilgili tutarlılığıma, konjonktürle çok yakın ilişki içinde olmaya dikkat etmeliyim. Evet, yazılarımın bir kuruluğu var ama bu da BAŞYAZI'ların kimliğinden kaynaklanıyor.
Eskiden mali kátiptim
FERHAN ŞENSOY: Nereden çıktı, kimin aklına geldi bilmiyorum ama beni sizin gazeteden aradılar ve ‘‘Bayram münasebetiyle bir Oktay Ekşi söyleşiiisi... Lütfeeeen’’ dediler. ‘‘Allah Allah’’ dedim, ‘‘Bir BAŞYAZAR benimle söyleşi yapacak ha! Ne güzel!.’’ Konuşmanın sonunda anladım ki, söyleşiyi yapacak kişi benmişim! Hep ‘‘yapılan’’ olduğum için ‘‘yapan’’ olmak, itiraf ediyorum ki hoşuma gitti. İşte buradayım! Fırsatını buldum ya, sittin senedir gazetecilerin sorduğu en abuk sorularla işe başlıyorum. İlk soru banko şu oluyor efendim: ‘‘Dünyaya tekrar gelseniz ne olurdunuz!’’
OKTAY EKŞİ: ‘‘10 kere daha dünyaya gelsem, tercihim yine gazetecilik olurdu!’’ gibi bir yanıt vereyim ben de...
Bir ibret verici soru daha var efendim: ‘‘Kısa bir özgeçmişinizi alabilir miyiz?’’ Şakaydı! Çünkü ben dersimi çalışıp geldim. Sadece, fırsat bu fırsat, bunca yıl çektiğim eziyetlerden söz edeyim dedim. Şimdi, ciddi söyleşimiz başlıyor: Hukuk öğrenimi görmüşsünüz, 1962-66 yılları arasında da Londra Başkonsolosluğu'muzda mali kátip olarak bulunmuşsunuz. Mali kátipler hayatta ne işi yararlar?
- Bir kere onlar kendilerine ‘‘diplomat’’ derler. Ama gerçekte hademelikten bir gömlek yukarıdadırlar! Bir masa sahibi olurlar. Ne işe mi yararlar? Vatandaşı azarlamak! Onlara tepkimden, oğlumun ismini Vatandaş Mehmet koydum ben!
Niye Londra'ya gidip böyle bir iş yapma ihtiyacı hissettiniz. Mesleğiniz her zaman gazetecilik olmuş sizin...
- Tam da bu yüzden! Üniversite eğitimi alamamıştım, gazetecilik engel oluyordu. ‘‘Gideceğim yurtdışına, üniversite okuyacağım’’ dedim. Ama olanağım yoktu, kendime Londra'da bir mali kátiplik buldum...
Yine de, 18 yaşında Ankara Ajansı'nda stajyer muhabir olarak başladığınız gazetecilik, sizin hep asal işiniz olmuş. Nedir gazeteciliği sizin için bu kadar vazgeçilmez kılan?
- Daha çocukken mesleğimi seçtim. Ama bazı defolarım vardı: Ağır not tutmak mesela. ‘‘İleride gazetecilik yapacağım, hızlı not tutmayı kesinlikle öğrenmem gerekiyor’’ diye, stenografi kursuna bile gittim! Stenografi, kopya çekme faaliyetlerinde de işime yarıyordu, laf aramızda tabii! Liseden mezun olur olmaz da stajyer muhabir olarak işe girdim. İşte sonra Londra'ya gittim. Oradayken Ankara Hukuk Fakültesi'nin sınavlarını kazandım, sınavlara gittim, geldim, döndüğümde üniversite son sınıftaytım. Ama hiçbir zaman vazgeçemedim gazetecilikten.
Başyazarlar nasıl yürür
Uzun yıllardır BAŞYAZARsınız. Nasıl bir duygu BAŞYAZARlık? İnsanın yürüyüşünü değiştirir mi?
- Yok. Ama tabii meslek hayatım boyunca öyle BAŞYAZARlarla tanıştım ki, onlar kendilerini yataklarında bile BAŞYAZAR hissederlerdi! Allahtan ben öyle değilim. Birisine hatta bir sohbet esnasında ‘‘Kardeşim ya. Bebek Bar'dayız. Burada içiyoruz. Tamam mı? BAŞYAZARLIK filan yok. Onun yeri, adresi ayrı. Bu kadar da olmaz ama’’ deme gafletinde bulundum! Ben, yaptığım işi severek yapıyorum. Bana, ‘‘Ben neymişim?’’ duygusu vermiyor...
‘‘Bu gazetenin Allahı'yım, herşey benden sorulur!’’ gibi durumlar yok yani!
- Ne alakası var! Zaten şimdi böyle bir şey yok ki. Eskiden öyleydi. Ahmet Emin Yalman, Vatan'ın sahibiydi mesela, aynı zamanda BAŞYAZAR'dı. Onlar öyle bir otoriteydi ki, girdikleri her mekanda anında dikkati çekerlerdi. ‘‘Mutaazım’’ bir yürüyüşleri vardı. Burnu biraz havada demek oluyor! Ben öyle değilim.
Yazıma müdahale olmadı
BAŞYAZAR'ların denetimi var mıdır? Kulakları çekildiği olur mu? Ya da BAŞYAZAR'lar da ‘‘Aman şöyle yazmayayım, beni kovarlar’’ der mi?
- İyi bir BAŞYAZAR, o çizgiye gelmeyecek noktada tutar kendisini! Şaka bir yana, muhabirlik çağımda dahi yazdığım hiçbir habere müdahale edilmedi. Çünkü hep yaptığım işi dikkatli yapmaya çalıştım. Ama sorunuzun net cevabı şudur: Zaten BAŞYAZAR'lara müdahale edilmemesi gerekiyor. BAŞYAZAR, her gün yazmak istediği konusu kendisi seçer. 74'ten beri BAŞYAZAR'lık sıfatını taşıyorum, ama Ertuğrul Özkök'le çalıştığım dönem kendimi en iyi hissettiğim dönemdir. Çünkü hiç karışmaz. Gerçi, yayın yönetmeni olduğum ilk günlerde bana zarifçe ‘‘Oktay Bey, yarın ne yazacaksınız?’’ demişti. Ben de ona, ‘‘Bak Ertuğrul’’ dedim ‘‘Yaptığım işle ilgili değerlendirme böyle olmamalı. Bu adam BAŞYAZAR olarak işe yarıyor mu; yoksa işe yaramıyor, teşekkür ederim mi denilmeli! Mesele bu. Demek istiyorum ki, yarın ne yazacaksınız diye sormak doğru değil’’ dedim. Kendisi de geçenlerde bu anektodu yazdı. Basın tarihimizde hiç olmayan bir şey yaptı. ‘‘Ben Oktay Ekşi'nin verdiği o yanıttan dersimi aldım. Ve ondan sonra böyle şeylere dikkat ettim’’ dedi. Ciddi bir özgüven örneği.
BAŞYAZARLIĞIN YAKIN TARİHİ
Eskiden Babiali’de imza kıskançlığı vardı
Siz TRT'de imzasız yorumlar yapmışsınız. Gazetelerde de imzasız BAŞYAZI'lar yazmışsınız. Bu imzasızlıkların sebebi ne?
- Eskiden Babıali'de bir imza kıskançlığı geleneği vardı. Benim gibi bir Ankara Büro Şefi'nin de Hürriyet'in BAŞYAZAR koltuğuna oturması kabul edilebilecek bir şey değildi. Rahmetli Nezih Demirkent, yazılarımı bile ona sanki gizli bir şey veriyormuşum edasıyla alırdı.
Gazete içinde bilinmiyordu BAŞYAZI'ları sizin yazdığınız?
- Herkesin bildiği bir sır gibiydi! Düşünün, Ferhan Şensoy sahneye çıkıyor, ama kim olduğu belli değil! Bir gün ‘‘İmzam kullanılmayacaksa bu işi bitsin’’ dedim. Ertesi gün Nezih Demirkent, ‘‘Erol Bey'le konuştum. Fotoğrafınla birlikte bir sütun açmayı öneriyor’’ dedi. Türk basınındaki ilk fotoğralı BAŞYAZAR da benim bu arada...
Oğlunuz bir gün arkadaşlarıyla ‘‘Ferhangi Şeyler’’e gelmiş. Ben, günün gazetelerini elime alıp, bir bir BAŞYAZARLAR'ı, domates şeklinde şişe dizerken ‘‘Eyvah sıra babama gelecek!’’ diye oturduğu koltukta küçülmüş. Tesadüfen o gün sizi pas geçmişim, o da derin bir ‘‘Ohhhhh’’ çekmiş. Bir imza gününde bunu bana kendisi anlattı. Siz en son ne zaman tiyatroya gittiniz?
- Tiyatro sanatına müthiş saygısı olan ama bir türlü bağlantı kuramayan birisi oldum. En son birbuçuk sene önce gittim. Maalesef!
Buluşma saati ayarlanırken öğrendim, bu söyleşiden sonra yazınızı yazacakmışsınız. Müdahale etmek haddime düşmez ama belki bir yazı konusu yoktur kafanızda, Türk tiyatrosu üzerine yazsanıza... Bir BAŞYAZAR tiyatrodan söz edemez mi?
- Eder, eder... Ama ehil olması lazım! Benim gibi baştan maluliyetini itiraf eden biri için zor. Ama bir gün mutlaka yaparım. Söz.