Ülkemizde Malatya ve benzer bölgelerde, şehir suyuna bulaşan kanalizasyon suları bütün kenti hasta etmişti!.. Artık şehirlerde yaşayanlar suları "yüzeyden" içmiyor.. Yani ortalıkta akan derelerden, kaynak olmayan sulardan ve su birikintilerinden..
Bu nedenle de şehirlerde bizler ister kaynak ister şehir içme suyu, mikroptan arınmış sular içmeye alışkınız.. bu açıdan, çevre kirliliklerinden etkilenmeyecek bölgelerde yaşayanlar da dahil, bağışıklık sistemleri mikropsuz, steril bir dünyaya göre ayarlanıyor..
Ama sularımıza bazı su bakterileri bulaşınca da bağışıklık sistemimiz ubuna yanıt veremiyor ve ölümlere varan hastalık öyküleri başlıyor... bu konuda bilim yazarı Bryant Furlow’un New Scientist’te yayımlanan ilginç bir makalesi dersler ve son araştırmaların sonuçlarını içeriyor..
Tarihi olay
Bu konu 1993 yılında ABD’de olan bir doğa olayının sonuçlarıyla bilim dünyasının ilgisini çekti.. O yıl Wisconsin’e ilkyaz gecikmeli geldi. Mart’ın sonlarına doğru Michigan Gölü’nün suları yükselirken de Milwaukee’deki içme suyu tesislerinde felaketle sonuçlanan terslikler meydana geldi. 400,000’i aşkın insan kriptosporidiosis (Cryptosporidiosis) adıyla bilinen, kriptosporidium adlı tek hücreli bir hayvandan kaynaklanan ve birkaç gün boyunca şiddetli ishale yol açan bir hastalığın kurbanı oldu. Bu salgın 54 kişinin ölümüyle sonuçlandı.
Milwaukee’de böyle bir olayın yaşanması varlıklı bir ülke için son derece şaşırtıcı olmakla birlikte, ilk kez tanık olunan bir durum değil.
Son birkaç onyıldır A.B.D, Kanada, Avustralya ve Avrupa’da dönem dönem benzer olayların yaşandığı belirtiliyor.
Gerçekten de, gelişmiş ülkelerin çoğunda bu hastalığa "yeni baş gösteren bir illet" gözüyle bakılıyor.
Dahası, felakete yol açan hastalık yalnızca kriptosporidiosis de değil. Giardia, norovirüsler ve zararlı E. Koli türleri gibi, sudan kaynaklanan başka patojenlerin de giderek yaygınlaştığına dikkat çekiliyor.
Sıfır mikrop
Bir yüzyıl önce bu tür mikroplardan kaynaklanan hastalıklar dünya çapında ölüme neden olan mikropların başında
gelmekteydi.
Kirli sular günümüzde de gelişmiş ülkelerde yılda yaklaşık 2 milyon kişinin ölümüne neden oluyor. Öyle ki, arıtılmış suyun toptan üretildiği sanayileşmiş dünyamızda bu tür hastalıkların sanıldığı gibi hiç de tarihe karışmadıkları görülüyor.
Bu durum salt kamu sağlığını ilgilendiren bir durum değil. Sudan kaynaklanan hastalıklar parasal açıdan da büyük biryük oluşturuyor. Kamu sağlığı yetkilileri bu hastalıkların önüne geçilmesi konusunda hiç kuşkusuz ellerinden geleni yapıyorlar.
Onlara göre, bu hastalıklara köklü bir çözüm getirilmesi için su arıtımında çok daha katı ölçütlerin uygulanması gerekiyor.
Söz gelimi, ABD Çevre Koruma Örgütü (EPA) kriptosporidium konusunda "sıfır-mikrop" politikasını benimseyerek su şirketlerini 60 milyon dolarlık ek bir yatırım yapmaya ve mikrobun evlerde kullanılan sulara karışmasını önleyecek mikrofiltreleme yöntemlerini uygulamaya zorluyor.
Gelgelelim, böylesi bir uygulamayla istemeden işlerin daha da kötüye gitmesine yol açmış olabilirler mi?
Hastalıklara davetiye
Aşırı temizliğin, bağışıklık sistemine en hafif hastalıklarda bile etkili olma şansını tanımadığı, üstelik gerçek tehlike boy gösterdiğinde bağışıklık sistemini savunmasız bırakabileceği, çok kişinin mantıklı bulduğu ve paylaştığı bir görüş.
Bilim insanları artık suyun daha da katıksız olmasına çalışılmasının hastalıkları davet edebileceğine inanıyorlar ve bu konuda giderek daha somut kanıtlar elde ediyorlar.
Ancak, işin en güç yanının yetkilileri buna inandırmak olduğuna dikkat çekiyorlar.
Bu görüşü savunan ve sözcülüğünü yapanlardan biri olan Lovelace Solunum Araştırma Enstitüsü bulaşıcı hastalıklar
uzmanı Floyd Frost kriptosporidium gibi su kökenli hastalıkların yeni yeni baş göstermekte oldukları görüşüne katılmıyor.
Tam tersine, hastalığın şiddetinde bir değişiklik olduğuna ve bunun da suyu arıtma çabalarının olumsuz bir etkisi olabileceğine inanıyor. Frost, su arıtma yöntemlerini iyileştirmeye ve içme suyunu daha da nitelikli kılmaya çalışmanın bu tür hastalıkları olsa olsa daha da körükleyeceğine inanıyor.
Felç hastalıklarına davetiye
Bu görüşü ilk kez ortaya atan bilim insanı Frost değil.
Başta East Anglia Üniversitesi’nden Paul Hunter ve Galler Üniversitesi’nden David Casemore olmak üzere, başka araştırmacılar da bu görüşü savunuyorlar.
Hunter, tıp tarihinde sağlık koşulları iyileşip bağışıklık sisteminin koruyucu etkisi azaldıkça, felç gibi hastalıkların daha da ciddi bir soruna dönüştüğünü gösteren yığınla örnek olduğuna parmak basıyor.
Hunter, çiğ sebze ve meyve yemenin görünüşe bakılırsa kriptosporidium mikrobunun çiftlik hayvanlarındaki türüne karşı koruyucu bir etki yarattığını, ancak insanlardaki türü için aynı durumun geçerli olmadığını da ortaya koydu.
Bu da, koruyucu bağışıklık görüşünü desteklediği gibi, taze sebzelere düzenli olarak çiftlik hayvanlarının dışkılarının karıştığını da gözler önüne seriyor.
İçme suyu
Aynı şekilde, Frost da ırmak ya da göl gibi yüzeydeki kaynaklardan elde edilen ve hayvan dışkılarına daha açık olup düşük düzeyde kriptosporidium içeren suların, bu mikrobun karıştığı kaynak sularına kıyasla, insanlara çok daha az zarar vereceğine dikkat çekiyor.
Frost ve arkadaşları, kaynak suyu içenlerle yüzey suyu içenler arasında "15/17 antijen grupları" adını verdikleri kimi kriptosporidium antijenlerine bağışıklık sisteminin verdiği tepkileri kıyasladılar.
Ve kaynak suyu içenlerin yalnızca %15’inin bağışıklık sisteminde güçlü bir tepkiye tanık olurken, bu oranın yüzey suyu içenlerde %65 gibi yükesk olduğunu gördüler.
Bağışıklık sistemindeki daha güçlü bir tepkinin insanları ishale yol açan hastalıklara karşı gerçekten de koruduğunu kanıtlamak üzere, Frost başka bir ekiple geçtiğimiz yılın başlarında A.B.D’nin farklı bölgelerinden 326 denekten kan örnekleri topladı ve bunların antijenlere gösterdikleri tepkileri inceledi.
Sonuçta, beklenildiği gibi, antijenlere gösterilen tepki güçlendikçe kriptosporidiosis riskinin de düştüğüne tanık olundu.
İtirazlar var
Ne var ki, su arıtma ölçütlerinin belirlenmesinde bağışıklık sisteminin koruyucu etkisinin de göz önünde tutulması gerektiği görüşünü, herkes inandırıcı bulmuyor.
Bu görüşe kuşkuyla yaklaşanlardan biri olan Kaliforniya Üniversitesi uzmanlarından Joe Eisenberg,"Oldukça düşündürücü, ancak kesinlik kazandırmaktan uzak bir araştırma bu. Kripto, kaygı uyandırıcı su kökenli mikroplardan yalnızca bir tanesi. Öyle ki, Frost’un araştırmasında bir genellemeye gidip bunun sularımızda gezinen onca mikrop ve virüs için de geçerli olduğunu söylemek çok güç olsa gerek," diyor.
Frost, yalnızca sudaki kriptosporidium gibi kimi mikropları tümden yok eden mikrofiltreleme yönteminin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine, suyun daha ciddi birtakım bakteri ve virüslerden arındırılması hedefinin yine de geçerli olduğuna dikkat çekiyor.
Bağışıklık sistemi zayıf olanlar
Ancak Eisenberg buna da katılmıyor ve,"Politikada bir değişime gidilmesini gerektirecek miktarda kanıt toplanabileceğini hiç sanmıyorum," diyor.
Kimileri gibi, Eisenberg de su arıtma ölçütlerinin gevşetilmesi durumunda yaşlılar ve AİDS hastaları gibi bağışıklık sistemleri zayıf olanların geleceğinden kaygı duyuyor.
Gerçekten de, Milwaukee olayında ölen 54 kişiden sekizi dışında tümünün AİDS hastası oldukları belirtiliyor.
Öte yandan, Frost, bağışıklık sisteminin koruyucu etkisinden hastalığa yakalanma riski en yüksek olanların bile yararlanabileceğine inanıyor.
İnanç değil kanıt
"Uzmanlar yaşlılar konusunda yanılıyorlar. Verilere bakılırsa kriptosporidiosis hastalığına yakalanma olasılığı yaş ilerledikçe azalıyor," diyen Frost, yaklaşık on yıl önce Kaliforniya Üniversitesi’nden Jack Colford ve arkadaşları tarafından yapılan bir araştırmaya dikkat çekiyor.
Bu araştırma, kriptosporidiosis hastalığına yaşlı AİDS hastaları arasında çok daha seyrek tanık olunduğunu ortaya koyuyor.
Ancak, Colford’un da belirttiği gibi, söz konusu araştırmada deneklerin 30-42 yaşları arasında olmaları bu sonucun pek de güvenilir olmadığını gösteriyor.
Bu konuda daha kapsamlı araştırmalara gerek olduğunu kabul etmekle birlikte, sıfır-mikrop politikasının en yakın zamanda yeniden gözden geçirilmesi gerektiğinde de ısrar eden Frost, "Hastalık denetiminde başarının anahtarı katı inançlar değil, somut kanıtlardır," yorumunu yapıyor.