Oluşturulma Tarihi: Mart 24, 2002 16:21
Bir kazaya uğradığımızda hemen suçu başkalarına yükleme ve mahkemeye vererek tazminat isteme eğilimi giderek artıyor.
Ancak, bilime göre ise risksiz yaşam asla olamaz. Yaşam risklerini ‘kaza’ olarak bilincimize yerleştirmek ve kazayı ‘başkalarının suçu’ olarak kabul etmek, toplum için tehlikeli sonuçlar doğurur...
Hiç kaldırımdan yere yuvarlandığınız oldu mu? Bu gibi durumlarda bir yerlerini incitenlerin çoğu olanları dalgınlıklarına, sakarlıklarına, hatta sarhoşluklarına bağlarlar. Gelgelelim, bunu yapmayanlar da var. Dünyada gelişmiş ülkelerde binlerce kişi bu tür olaylarda mahkemeye başvurup, yerel yetkilileri ihmalle suçlayarak tazminat isteminde bulunuyor.
‘Kaza’ sözcüğü artık geçerliğini yitirmişe benzer. ‘British Medical Journal’ dergisi ‘kaza’ sözcüğünü sayfalarından sildiğini duyurduktan sonra, devlet yetkilileri de kendilerini zora sokan bu konuya yeniden eğildiler. Dergi, kasırga, deprem ve toprak kayması gibi doğal afetlerin bile genelde önceden kestirilebileceğine dikkat çekerek, herhangi bir risk durumunda, yetkililerin halkı önceden uyarabilecekleri, bu nedenle de söz konusu olaylar sonucunda meydana gelecek zararların kaza kapsamına girmediği belirtiliyor.
Gerek tıp, gerekse bilimdeki çarpıcı gelişmeler nedeniyle, beirsizliklerin içinden çıkmak giderek güçleşiyor. Söz gelimi, bir çocuk nedeni açıklanamayan bir hastalığa yakalandığında, bunu hiç duraksamadan yakındaki baz istasyonuna bağlayabiliyoruz.
Şanssızlık hep var
Şanssızlıklar insanın yakasını bırakmaz. Bir süre önce, Britanya’da bir okul 17 yaşındaki bir öğrencisinin kayak yaparken yaralanmasından sorumlu tutularak mahkemeye verildi. Öğretmenler söz konusu genci pist dışında kaydığından ötürü uyarılara kulak asmayan çocuk ciddi bir biçimde yaralanmıştı. Bu bir kaza mıydı? Yargıç okulu kayıtsızlıkla suçladı.
Kamu yetkilileri ve özel şirketler, hiç kuşkusuz, sorumluluklarını yerine getirme konusunda kayıtsız davrandıklarında cezalandırılmalı. Gelgelelim, günümüzde bir zamanlar şansa ya da yazgıya bağladığımız olaylar artık farklı nedenlere bağlanarak, bundan belli kişiler ya da kurumlar sorumlu tutuluyor.
Suçu bir başkasına yükleme oyunu insanlara kendi sorumluluklarını unutturuyor. Artık çok kişi başlarına gelen olumsuzluklardan kendilerini sorumlu tutmaktan kaçınıyor. Duyguların zedelenmesi durumunda da aynı tavır geçerli. İnsanlar sıklıkla gerilim, travma, özgüvensizlik ve onurun çiğnenmesi gibi durumları giderim gerektiren manevi zararlar biçiminde sunuyorlar.
Çocuğunun ölümü üzerine anne ve babanın yaşadığı üzüntü ve travma artık ruhsal bir zarar olarak ele alınıyor. Hastaneler ölüm olayına duyarsızlıkla yaklaşmakla suçlanıyor.
Tüm bunlar gerçekten de haklı nedenlere dayanıyor mu? Hastanelerin kimi zaman duyarsız bir tavır sergiledikleri doğru, ama bir çocuğun ölümü doğal olarak üzüntü yaratacaktır. Yoksa, insanoğlu kendisini var eden duygularından da mı oldu?
Gerçek şu ki, hepimiz belli bir eylemin bize sağlayacağı çıkarlarla bunun yaratacağı olası bir olumsuzluğu tartmak zorundayız. Örneğin, futbol oynarken, ya da kayak yaparken bundan alacağımız keyfin en ufak bir yaralanma durumunda bozulacağını hepimiz biliriz. Kayak yapan, ya da futbol oynayan biri bu gibi risklerle nasıl başa çıkacağını bilmek zorundadır.
Gerekçeler haklı mı?
Kayak yaparken meydana gelebilecek yaralanmaları engellemenin en kesin yolu kayak sporunu yasaklamak, benzer biçimde bisiklet kazalarının önüne geçilmesi için bisiklete binilmesini yasaklamak olabilir. Gelgelelim, risk yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır ve uygar bir toplum insanların riskleri göze almaları gerektiğinin farkındadır.
‘Kaza’ sözcüğünün dağarcığımızdan silinmesi fiziksel yaralanmaların engellenmesi konusunda pek de etkili olmayacağı gibi, risk alma ve denemeler yapma konusunda da olumsuz bir hava estirecek ve insanların yaratıcı gücüne ket vuracaktır.
New Scientist’te bu konuda yayımlanan bir yorumda, ‘Ne pahasına olursa olsun güvenlik, akılcı bir toplum için erdem değil, olsa olsa itici bir davranış biçimi sayılabilir’ denmekte.