Güncelleme Tarihi:
Gazeteci -Yazar Eyüphan Kılıç'ın Sarı Gelin romanı, okuyucuyla buluşuyor. Karınca yayınevi tarafından yayımlanan ve tarihi aşk romanı şeklinde kaleme alınan eser, çok sayıda kaynak eserlerin araştırılmasıyla ortaya çıktı.
Topluma mal olan “Sarı Gelin” türküsü hakkında ortaya atılan “Sarı Gelin'in sarı bir kız olduğu ve aslen Ermeni olduğu” yönündeki iddialara, romanda açıklık getiriliyor. Kitapta, “Sarı Gelin'in esmer, yeşil gözlü ve annesinin Ermeni olduğu gerçeğinin yanı sıra ona aşık olanın da Bağdat'tan gelen bir Şeyh olduğu, bu türkünün de Şeyh tarafından yazıldığı anlatılıyor.
Sarı gelin13. Yüzyıl başlarında Abdulkadir Geylani Hazretlerinin müritlerinden Şeyh Senan, puta taptığını gördüğü bir rüya üzerine Bağdat'tan yola çıkar. Şeyh Senan, Erzurum'da gördüğü Gürcü Penek Kralı IV. David'in kızı Humar Hanım'a aşık olur.
Şeyh Senan, giydiği Hint elbisesinden dolayı “Sari Gelin” adını taktığı Humar Hanım'ın tüm isteklerine boyun eğer. Aşkı uğruna şarap içen, Kuran'ı ateşe atan ve Hıristiyan olan Senan, Humar Hanım'ın isteği üzerine domuz çobanlığına başlar.
Şeyhlerinin düştüğü durumdan rahatsız olan dervişleri, buna çare bulamayarak Bağdat'a döner. Şeyhlerinin yakalandığı aşkın gerçekte, Allah uğruna çektiği çile olduğunu öğrenen dervişler, tekrar Erzurum'a dönerek şeyhlerine sahip çıkarlar.
Dervişliğin en yüksek mertebesine ulaşan Şeyh Senan, Sari Gelin'e kavuşmak üzereyken domuz çobanlığını bırakarak, dervişleriyle saraydan ayrılır. Müslüman olan Humar Hanım, Şeyh Senan'ın aşkı uğruna yaptığı fedakarlıklar karşısında hatasını anlayarak, peşlerinden gider.
Sarı Gelin ve Şeyh Senan'ın kavuşmaları Allahuekber dağlarında gerçekleşir. Ama bu aşkın sonu da hüsranla biter. O günden itibaren bu dağlar “Allahuekber” adıyla anılır.
Uyandığımda sağ yanım uyuşmuş oluyordu
Kılıç, Sarı Gelin türküsünü araştırmaya karar veriş nedenini kitabında şöyle anlatıyor:
“Kimimiz sevip alamamışız, kimimiz seveceğimizi bulamamışız, kimimiz içimizdeki Sarı Gelinin hayaliyle yaşamışızdır. İster hayallerde yaşasın, ister gönüllerde, isterse bu cihanda yaşasın. Yaşasın da nerede olursa olsun. Önemli olan sevginin yaşıyor olması değil midir?
Sevgili, uğruna çok şey feda edilen ve buna değendir. İnsanoğlunun sevdiği için feda edemeyeceği şey yoktur. Hangi sevgili, sevgisi uğruna neleri feda etmemiştir ki? Bu sevgili, bazen Allah sevgisi olarak çıkar karşımıza; bazen bir yüce makam, bazen güzel bir kız, bazen de dünya malıdır.
O soğuk kış mevsiminde hapsolduğumuz evimiz, sobanın sıcaklığıyla kucaklardı bizi. Sobanın üzerinde fokurdayarak kaynayan suyun sesi, radyodaki haberleri okuyanın sesiyle yarışır dururdu. Dizine yatarken sırtımı verdiğim sobanın sıcaklığı, annemin anlattığı masallar unutulur gibi değildi.
Annem, “Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber iken, develer tellal iken, ben annemin dizinde mışıl mışıl uyurken” diye başlardı anlatmaya. Masalların hiçbirini sonuna kadar dinleme imkanı bulamamıştım. Uyandığımda, sağ yanım uyuşmuş oluyordu. Öyle uyuşmuştu ki o uyuşukluk, masallarda dinlediğim Sarı Gelini arayıp buluncaya kadar gitmemişti. İşte o zaman bir şeylerin farkına yeni yeni varabildim.”
Kültürün milliyeti olmaz
Yaklaşık 800 yıl önce yaşanan Sarı Gelin'in günümüze kadar unutulmadığını anlatan Kılıç, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı'nın aşkından geri kalmayan Sarı Gelin ile Senan'ın aşkının da evrensel hale geldiğini söyledi.
Yazar Kılıç, Ermenilerin, Gürcülerin ve Azerilerin de sahip çıktığı Sarı Gelin türküsünü “kültürün milliyeti olmaz” düşüncesiyle açıklıyor. Kılıç, “Yaklaşık 3,5 yılı aşan araştırmalarımın sonucunda böyle bir kitap yazma zarureti doğdu. Onlarca kitap, yüzlerce yazılı eser taramamda elde ettiğim bulgular ışığında yazdığım bu roman, gerçeğin hayalle harmanlanmasıdır” dedi.