Oluşturulma Tarihi: Eylül 18, 1997 00:00
Adı terör ve orman yangınlarıyla anılan kentte, artık umut veren bir faaliyet varTENİSE İLK ADIMİnsanlar, işsizlikten, ‘‘terörden’’ yılmış durumdayken tenisin lafı mı olur, demeyin. Önceleri sadece televizyondan tanıdıkları tenis raketini arkadaşlarının elinde görmeye başlayan Tuncelili çocuklar, büyüklerinden işin sırrını kapmaya çalışıyorlar. İyi bir tenis oyuncusu olmanın avantajlarını farkeden küçükler, tenis misyoneri ablaları tarafından ilk derslerini mahallelerinde alıyorlar.‘‘Dünyanın en iyi tenisçisi olacağım’’ diyor Nazlı Akdeniz. Henüz on yaşında. Ona ulaşmak öyle kolay olmuyor. Yaşadığı kente girebilmek Uzay Araştırmaları Merkezi'ne girmekten daha zor...Elazığ'dan Tunceli'ye nasıl gidileceğini soruyorum. Öğleden sonra saat dört olmasına rağmen, ‘‘Bu saate araç bulman zor olur’’ yanıtını alıyorum. Ancak Tuncelililer otobüs firmasının son arabasına binen yolcular arasına ilişiyorum. Otobüs Elazığ çıkışında durduruluyor. Kimlik kontrolü yapılıyor. Uzatmalı çavuşun ‘‘Hayırlı yolculuklar’’ temennisinden sonra yola devam ediliyor. Aracın cızırtılı hoparlöründen gelen Tarkan ve Şebnem Ferah şarkıları, yerel ve Kürtçe türkülere oranla daha fazla. Yolun ilerisinde renkli tretuarlar beliriyor. Çok geçmeden Bulgaristan gümrüğüne benzeyen bir yere geliniyor. Tepelerden aşağıya doğru nişan almış askerlerin önünde araç durduruluyor. Yine bir uzatmalı çavuş tarafından kimlik kontrolu yapılıyor. Kafa kağıdında Tunceli yazmayanlar, otobüsten indiriliyor. Şüpheliler, nazikçe sorgulamadan geçiriliyor. ‘‘Otobüste olmaması icap edenlerin’’ isimleri telsizle merkeze bildiriliyor. Olumlu yanıt geldikten sonra ‘‘olur’’ alan yolcularla birlikte araç yeniden hareket ediyor. Elazığ-Tunceli arasında bu kontroller beş kez tekrar ediliyor. Ancak Tunceli girişinde otobüs, güvenlik kuvvetleri tarafından yeniden durduruluyor. Yolcular araçtan indirilerek sıkı bir üst ve bagaj aramasından geçiriliyor. 120 kilometrelik yolu sık sık katetmek zorunda kalanlar, suskunluklarını bozuyorlar. Yaşlı bir yolcu, ‘‘İnsanın onuruyla bu kadar oynanmaz’’ diye bağırıyor. Arama yapan polis, ‘‘Amcacım ne yapalım biz de mecburuz’’ diye yaşlı yolcuyu sakinleştirmeye çalışıyor.KIRMIZI ELBİSELİ KIZMunzur Nehri'nin üzerindeki köprüden geçerek şehir merkezine giriyoruz. Kenti saran dağların üzerinden yükselen dumanlar, güneşin batmasına izin vermeden gökyüzünü karartıyor. Etraftaki ormanlar cayır cayır yanıyor.Munzur Suyu'nun kıyısından gelen sesler dikkat çekiyor. Kızlı erkekli bir grup genç, nehir kıyısında şarkılar söylerken, yaşı biraz daha geçkin olanlar, bir başka köşede çaylarını yudumluyorlar. Şehir merkezine yaklaşıldığında Tunceli Belediyesi'ne ait bir yolcu otobüsü durağa yanaşıyor. Ellerinde tenis raketleri bulunan genç kızlar, otobüsten indikten sonra çeşitli yönlere dağılıyorlar.Kırmızı elbiseli olana yetişebiliyorum.Adının Nazlı Akdeniz olduğunu söylüyor. On yaşında. Elindeki tenis raketini sorunca, hikayesini anlatıyor: ‘‘Üç ay önce sokakta oynarken bir abi geldi. Tenis öğrenmek ister misin, dedi. Babamın telefonunu istedi. Daha sonra ailemle temas kurdu. O zamana kadar tenisi, yalnızca Hülya Avşar'ın oynadığı bir
spor olarak biliyordum. Ama şimdi Bahattin hocanın sayesinde çok iyi oynuyorum. Dünyanın en iyi teniscisi olacağım.’’Bazılarının ‘‘Herşeyimiz tamam da bir tenis mi kaldı’’ demesine rağmen çocuklar ve gençlerin bir bölümü ‘‘zengin sporu’’ olarak kabul edilen tenisi öğrenmek için, raket bulmanın derdine düşmüş. Kahvede oturan gençlerin arasına dalıyorum. Ağzımdan tenis lafı çıkınca kahvede oturanların bazıları ters ters bakıyor: ‘‘Arkadaşım bunca sorunumuz varken sen tenisten bahsediyorsun’’ diyor biri. Adının yazılmasını istemiyor: ‘‘Liseyi bitirdim. Tuncelili olduğum için iş bulamıyorum. Şehir abluka altında. Birkaç kilometre ilerideki mezarlığa giderken yoksullara dağıtmak için götürdüğümüz erzaklar elimizden alınıyor. Ormanlarımız yakılıyor, köylerimiz boşaltılıyor. Sen bize tenisten bahsediyorsun...’’N.K adındaki başka bir genç, ‘‘Tenisin Tunceli'de ne işi var. Tenis bireysel bir spor. Toplumsal kurtuluş olmadan bireysel kurtuluşa inanmıyorum’’ diyor. Bu konuşmaları duyan Hasan Altmış adındaki yaşlı bir amca gençleri sessizliğe davet ederek N.K ya yanıt veriyor: ‘‘Bak delikanlı. İnsanın ömrü biter ama dünyanın işi bitmez. Şimdi Tunceli'ye tenis diye bir spor getirilmişse ondan faydalanmak lazım. Dünyanın işi hiç bir zaman bitmedi. Bundan sonra da bitmez...’’ Bu tartışmalar böyle sürüp giderken, tenisi öğrenmek isteyenler, öğleden sonraları belediye otobüsüne doluşarak spor kompleksinin olduğu Cumhuriyet Mahallesi'ne gidiyorlar. Basket sahalarının ucuna yapılmış tenis kortunda kendilerine servis tekniklerini öğreten kişinin yanına gidiyorum ben de... ÖNDER ASTSUBAYKahvelerdeki gençlerin söylediklerinin tam tersi tenis öğrencilerinin büyük bir bölümü ne zengin, ne de subay çocuğu. Çoğu ya işçi ya da alt kademedeki Tuncelili memurların çocukları. Eğer Bahattin Sayın adındaki tenis tutkunu bir astsubayın tayini Tunceli değil de Muş'a çıkmış olsaydı tenis Muş'ta konuşulacaktı. İşte Tunceli'de tenisin hikayesi:1996 yılında Tunceli'ye tayini çıkan Bahattin Sayın, yeni mesai arkadaşlarına telefon açarak Tunceli'de bir tenis kortunun olup olmadığını sorunca, ‘‘Dalga mı geçiyorsun?’’ yanıtı alır. Sayın, Zonguldak'ta görev yaptığı yıllarda tenis raketiyle tanışmıştır. Bu spor tutkusu haline gelir. Tenis Federasyonu'nun kurslarına da katılarak tenis hocası sertifikası alır. En büyük amacı kendisinin de geç tanıştığı bu sporu çevresine yaymaktır. Tunceli'ye gelir gelmez kolları sıvar. Tenis kortunu yaptırmak için çalmadık kapı bırakmaz. Önce komutanlarını ikna eder. Daha sonra da kendisinden çok yardım alacağı İl Spor Müdürü'nden kort için gerekli araziyi temin eder. Karayolları Bölge Müdürlüğü ve diğer kuruluşlardan da malzeme alır. Birliğindeki gönüllü askerlerle birlikte mesai saatleri dışında çalışarak kortun tamamlanmasını sağlar. Çalışmalarında İl Spor Müdürü de bizzat bulunur.Ancak tenis malzemesinin pahalı olması nedeniyle öğrenci bulmakta zorlanacağını düşünür. Sayın'ın müracatı üzerine Tenis Federasyonu başkanı Sadi Toker yardım elini uzatır. Toker ilk etapta bir miktar top ve dört adet de raket gönderir. Bu arada Bahattin sayın kendi tenis malzemesini de korta getirir. İşin belki de en zor aşamasına gelmiştir: Tunceliler'i tenise ikna etmek! Şehir içinde öğrenci aramaya başlar. Okullarda ve sokaklarda fiziğini tenise uygun gördüğü çocukları tek tek belirleyerek aileleriyle temas kurar. Kısa sürede tenis için ilk çekirdek kadronun oluşması diğer çocukların da ilgisini çeker. Sayın önceleri öğrenci bulmakta zorlanacağını düşünürken bir talep patlaması olur. Ancak bu kez de tek tenis kortu ve eldeki malzeme buna olanak tanımaz.Tenisle bir rastlantı sonucu tanışan Tuncelili çocuklar, bu yıl yapılacak Türkiye müsabakalarına hazırlanıyorlar. Tenisle ilgili çalışmalarını arkadaşlarından öğrendiğimiz Sayın, ‘‘Ben bunları reklam olsun diye yapmıyorum’’ diyerek bu konuyla ilgili konuşmak istemiyor. Ancak ısrarım üzerine birkaç şey söylüyor:Öğrencilerinizden umutlu musunuz?- Tunceli de çok büyük bir potansiyel var. Fiziki yapıları tenise son derece müsait. Anadolu'da tenis için böylesine bir kaynağın olmasına ben de şaşırdım. Türkiye turnuvaları için acaba iki öğrenci çıkarabilir miyim, diye düşünürken adayların tamamı iyi çıktı. Ne kadar zamanda başarı elde edebilirler?- Hemen bir başarı elde etmek zor. Şu anda on yaşından büyükleri derslere alamıyorum. Hem mesai saatlerimin dışındaki zamanım buna müsait değil, hem de tek kortla çok zor. Ancak buraya iki kort daha yapabilirsek... Tenis Federasyonu Başkanı'nın sözü var. Tunceli'de bir turnuva gerçekleştirebiliriz.Peki siz buradan tayin olursanız bu işleri kim yürütecek?- Tunceli'deki potansiyeli gördükten sonra hayatımın bundan sonrasıyla ilgili planları değiştirebilirim. Emekliliğime az bir süre kaldı. Belki de b
button