Güncelleme Tarihi:
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım:
1- Ben Galatasaray'ın başına Faruk Süren ekibinin geçmesine açıkça karşı çıktım. Ancak bu ekip seçimi kazandıktan sonra bütün kalbimle destekledim. Benim için Galatasaray'ın Başkanı ve yönetim kurulu önemlidir; bunların isimleri değil.
2- Galatasaray Takımı futbol şubesi sorumluluğuna Fatih Terim'in getirilmesine de karşı çıktım. Bence O, Milli Takım'da kalmalıydı ve eğer kalsaydı, şimdi Dünya Kupası'na gitmeyi garantilemiş olacaktık.
3- Ben Galatasaray Teknik Direktörlüğüne, yerli bir hocanının getirilmesine karşıyım. Türk gibi düşünmeye şiddetle karşı çıktğım için Dünya'ya açılan takımın Avrupa mantalitesi taşımasını istiyorum. Biz temelde tek tip düşünen, duygusal insanlarız. Avrupalı bilimselliği ön plana koyan, duyguyu bunun içine katan adamdır.
3- Ancak takımın başına Fatih Terim getirilince onu da destekledim. Madem ki, Galatasaray Futbol Şubesi sorumlusuydu bana da ona destek olmak düşerdi. Ancak onu eleştirmek ve bu eleştiriyi, dozunda tutmak şarttı. Arasıra endazeyi kaçırdı isem de bunu, Terim'i insan olarak çok sevdiğim için yaptım.
5- Uygulamalarında temel eleştirim, baştan teslim bayrağını çekmiş olmasıdır. Bu takıma Avrupalı süper bir kaleci gerektiğini bilmeli ve bunu dayatmalıydı. ‘‘Feldkamp Hagi'yi oynatır mıydı?’’ diye düşünmeliydi. John Toschak'ın oyun sistemini analiz etmeliydi. Takımdaki sorunları gizlemek yerine üzerlerine yürüyüp neşter atmalıydı. Bunları yapmadı; yapamadı.
6- Aksine, Fenerbahçe maçıyla birlikte paniğe kapıldı ve stresini takıma misliyle taşıdı. Hatalarını sürekli başkalarına yıktı ve ‘‘kale büyük top küçük’’ mazaretleri yarattı. Cesur göründü ama cesur davranmadı. Takımda kendine olan inancı sildi ve bunu, özellikle kenar yönetimi sırasındaki el-kol hareketleri ve yüz ifadeleri ile yaptı. Sakin, kendine güvenli ve soğukkanlı bir kişilik çizmek yerine nörotik bir kişiliğe büründü. Oyuncularla arasındaki ince mesafeyi iyi ayarlayamadığı için, adeta oyuncuların yönetimine girdi. Sonuç onun bir kısır döngü içinde çırpınmaya başlaması oldu. Ben de Gençlerbirliği maçından sonra ona ‘‘Git’’ dedim.
Bence gitmeliydi; çünkü bataklıkta çırpınmaya başlarsanız ancak batışınızı hızlandırırsınız. Üstelik batarken takımınızı da batırırsınız.
Benim analizim budur ve Galatasaray'ın geçen yılki durumu nasıl Fatih Terim'in eseriyse, bu yılki durumu da onun eseridir.
Bir işin başındaki adam o işin yürüyüp yürümemesinden sorumludur. Dünyanın en iyi artistlerini bir filmde bir araya getirdiğiniz halde film kötü oluyorsa, suç yönetmendedir.
Oyuncuları seçmek ve oynatmak onun görevidir. Başarı da başarısızlık da onundur. Başarısız olan bırakıp gitmeyi de bilmelidir.
Ancak Terim kalmıştır ve bu karar Terim açısından ne kadar yanlışsa, yönetim açısından o kadar doğrudur. Yönetim böylece zaman kazanmış Terim'in elinden idari işleri alarak takımla 24 saat ilgilenmesini sağlamıştır. Terim bundan sonra başarılı olursa, yönetim alkışlanacak, başarısız olursa, ‘‘günah bizden gitti.’’ diyebilecektir.
Terim, kalma kararıyla daha da ağır bir yükün altına girmiştir.
Ve artık benim için onu kanımla, canımla desteklemekten başka yol kalmamıştır.
Ancak burada, Terim'i göklere çıkaranlara şaşıp kalıyorum. Terim yararına hiç bir şey değişmediği halde onu sırtını sıvazlayarak ateşlerin içine gönderiyorlar.
Ben ve benim gibileri suçlu ilan ediyorlar.
Eğer benim suçlu olmam Galatasaray'ı kurtaracaksa, kabulümdür.
Demek ki, Galatasaray'a maçları ben kaybettirdim. Şampiyonlar liginde puan alamamanın suçlusu da benim.
Ben hayatımda bu kadar garip şey görmedim.