‘Östrojen’ hormonu hálá kendini ve çocuğunu güvende hissedebilmek için ‘inatçı, mücadeleci, gözü pek, risk sever ve daha da eklersek çevresine tahakküm edici, giderek maço testosteronu’ seçiyor değil mi?
Okurumuz Osman Koçak, editör köşesinde, dünya haline ‘Testosteron- Östrojen’ arasındaki ilişkiden bakan yazılara, kısmen paylaşan kısmen de eleştiren, ama daha çok soru soran güzel bir tartışma yazısı ile katkıda bulunuyor. Kendisine teşekkür ediyor ve yazısını aşağıda tartışmaya sunuyoruz.
İnsanlığın tarihsel gelişim sürecinin bugünkü aşamasında karşılaştığı sorunların çözümünün ve gelecek perspektifinin testosteron ve östrojen hormonları temelinde kadın Ğ erkek karşıtlığı üzerinden tartışılması, ilginç bir deneme. Şu bir doğru; iki niteleme dışında: ‘İnsanoğlu artık vahşi doğada değil! Kendi kültürünü, koşullarını, uygarlığını yarattı. Bir ‘bilgi imparatorluğu’ kurdu.’
Doğayı ‘vahşi’ olarak nitelemek ne kadar doğru; insanlığın bilgi birikimini de ‘imparatorluk’ olarak? Bunlar ayrı bir tartışma konusu olabilir. Tartışmadaki temel kavram bence ‘Hükmetme isteği, hükmetmek’. Yalnızca doğaya değil, insanın insana hükmetmesi bu tartışmanın asıl düğüm noktası. Hükmetme isteğinin kaynağının yalnızca testosteron hormonuna atfedilmesi yerli yerine oturmuyor bence. Uygarlığın geleceğe yönelik gelişiminin de östrojen kültürünün yaratılmasına bağlanması.
Östrojenin yani kadının ayağa kalkmasından söz edilebilir mi? Kadınlar erkeklere bakarak yerlerde mi sürünüyor? Erkek egemenliğinin kadının hücrelerine işlediği doğru. Bu egemenlik kadının istemi değil miydi? Erkek egemenliğini kadın erkekle birlikte yaratmadı mı?
Kadın ve hükmetme
Biliyoruz ki, kadında da hatırı sayılır ölçüde üstelik de işlevsel testosteron hormonu vardır.
‘İnatçı’, ‘ mücadeleci’,’ gözü pek’, ‘risk sever’, kısacası doğaya ve toplumun diğer bireylerine hükmeden erkek kişiliği kadının bugün de vazgeçilmezidir.
Erkeğin doğaya tahakkümü kadına ‘rahatlığı’ sağlamıştır. Kadın bu ‘rahatlığı’ sağlaması için erkeğe boyun mu eğiyor? Bir biçimde hükmediyor olmasın.
Kadın doğaya hükmetmemiş midir? Erkek avlanırken, doğanın tehlikelerine karşı mücadele ederken, kadın doğum ve çocuk bakımı nedeniyle bağımlı kaldığı yerde ilk tarımı başlattı: Doğaya hükmetti. Kaldığı yerin, ikametgahının, evinin sınırlarını belirledi; ötekilerinkinden ayırdı, topraksızları toprağında çalıştırdı. Toplumun diğer bireylerine hükmetti. Erkeğe de bu sınırları koruma görevini verdi. Bu döneme anaerkil dönem, kadın iktidarı dönemi denildi.
Toplumun yarattığı birçok deyim, kullanıldığı zamana ve mekana göre hatalar taşısa da toplumsal deneyimle elde edilmiş öz doğruları da ifade eder: Yuvayı dişi kuş yapar. İnsanın dişisinde yuva, oturulan, koruma sağlanılan yer olmaktan fazla bir anlam taşır: Ev tarihsel olarak çevresindeki toprağı ile birlikte bir üretim alanıdır.
Kadının erkek seçimi
Karadeniz’de çay, fındık, mısır, kara lahana tarlalarında kadınlar çalışırken, erkeklerin kahveleri doldurmasının tarihsel nedeni bu olmasın? Av bittiğine göre. Karadenizli kadınlar neden hala ‘İnatçı, mücadeleci, gözü pek, risk sever ‘ erkekleri seçiyorlar? Yaşça büyük kadının, erkek çocuk anası kadının, mesleğinde hiyerarşinin yüksek basamaklarındaki kadının sosyal statüsü neden diğer kadınlardan yüksektir de onlara hükmeder? Bu, yalnızca erkeklerin seçimi midir?
İnsanı insanlaştıran doğa ile savaşım sürecinde insan, bilgi birikimi sağlayarak zamanla giderek artan oranlarda doğaya egemen olmuştur. Ama, aynı zamanda, toplumsallaşmış ve insanın insan üzerinde egemenliği de doğmuştur. İnsanın insana tahakkümü erkeğin kadına tahakkümünden fazla bir şeydir. Ve kadının erkek üzerinde ve erkeği aracılığı ile toplumun diğer bireyleri üzerinde tahakkümü göz ardı edilerek, yok sayılamaz.
Belki de Havva’nın Adem’e yedirdiği yasak meyve insanın insana tahakkümünün ilk meyvesidir. Cennet de insanın insana tahakkümünün olmadığı insanlığın o hep özlenen, altın ilk çağları.
Zorunlu tarihsel süreç mi?
İnsanlığın doğa ile mücadelesinde üstün gelebilmesi, içlerinden az sayıda bireyin, çoğunluğun üzerinde egemenlik kurarak, onların birikimlerini, onların yoksulluğu ve ezilmişliği pahasına tek elde toplayarak, büyük bir güç halinde kullanmasını gerektirmiştir. Bu, zorunlu bir tarihsel süreçtir. O, egemen az sayıda birey, ‘testosteron’ sahibi erkeklerdir. Evet ama ‘östrojen’ sahibi kadınlar da yanlarındadır..
Dünyada mülkiyetin % 99’una erkekler sahiptir de bunlar yalnız mı yaşamaktadırlar?
Doğru, artık insanlık doğaya en azından dünya ölçeğinde, doğa güçlerinin ona yok edici darbe vuramayacağı ölçüde egemen olmuştur.
Ama, işte o, doğuştan değil, tarihsel olarak kazanılmış hükmetme sendromu, doğa ile mücadelenin kazanıldığı koşullarda, bir zorunluluğu ve gerekliliği kalmasa da sürmekte ve ezici, yok edici boyutlarda, insandan insana yönelmektedir. İnsan için gerekli doğanın ve de insanın her yönüyle yok olma süreci hızla ilerlemektedir.
Elbette ki, kadın da kendi başlattığı hükmetme sendromundan payını fazlası ile almaktadır. Oysa artık ıssız doğada, zifiri karanlık gecelerde, vahşi hayvan sesleri arasında, mağaralarda, ağaç kovuklarında, saz kulübelerde yaşamıyor.
Seçimi kadın yapıyor
Dünya üzerinde köleci, feodal toplumsal yapılar da neredeyse kalmadı. Devletlerin, ulusal, uluslararası kuruluşların kadını koruyucu ve kollayıcı önlemleri tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar gelişti.
Eğer lükse ve silaha kullanılmazsa insanlığın elindeki kaynaklar, tüm insanlar için gerekli olandan fazlası ile su, gıda, konut, giyim, eğitim, sağlık olanakları sağlamak ve doğal tehlikelere (deprem, sel, kasırga v.b.) karşı önlem almak için yeterli: Türkiye’de 6.5 şiddetinde depremde 15 000 kişi ölürken; Japonya’da 7.5 şiddetinde depremde ölen olmadığına; aynı kasırgaların vurduğu Küba’da 1, ABD’de 3 - 5 kişi ölürken Haiti’de 2 000 kişi öldüğünü anımsarsak.
Oysa ‘östrojen’ hormonu hala kendini ve çocuğunu güvende hissedebilmek için ‘inatçı, mücadeleci, gözü pek, risk sever ve daha da eklersek çevresine tahakküm edici, giderek maço’ ‘testosteronu’ seçiyor değil mi?
Bilim dergilerinde sıkça yayınlanan bilimsel bir gerçektir ki, seçimi yapan dişidir. Erkeği dişi seçer. Dolayısıyla erkek özelliklerini belirler. Yoksa piyasası olmayan ‘testosteron’ neden arz edilsin ki? Yani ‘testosteron’ hormonunu ‘östrojen’ belirler. Türün devamı bunu gerektirir. Bu, eşeyli üreyen canlılar dünyasının temel kuralı.
Kendine ve doğaya karşı
Ne var ki, doğa egemeni, bilgi imparatoru insanlık bu niteliği artık doğa ile birlikte kendini yok edici biçimde kullanmaya yöneldi.
İşte tam da tarihin bu anında kendini ve insanlığı tahakkümden, doğayla birlikte yok olmaktan kurtaracak temel görev ‘östrojen’ hormonuna düşüyor. Artık çocuğunun, soyunun ve türünün varlığını sürdürebilmesi, seçimini, bugüne kadar dayandığı
seçim kriterlerine göre değil; yaşamda, üretimde, geleceğin planlanmasında ve paylaşımda ortaklaşmacılığa göre yapmasına bağlıdır. Kuşkusuz öncelikle kendi bilincini ortaklaşmaya hazırlamasına bağlıdır.
Yoksa, ne kadar dünyanın en ‘inatçı, mücadeleci, gözü pek, risk sever’ ‘testosteron’una sahip olursa o oranda da tahakküm salgının önünde duramayacak, altında ezilecektir.
Beklenir ki, akıllı kadınlar, bundan böyle gözlerini ve kulaklarını bilgi imparatorluğunun birikimlerine, verilerine kapamazlar. Akıllı seçimler yaparlar. İnsanlığın geleceği bir yönüyle ‘östrojen’in kendini toplumsal olarak var etmesine bağlı. Her ne kadar doğabilecek yeni kültüre ben, ‘östrojen kültürü’ değil de ‘insani kültür’ demeyi yeğlesem de.
Osman Koçak / rohani@ttnet.net.tr