Güncelleme Tarihi:
Türkiye’deki çalışma sistemini tanıyan UEFA Pro lisans sahibi bir antrenör olarak Türk futbolunu nasıl yorumlarsınız?
İlk yapmamız gereken bulunduğumuz yeri ve gerçek seviyemizi belirlemek olmalı. Türkiye’deki futbol kaos oyunu üstüne kurulu, adam adama oynanan ve coşkulu oyun kisvesi adı altında bize yedirilmeye çalışılan, çağdaş futbolun çok uzağında bir oyun var. Ligdeki takımların büyük çoğunluğu bu şekilde oynadığı için, iki yanlış karşı karşıya geldiğinde ortaya çıkan sonucun doğru zannedildiği bir durum ortaya çıkıyor. Kendimizi kandırıyoruz. Psikolojik açıdan baktığımızda maalesef duygularımızı yönetmeyi henüz beceremiyoruz, toplumumuzun hayatın içindeki ani duygusal durum iniş ve çıkışlarının yansımasını futbolumuzda ve milli Takımımızda da açıkça görebiliriz. İlk maçın düdüğü çalana kadar beklenti anlamında bulutların üzerine çıkarılmış ve çok motive bir oyuncu grubundan, sadece 90 dakikalık bir süre içerisinde, motivasyonu dip yapmış ve sanki dünyanın sonu gelmiş gibi davranan bir takıma dönüşebiliyoruz. Psikolojik anlamda böylesine hızlı geçişler yasayan bir toplum olarak, takımlarımızın uçlardaki duygusal hallerini daha iyi yönetmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bunu da ancak spor psikolojisinin profesyonellerinden destek alarak yapabiliriz. Anlatmak istediğim şey aslında ligimiz birçok açıdan diğer Avrupa liglerine oranla çağın çok gerisinde kaldığı. Fiziksel, taktiksel, teknik ve psikolojik olarak 4 ana bölüm halinde değerlendirebiliriz. Son Avrupa şampiyonasındaki performansımızı ve Türkiye Süper Ligi’ni bu açılardan değerlendirdiğimizde aslında tablonun ve istatistiksel verilerin bize seviyemizle ilgili yerini net bir şekilde ortaya çıkardığını görebiliriz. Örneğin Bundesliga’nın koşu mesafelerinde sonuncu olan takımı Türkiye birincisinden 2,2 km fazla koştuğu bir ortamda fiziksel dayanıklılık olarak iyi durumda olduğumuzu söyleyemeyiz. Ya da İtalya maçında takımımız % 36 topa sahip olma oranıyla rakibimizden 5,5 km az koşması hem fiziksel, hem taktiksel hem de oyuncu tercihleri konusunda doğru yaklaşım göstermediğimize apaçık güzel bir örnektir. Ayrıca maça başlangıç stratejimiz, hem taktiksel hem de maç stratejisi anlamında zayıf kalmamız turnuvaya hazırlık sürecimizin detaylı bir şekilde sorgulanmasına yol açacaktır. Bir de kendi 1. bölgemizde 27 sahipsiz topun 24’ünü İtalyanların alması öngörülebilir ama kabul edilebilir bir istatistik değildir. Sonuçta sahada ne yaptığını bilen taktiksel oyun stratejisi olan takımların kendi güçleri ne olursa olsun sahada kendilerini oyun tarzı ve felsefeleriyle ifade edebildiğini görüyoruz.
‘Donanımlı’ teknik ekip futbolumuza lüks kaçıyor mu?
En önemli ana sorunlardan biri de ekip. Gerçekten artık modern futbolda başarıyı küçük, basit detaylar belirliyor. Bu detayları bir antrenörün tek başına çözme şansı olmadığı gibi, kendi alanında uzmanlaşmış ve modern futbolu, antrenman tekniklerini takip eden, maç analiz ve istatistiklerini yorumlayabilen profesyonellerle çalışmak artık bir lüks değil zaruriyet. Artık modern futbolda şampiyonluklar; GPS ile antrenmanların takip edilerek her oyuncunun bireysel olarak sakatlanma eşiğinin bulunması ve antrenman katılım oranının direkt şampiyon olma olasılığının artmasını sağladığını ve kulüplerinin ekonomilerine sağladığı katkıyı öngörebilsek kendi halimize ve seviyemize güleriz.
Biz hala koşu mesafesini tartışıyoruz, adamlar o seviyeyi çoktan atladı bile. Ayrıca teknik ekiplerin kılık kıyafetinden tutunda, saha kenarındaki teknoloji kullanımındaki beceri ve ustalıkları, teknik direktöre sağladıkları konfor ve farklı bakış açıları, yorumlamaları da ayrıca değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır.
Ayrıca alanında uzman spor psikolog ve oyuncu mentörlerinin hem turnuvada hem de ligimizde ne kadar önemli ve değerli olduğunu umarım görmüş oluruz.
Çok acı ama gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldık, yüzleşmeliyiz. Bu turnuva sürecini bir başlangıç olarak kabul etmeli ve dönüşüm, değişim ve gelişim için uzun vadeli planlar yaparak, sabırlı ve liyakat sahibi insanların olduğu bir ortam yaratmalı ve geleceğimizi organize etmeliyiz.
Futbolda eğitimin önemini nasıl anlatabilirsiniz?
Öncelikle çocuklarımızı, genç cevherlerimizi eğitmek, geliştirmek ve dönüştürmek için eğitimcileri eğitmeliyiz. Eğitimcileri ilim irfan sahibi, çağdaş ve bilime inanan liyakat sahibi insanlardan seçerek başlamak ve öncelikle eğitim verme kapasitemizi ve kalitemizi en yüksek standart ve kalitede sağlarsak onlarda çocuklarımıza en üst seviyede hem fiziksel hem taktiksel hem teknik hem de psikolojik antrenmanlarla geliştirebilirler. Her şey bir adımla başlar. Bir çocuk değişir, dünya değişir. Bizim turnuvadan çıkarmamız gereken en önemli sonuç tam olarak bu.
“NE KADAR YETİŞTİRİCİYSEN; O KADAR BAŞARILI, O KADAR SÖZ SAHİBİSİN.”
Rakiplerimize bakalım; İtalya 7. İsviçre 13. Galler 17. Türkiye 29.
Bizim öncelikle karar vermemiz gereken en önemli kıstas kendimizi nerede konumlandırdığımız. Bakış açımızı değiştirmemiz gereken en önemli şey ise başarı kriterimizi değiştirmek olmalıdır. Çözüm; bakış açımızı değiştirerek geleceğimize yatırım yapmaktan geçiyor. Almanların en önemli altyapı adamı yetiştiricilerin yetiştiricisi Dietre Weise’ın dediği gibi ‘’Bir tarladan mahsul almak için o tarlayı sürmek lazım.’’
Onların başlangıç noktası oyuncu seçip yetiştirmekten önce eğitimciyi iyi seçip onları iyi eğittiler. Peki rol modelleri hangi ülkeydi, ‘Fransa’ O da ilginç ama 2000’li yılların başında Alman futbolu krizdeyken, Almanlar krizi fırsata çevirmek için Fransa’nın 1973 yılında başladığı devlet destekli futbol akademilerini benzerini modifiye edip inşaa ederek aslında geleceklerini yeniden yarattılar. Almanlarda bu sentezi kendi sosyal ve kültürel yapılarına entegre ederek 121 merkez için devletin ayırdığı 1,6 milyar Euro ile bu gelişimi, dönüşümü, değişim için tohumladılar ki sonuç ortada.
Tam 12 yıl sonra Bundesliga’da oynayan oyuncuların 3/2’si Almandı, %52’si ise kendi altyapılarından yetişmiş durumdaydı. Fransa’nın Fransa Futbol Federasyonunun zorunlu hale getirdiği futbol akademilerinin 37 tanesinin hala faaliyette olması tesadüf mü? Bu akademilerde 15’i erkekler 7’si kız çocukları için 22 sahanın olması ihtiyaç mı, zaruriyet mi? Yoksa sosyal sorumluluk projesi mi?
Bunlardan en ünlüsü “CLAIRFONTAINE AKADEMİSİ” (rüyalar fabrikası) diye tabir edilen bu eğitim kurumu tüm ülkeye rol model olmuş durumda ayrıca hem yetiştiricilere hem de çocuklara, gençlere ilham veren bir sosyal sorumluluk projesi. Artık bu bizlerde tüketim metodundan kurtulup, üretim modeline bir an önce geçip gençlerimizi çağa uygun şekilde eğitmeliyiz. Bakın son bir örnekte Benfica Futbol Akademisinden bahsedeyim, 2006’da 15 milyon Euro ile kurulan 6-18 yaş arasında eğitim veren akademiden kulübün sadece kendi altyapısından yetiştirdiği oyunculardan kazandığı para 540 milyon euro, son 15 yılda net karı 1,1 milyar euro. Bu örnekleri arttırmak mümkün; Ajax, Porto, RB Salzburg, Genk, Nordjland ve diğerleri…
Türkiye’de de bu toprakların çocuklarına yatırım yapan tek organizasyon iyi insan, İyi birey, iyi futbolcu , Altınordu. Onları da Seyit Mehmet Özkan başkan olmak üzere canı gönülden kutluyorum. Sadece sporda değil her branş ve her alanda ülkemizi çağdaş muasır medeniyetler seviyesine getireceksek önce çocuklarımızı korumalı ve yatırımı geleceğimize olan çocuklarımıza, gençlerimize yapmalıyız.
Antrenörlük kariyerinizde neler yaptınız?
Antrenörlük hayatım süresince birçok futbol kulübünü 2008 yılından itibaren ziyaret etme şansım oldu. AZ Alkmaar, Ajax, Feyenord, Barcelona, Manchester United, Liverpool, Bayern Münih, Borussia Dortmund, Atletico Madrid, Bayer Leverkusen ve Alman milli takımı. Buralarda olan birçok dünya standartı uygulama, teknoloji ve antrenman yöntemini gözlemledik, ekibimizle geliştirdik ve uyguladık. Birçok öncü teknoloji ve ekipmanı Fenerbahçe ve Konyaspor’da kullandık. Birçok Türk firmasının gelişimine ve ar-ge’lerine destek olduk. Danışmanlık yaptık. 2-3 tanesi dünya standartında iş yapar hale geldiler.
Örnek verebilir misiniz?
Borussia Dortmund’da ki Footbonot’tan, Barcelona’daki kamera kayıt sistemine, Manchester United’daki fitness antrenman uygulamaları ve farklı rejenerasyon antrenman tekniklerinden, Liverpool’da gps ve koşu mesafesiyle sakatlanma eşiğini bulma gibi birçok yeniliği gittiğimiz kulüplerde uygulamaya çalıştık. Az bütçe ve mevcut kaliteyle maksimum verim aldık. Uzun yıllardır üst seviyede çalışmanın verdiği şans ile ve birçok futbol ekolünü yerinde inceleme ve deneyimleme fırsatım oldu.
Deneyimleriniz size neler kazandırdı?
Bunun bana getirisi ise; yıllar içinde kendime ait bir antrenörlük felsefesi oluşturmamı sağladı. Burada özellikle Aykut Kocaman ve ekibi ile çalışmanın dünya futbolunu yerinde gözlemleme ve uygulama içinde olmanın getirdiği avantajları kullanmakta ayrıca gelişimime büyük katkısı oldu. Pandemi döneminde oynatmak istediğim sistem üzerine daha da yoğunlaşarak kendi ekibimle birlikte hem taktiksel hem de fiziksel antrenmanlar tasarlayarak çok verimli bir dönem geçirmiş olduk.
“7 kişilik bir ekiple yola çıkacağız”
Bu arada Almanya ve Hollanda’dan 2 Türk antrenör arkadaşımda bana bu yolda eşlik edecekler. Bununla birlikte yenilikçi, başarıya aç, vizyoner ve futbol sevdalısı 4 arkadaşımla birlikte toplam 7 kişi yola çıkacağız. Şöyle söyleyeyim oynatmak istediğimiz tarza uygun antrenman ve taktiksel çalışmalar gün gün belirlenmiş ve dizayn edilmiş durumda. Oyuncuları yıl içerisinde kendi oyun felsefemize benimsetmek için taktiksel geliştirici antrenman metodolojisi, Bireysel gelişim antrenmanları, en üst seviyede yapılan birçok test uygulamaları, Analiz yöntemleri, sunumlar, oyuncuların psikolojik gelişim desteklemeleri, toparlanma ve dinleme yöntemleri , beslenme vs. uygulamaları profesyonel bir yaklaşımla oyunculara sunacağız. Ve gelişmelerine farkındalık yaratarak destek olacağız.
“Artık takımlar arasındaki fark çok az ve bu farkı ancak detaylarla yaratabilirsiniz”
Anlatmaya aslında şuradan başlamalıyım; Türkiye kendine has ekolü, kendi doğruluları ve gerçekleri olan bir ülke ve bende bu gerçeklerle yüzleşecek bir spor adamı olarak buna uygun kendime ait bir yöntemim olsun istedim. Genç, yetenekli ve dinamik birçok cevhere sahibiz. Doğal olarak oyun bunun üstüne kurgulanıyor ve seviliyor. Türkiye’de oyunun ana felsefesi coşkulu futbol ve kaos futbolu. Duygusal tepkilerin fazla olduğu, aynı zamanda da fiziksel bir oyun bahsediyoruz. O yüzden dediğim gibi yaklaşık 2-3 yıldır üstünde çalıştığım proje Türkiye’nin gerçekleriyle benzeşen fakat daha modern, organize düzenli bir kaos oyunu ben buna SİSTEMLİ, DİNAMİK, ORGANİZE, COMPACT, HIZLI , TUTKULU, OFANSİF KAOS oyunu diyorum. Gelişen futbol ekollerinin ana vazgeçilmezi topa sahip olma, direk oyun ve geçiş oyunu kombinasyonu olan bir oyun felsefesi. Ayrıca 3. bölgede baskı, agresif oyun ve özellikle topu kazandıktan sonra direk ataklar bu oyunun vazgeçilmezleri olacak. Dünya futbolunda atılan gollerin (duran toplar hariç) 3 golün 2’si (%65’i) 4 pasın altında atılmıştır. (hızlı ataklar) Çünkü artık oyun, modern futbol daha hızlı. Modern oyunda topun oyunda kalma süresi arttı. Ayrıca topa sahip olmak ve bölgesel geçişleri daha kısa zamanda yapmak kaleye daha fazla direkt gitmek anlamına geliyor. Ayrıca futbolseverlerin en büyük beklentisi ve açlığı; takımlarını geliştiren, taktiksel ve strateji olarak dönüştüren yeni yüzler görmek ve bunun içinde sahada agresif, heyecanı fazla, dinamik tutkulu organize bir oyun görmek istiyorlar ki, modern futbolda hayat gibi çağa uygun olarak hızlandı.
Futbolda doğru ekoller hangileri olabilir?
Bahsettiğim gibi bu konuda en önemli ekollerin başında aslında Red Bull dolayısıyla Ralf Ragnick geliyor. Felsefesini yaklaşık 10 yıldır uygulatan, geliştiren ve birçok genç antrenörün yetişmesine fırsat veren çok önemli bir futbol filozofu. Roger Schmidt, Nagelsmann, Jesse March, ayrıca bu gruptan olmasa da benzer bir ekole sahip Jurgen KLOOP ve son dönemde Hanse Flick bu modern oyun tarzının temsilcileri. Bu antrenörlerin dizilişleri farklı olsa da bazen oyun içerisinde birden fazla sistemi kullanıyorlar. Topun ritmi yüksek, topa sahipler, oyun daha direk ve hızlı, topu kaybedince agresifler, (gegen pressing) topu kazanınca direk atak, organizeler, saha içi yerleşimleri sabırlı ve pozisyon sadakatleri üst seviyede. Bunu altyapıdan gelen bir kültür olduğu için daha kolay yapabiliyorlar ama bu antrenörlerin en önemli farkı gittikleri takımları mevcut oyuncu potansiyelini en yüksek verimlilikte kullanıp kendi oyun felsefelerine adapte edebilmeleri. Aslında son dönemde özellikle Avrupa futbolu ekoller üstünden de okunmuyor. Antrenörler kendi ekollerini yaratıyorlar. Eskiden Alman ekolü diyebilirdik ama şu an Alman ekolü dediğimiz şey aslında Alman disiplini. Ekoller 20 veya 30 yıl öncesinde ülkelerinin oyun tarzlarını yansıtabiliyordu. Ama şu an özellikle sistemler üzerinden antrenörleri kendi tarzları, felsefeleriyle değerlendirebiliriz. Son 3 Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Alman antrenörlerin oyun tarzına baktığımız zaman 3 farklı diziliş, oyun sistemi ve oyun felsefesi olduğunu görürüz.
Örnek verebilir misiniz?
Liverpool’da Kloop; 1-4-3-3
Bayern Münih’te Hanse Flick; 1-4-2-3-1
Chelsea’de Tuchel 1-5-2-3
Bu bize gösteriyor ki 3 Alman antrenörün farklı oyun felsefeleri ve oyun tarzları var. Bende; yeni jenerasyonun önemli bir spor adamı olarak kendi felsefe, yöntem ve çağa uygun antrenörlük tarzımla fark yaratmak istiyorum. Projemde orta vadede yapmak istediğim en önemli organizasyon ise ‘üreten’ bir kulüp haline getirmek. Bunu yapmakta ki en büyük amacım öncelikle bulunduğum ortamı değerli hale getirmek ve artık kulüplerimizin ekonomik olarak hayatta kalma şansları üretmedikleri sürece olmadığını düşünüyorum. Sürdürülebilir
başarı için üretmek şart. Bunun için yapılacak en önemli yatırım ise öncelikle uzun vadeli plan ve organizasyonu kulüp felsefesi haline getirmek.
Yol haritanız nasıl olacak?
Bu konuda kısaca scouting yapılanmasını organize ederek genç gelecek vadeden oyuncuları kulübe kazandırmak önceliğimiz olacak ki yetiştirici ve geliştirici ve önemlisi üreten kulüp kültürü apoletini takarak insanları yaptıklarımızla ikna edebilelim. Sonraki en önemli konu ise eğer üretmek istiyorsak altyapı devrimini akademi çatısı altında toplayarak öncelikle iyi eğitimciler seçip onları eğitmek ve sonrasında ise çocuklarımızı ve gençlerimizi eğiterek onları A takım seviyesinde potansiyel yıldız adayları haline getirmek en önemli misyonumuz olmalı.
Ayrıca artık oyunda fark yaratan yapay zeka kullanımı (istatistiksel veri analizi), rejenerasyon antrenörü, taç antrenörü, life kinetik antrenörü, bireysel sporcu antrenörü, mentör ve diyetisyenin olduğu bir ortamda bilimsel olarak çalışmak ve çağa uygun yaklaşım sergilemek bir hayal değil, bir ihtiyaç olduğunu anlamalıyız ki ben ve ekibimde bu yolda ilerleyerek değiştirmeye, dönüştürmeye ve geliştirmeye çalışarak bulunduğumuz ortama değer katacağız. Bilim, ilim, doğrular her zaman kazanır. Sabırla yönetenleri ikna etmeye çalışıyorum ki yavaş da olsa hem anlaşılmaya hem de bunun artık bir ihtiyaç olduğunu anlamaya başladılar.
“Beni kulüplerinin başına getirmek için ikna etmeye çalışıyorlar…”
Eskiden ben insanları ikna etmeye çalışıyordum şimdi yavaş yavaş benim projemi 2-3 saat sunumumu ve organizasyonumu dinledikten sonra onlar beni kulüplerinin başına getirmek için ikna etmeye çalışıyorlar, kendi adıma geldiğim noktadan bugün itibariyle umutlandığımı söyleyebilirim. Başlangıçta biraz zorlansamda özellikle kendimi, ekibimi ve projemi ifade etmem konusunda şu an yavaş yavaş Türk futbolunun ihtiyaçlarının değişmeye başlamasıyla ve insanların artık yeni yüzler ve yeni heyecanlar istemesiyle heyecanım artmış durumda. Son günlerde projeme gösterilen ilgi artmış durumda. ‘’gelecek’’ bir gün gelecek diye düşünüyorum. Ayrıca çağın gerekliliklerini yakalayan yeni jenerasyon antrenörlerin yavaş yavaş çarkın içine katılmasıyla oyunun daha kaliteli, organize ve hızlanacağını hissediyorum. Bu vesileyle de önceden olduğu gibi Türk futbolunun ve Türk antrenörlüğünün gelişimine en genç UEFA Pro Lisanslı antrenörlerden biri olarak katkı sağlayabilmek en büyük dileğim.
En büyük dileğiniz nedir?
En büyük hedefim kendimi öncelikle süper ligde ispatlayıp ülkemi yurt dışında temsil edebilmek. Yıllarca analiz ve oyuncu izlemek için gittiğim ve her stadının çoluk çocuk her yaştan her sınıftan insanın maçlara sosyalleşmek ve keyifle gittiği Almanya’da çalışmak en büyük hayalim. Açıkçası bunun içinde eşim ve kızımla birlikte Almanca öğrenmeye karar verdik.
Şu ana kadar ne yönde teklifler geldi ve yaklaşımınız nasıl oldu?
Süper Lig’den hem yardımcı antrenörlük hem de pro lisansımın kullanılması için birkaç teklif aldım, bunu iş ahlakı ve etiği açısından uygun olmadığı gerekçesiyle ve lisansım satılık olmadığını söyleyerek reddettim, öncelikle ve nihai hedefim tek başıma teknik adamlık yapabilmek. Etik olarak uygun olmadığını düşündüğüm için kabul etmedim.
“21 takımdan çeşitli teklifler aldım”
Geçen yıl birisi 4 büyük kulüpten birisi olmak üzere toplamda 4 Süper lig takımından yardımcı antrenörlük teklifi aldım, 5 TFF 1.Lig kulübünün teknik direktörlük teklifini ve projelerini şu an için uygun görmediğim için kabul etmedim. 2 tane TFF 1. Lig kulübü ise benim projeme ikna olmalarına karşın farklı nedenlerden dolayı cesaret edemediler. İlaveten 2. ligden aldığım 10’un üstünde teklifi şu an için kabul etmedim. Önümdeki süreci sabırla bekleyerek doğru yer ve proje ile ekibimle başlamak istiyorum.