"Sadece Diplomat"ın Kaleminden:SavaÅŸ Yıllarında ROMANYA ve GAGAUZLAR (1) Romanya son günlerde, yıllarda, Türkiye'nin hep gündeminde. Ä°lk olarak, Caeusecu'nun

Güncelleme Tarihi:

Sadece Diplomatın Kaleminden:Savaş Yıllarında ROMANYA ve GAGAUZLAR (1) Romanya son günlerde, yıllarda, Türkiyenin hep gündeminde. İlk olarak, Caeusecunun
Oluşturulma Tarihi: Aralık 06, 2000 00:00

"Sadece Diplomat"ın Kaleminden:SavaÅŸ Yıllarında ROMANYA ve GAGAUZLAR (1) Romanya son günlerde, yıllarda, Türkiye'nin hep gündeminde. Ä°lk olarak, Caeusecu'nun devrilmesinden sonra, BükreÅŸ'te ilk ekmek fabrikasını açan "müteÅŸebbis" yurttaşımız ile. Sonra, gurbet ellerde ekmek parası derdine düşen, semt komÅŸularımız Rumenler ile. En pırıltılısı, Hagi ile. Onun ardından, Galatasaray camiasına katılan Lucescu ile. Ve, birkaç haftadır da, Ciguli'nin "Romale"si ile. Ama, beni, savaÅŸ yıllarının Romanya'sına götüren ÅŸey, Hilmi Yavuz'un bir TV sohbeti oldu. Mevzu, Türk hariciyesi. Söz döndü dolaÅŸtı, II. Dünya Savaşı'na geldi. Åžifreler, kuryeler derken, Hamdullah Suphi'nin BükreÅŸ sefaretinden gönderdiÄŸi benzersiz telgraflara geldi dayandı. O sırada sefaret kâtiplerinden olan Zeki Kuneralp'in mesaisi, Ä°nönü'nün yüce kalpliliÄŸi ile hariciyeye intisap ediÅŸi anlatıldı. Benim çok iyi bildiÄŸim bu sahneler, birer film ÅŸeridi gibi gözümün önünden aktı. Öyle heyecanlanmışım ki, hiç âdetim olmadığı halde, Hilmi Yavuz'u arayıp bana ve herkese bahÅŸettiÄŸi bu nostalji ziyafeti için şükranlarımı sundum. Nostalji bir yana, Zeki Kuneralp'in kitabına (Sadece Diplomat) döndüğümde, Rumenler ile niçin bu kadar yakın olduÄŸumuzu tekrar keÅŸfettim. Ayrıca, tüm Balkan milletlerinin tarih boyu paylaÅŸtığı ortak hüznü de… Ä°KÄ° KARÄ°KATÃœR... Ä°lki, Hürriyet'te beraber çalıştığım sevgili arkadaşım Bülent'in. Sırtında Galatasaray bayrağı, saçı sakalına karışmış bir tip (GS'li) Avrupa BirliÄŸi tabelasının önündeki engeli aÅŸmaya çabalıyor. Bu arada, TOP, manialı koÅŸuyu aÅŸmış ve öbür tarafa geçmiÅŸ bile. Kallavi engelin önündeki biçare kardeÅŸimiz, köfte burunlu memurun "Sadece o girebilir" ikazını sineye çekmeye çabalıyor. (28 AÄŸustos 2000). Manzara hazin… Ama, Bülent deÄŸil UEFA, Süper Kupa'yı da alan Galatasaray'ı -beyhude yere- yok saymaya çabalayan Avrupa ile iyi dalga geçmiÅŸ. Zaten, Bülent öyledir: Sessiz, sakin, hep gülümser, aymaz görünür, ama her ÅŸeyi görür. Ä°kincisi, ismi gibi "latif" birinin. Latif Demirci'nin. Bilgisayar önünde, tombul memeli bir hatun. Arka panoda "Müşteri Hizmetleri", masanın önünde ise "24 Saat / Banka" yazılı. Gene, saçı sakalına karışmış bir adet GS'li, yüzünde hınzır bir tebessüm, bacak bacak üstüne atmış. Tombul memeli hanım soruyor: Pardon efendim, kredi baÅŸvuru formu için meslek ne yazıcaz?" (Pardon, ama "yazacağız" deÄŸil de, "yazıcaz" deyiÅŸine dikkatinizi çekmek zorundayım.) GS'li arkadaşımızın cevabı çok net: CÄ°M BOM TARAFTARI yazın! Helâl!.. Acaba diyorum, sayım günü, meslek hanesine, "gazeteci" yerine, ben de "Galatasaraylı" diye mi yazdırsaydım? Takım, sahiden, muhteÅŸem. Ä°liÄŸine kemiÄŸine kadar Galatasaraylı Fatih Terim'den sonra, takımı devralan teknik direktörümüz Lucescu da. "Ben patronum, Hagi de işçi" diyor; sonra devam ediyor: "Hagi'nin liderlik vasfı var." "Ayrıca, iyi bir Galatasaraylı." "Bu nedenle, saha içinde ve dışında, arkadaÅŸlarına yanlışlarını söylüyor, düzelttiriyor. "Hagi bugün Galatasaray'da olmasa, belki UEFA Kupası, belki 4 lig ÅŸampiyonluÄŸu, belki Türkiye kupaları, belki de Süper Kupa olmayacaktı." Ve, son cümle: "Hagi, dünyanın en iyisidir!.." Tüm medyanın "Aralarına kara kedi girdi…" diye viyakladığı "takımı Lucescu deÄŸil, Hagi yönetiyor!" diye vaveyla kopartıldığı bir ortamda, Rumen Hocamız iÅŸte böyle bir centilmen. 1977'deki depremde, BükreÅŸ'teki evi yıkılmış. Nikolai Caeusescu devrinin tüm zulmetini yaÅŸamış, derinden yaralanmış, ama kendini gerçekleÅŸtirmiÅŸ biri. Ãœstelik, provokasyona da gelmiyor. GS armalı ceket giyiyor. Takımıyla, Avrupa'da bir kez daha tarih yazmaya kararlı. Sözü kısa keselim: Dünyanın 2 numaralı takımının patronu, bir Rumen!.. HAGÄ° GENE GÖNÃœLLERÄ° FETHETTÄ°! Yozgat maçında, tam kapı eÅŸiÄŸinde attığı gol ile, galiba, futbol tarihine geçti. Tasavvur edebiliyor musunuz? On dakika diz bağı ile oynadıktan sonra, "Lucescu'cuÄŸum, ben çıkmak istiyorum…" de, sonra kart yetiÅŸmesin, orta hakem görememiÅŸ, "Bekle, sahadan hemen çıkamazsın" ikazını alınca, sahaya dönüp bakmış. Kendisine doÄŸru gelen topu görünce de, muhteÅŸem bir ÅŸut ve harika gol! Geçiyordum, uÄŸradım, der gibi… Golden sonra, ekranda Lucescu'yu görüyoruz. Yelkenler mayna… Sahiden, Lucescu gülsün mü, alkışlasın mı bilemedi. Öpüştüler… Yedeklerle sarmaÅŸ dolaÅŸ; Hagi sevgisi apartman boyu. Monaco maçında, hani ÅŸu bir adet "kazalar manzumesi" olan müsabakada, Hagi serbest vuruÅŸta topu bir semt-i meçhule gönderdiÄŸinde, "Bittik…" demiÅŸtim. Duran toplara vurma üstadı, ama Hagi'yi sinirlendirdiler mi, oyundan düşüyor. DoÄŸru. Ama, itiraf edin, yoldan geçen topu gole tahvil etmek, hangi babayiÄŸidin harcıdır? Hagi, leblebi gibi gol attırıyor ve atıyor. Monaco maçında nasıl karalar baÄŸladıysak, Hagi'nin "kapı aÄŸzı" golü ile de dirildik, kendimize geldik. "Karpatlar'ın Maradona"sı diyorlar. Sinir oluyorum. Karpatlar, Romanya'nın simgesi, tamam. Bizim ABD'de araÅŸtırmalarını sürdüren en ünlü tarihçilerimizden biri, Kemal Karpat'ın soyadı gibi. Ancak, bu Maradona lafı nereden çıkıyor? Futbolu bir eÄŸlence olarak gören, kavgacı, aÄŸzı bozuk, şımarık, kokain düşkünü, kaçamak yapmayı marifet sayan bir görgüsüz. Bir spor adamı nasıl kokain kullanır? Tüm bu olumsuz özellikleri ile Hagi'nin yanına bile yaklaÅŸamaz. Hagi, her ÅŸeyden önce, bir gönül adamı. Takıma sahip çıkışı, Türkiye'yi ikinci vatanı sayması muhabbet yaratıyor. Romanya'yı gündemde tutuyor. Maçta sinirlenip takım arkadaÅŸlarını azarlayışında, rakip oyunculara ve de hakeme -hani o çok eleÅŸtirilen- el kol hareketlerini yaptığında, yüreÄŸim resmen yaÄŸ baÄŸlıyor. Zira, bedeninden, "Tüm varlığımla oyunun içindeyim" elektriÄŸi yayılıyor. Zeki Kuneralp'in yarım asır önce, Rumenler'in -yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyeti altında kalmalarına raÄŸmen- Türkler'e ne kadar yakın olduÄŸumu gözlemlediÄŸi ve bunun nedenlerini irdelediÄŸi pasajlardaki saptamalarını doÄŸruluyor. "Slav okyanusu" ortasında Latin bir ülkenin Akdenizli çocuÄŸu, Köstence'den kopup gelmiÅŸ, bizi seviyor. Kuneralp'in kitabına döndüğümde, Hagi ile bizim aramızdaki muhabbetin kökenlerini, bu ülkenin yetiÅŸtirdiÄŸi en bilge insanlardan birinin kaleminden tekrar hissetmek çok mutluluk vericiydi. SergilediÄŸi oyunla, futbolu, bildik bir spor müsabakası, sıradan bir teknik maç ya da bir alay insanın üzerinden para kazandığı "show business"in ötesine taşıyıp tüm seyredenlere büyük zevk veren, estetik deÄŸer kazandıran adamın, bir Rumen olması ne güzel deÄŸil mi? "ROMALE???" Gönülleri titreten bir tek Hagi deÄŸil ki… Ciguli'ye ne demeli? Ciguli ve "Romale…" Ä°nanamıyorum… Bu kadar cana yakın, sımsıcak, gözleri içtenlikle parlayan, iyi niyetli, yetenekli, ses perdesi akıllara ziyan, ÅŸarkı okuyuÅŸu yürek yakan bir insan olabilir mi? Adam, mütemmim cüz'' ÅŸapkası ile bir yetenek kumkuması. Her ÅŸarkısı bir olay; hem müzik, hem de kısa metrajlı film olarak. En son, bu sefer kasketli ve elinde akordeonu ile ekranda zuhur etti, en yanık Çingene ÅŸarkısı ile ortalığı duman etti. Bizi aldı, Romanya'ya götürdü. Åžarkının sözlerini bir çözebilsem, kimbilir, her mısraında hangi Balkan trajedisini terennüm ediyordur. AnlaÅŸacağız da, ne yazık günler kısa… Gün gelir, öğrenirim. Yine de, ezgileri dahi yeter. Ciguli Romanlar'ın "ÅŸeref vatandaşı" seçilirse, hiç ÅŸaÅŸmam… "Sadece Diplomat" "Verba volant, scripta manent." ???? Yurt Ansiklopedisi'nde çalışırken (1980 darbesi ertesi yıllarda) çok kıymetli bir mesai arkadaşım beyefendinin teveccühüne mazhar olmuÅŸtum. Fransız Filolojisi'nde okuyorum diye, bana, Petit Larousse'un 1948 baskısını hediye etmiÅŸti. Hem de "illustre…" Yaşı benden büyük, böylesine deÄŸerli bir armaÄŸana kavuÅŸtum diye havalara uçtuÄŸumu hatırlıyorum. Bu tür mini Larousse'larda (zira, Larousse dediÄŸimiz ansiklopedik sözlüklerin yüzlerce ebatta ve içerik farklılığında çeÅŸitleri var; baÅŸa çıkmak mümkünsüz) sözlük kısmı ile tarih kısmı arasında, çok ÅŸirin pembe sayfalarda, "Locutions Latines et Etrangeres" yer alır. En keyifli sayfalar onlardır, öbür bölümlerin kuru sıkılığına inat! ÇoÄŸu Latince, binbir çeÅŸit, insan aklından süzülme deyimi ve batı dillerinde özgün biçimleriyle kullanılan kalıplaÅŸmış deyiÅŸleri bu sayfalarda bulur, hoÅŸ anlar yaÅŸar, kendi kendinize gülümsersiniz. Bir kısmı zaten bize filolojide öğretmiÅŸlerdi, Latince derslerinde. Zira, Fransız edebiyatında çok sık kullanılırlar, kalıp olarak. "Verba volant, scripta manent…" Yani; söz uçar, yazı kalır!" Zeki Kuneralp'i tanıtmak, sahiden, beni aÅŸar. Çok düşündüm ve -çaresiz- Latince'ye sığındım. Handa, hamamda, evde, kahvehanede, mecliste ya da siyaset meydanlarında, sadece ve sadece laf üretilen, yazılı afızası, kayıtları namevcut bu "ÅŸifahi" toplumumuzda, Kuneralp bir istisna idi. Devamlı not tutardı, kayıtlarını tanzim ederdi, hep yazardı. Memurken neÅŸretmeye mezun olmadığı, ama biriktirdiÄŸi, günü gününe tutulmuÅŸ tüm diplomatik kayıtlarını, sevgili oÄŸlunun yardımıyla, yayınladı. Hatıratını ve son yaÅŸlılık günleri daÄŸarcığını da… Sözlerin uçuÅŸtuÄŸu bir toplumda, yazdıkları ile kalıcı oldu. Nedense, hatıratını bir türlü kaleme almayan hariciye camiamız için de, yolu açan güzel bir örnek. Kendisini "Sadece Diplomat" olarak tanımlardı, ama yalnızca yazdıkları ile deÄŸil, kiÅŸiliÄŸi ile de kalıcı oldu. Osmanlı döneminin ünlü ve seçkin muharrir ve gazetecisi Ali Kemal ile Abdülhamit II'nin Tophane Müşiri'nin kızı Sabiha Hanım'ın tek oÄŸlu idi. Babasının trajik ertesinde, bu yerler annesine dar gelince, Ä°sviçre'de yetiÅŸti. 24 yaşında memlekete döndü; askerlik hizmetini -ki, o zamanlar bedelli askerlik yoktu; bir baÅŸladı mı sittin sene sürüyordu- tamamladıktan sonra, hariciyeye intisap etti. Ãœlkemizi, BükreÅŸ ve Prag (ki, ÅŸu anda seçkin bir diplomat olan ikinci oÄŸlu Prag'da doÄŸmuÅŸtu) gibi merkezlerden sonra, Paris'te ilk kurulan NATO nezdinde, Londra'da büyükelçi olarak iki kez temsil etti. Hariciyenin "siyasi müsteÅŸar" ve ÇaÄŸlayangil'in "Genel Sekreter"i olarak, dışiÅŸlerini, o ince üslubuyla, hissettirmeden yönetti. Hariciye tarihimizde, iki üç yıllık merkez göreviyle ara verip iki kez Londra'ya "Sefir-i Kebir" giden bir ikinci mümtaz ÅŸahsiyet yoktur. Krallara konuk oldu; zarif evinde, sultanlar, prensler, sefirler, seçkin hanımefendiler, iÅŸadamları, öğrenciler, gazeteciler, hademeler ağırladı. Hep tarih okurdu; diplomasi tarihi müptelası olan ben, ondan çok ÅŸey öğrendim. Kahvaltı ertesi, sabah cimnastiÄŸi olsun diye Antik Yunanca (Latince zaten biliyordu) çalıştığını ilk keÅŸfettiÄŸimde, resmen, dudağım uçuklamıştı. Ne yazık ki, bu bilge adam, yaklaşık bir buçuk sene önce, bizi terketti. Kuneralp bir hazine idi. Gidince, dünya boÅŸaldı sanki, kısır kaldı. BASKI, HER YERDE AYNI BASKI… Bu seneki 19'uncu Kitap Fuarı'nın onur konuÄŸu Şükran Kurdakul, ana tema ise "globalleÅŸme!.." Son birkaç yıldır, "globalleÅŸme" her derde deva??? O yüzden de, herkesin ayrı bir "globalleÅŸme" tarifi var. Yazar Şükran Kurdakul'un "globalleÅŸme" tanımı ise, hayli düşündürücü: "KüreselleÅŸme, enternasyonalizmin saÄŸcısı. Uluslararası kapitalizme bacanak olan kuruluÅŸların oluÅŸturduÄŸu bir durum. Marshall Planı'ndan itibaren bizimkiler de bacanak… Tabii, bunun yanı sıra, bir de kültürel emperyalizm var…" "Bacanak", yani, "akraba" deÄŸiliz, kan bağımız yok da, "hısım"ız! (Bu "bacanak" teÅŸbihini hiç unutabileceÄŸimi sanmıyorum. Pek sevdim.) En önemlisi, Şükran Kurdakul'un, bir yazısında yer alan, "Biz her defasında yolumuza devam ettik, bizi suçlayanlar ise yok oldu" sözlerini açarken aktardıkları. Dört senedir gözlerinden mustarip olduÄŸu için, gündelik altı saatlik okuma seanslarını terketmek ve yazıdan sonra ÅŸiire sığınmayı seçen yazın adamımız, bakın neler söylüyor: "Altı aydan baÅŸlardı 142. Madde'nin kapsamı. Ä°smet PaÅŸa'nın cumhurbaÅŸkanlığı zamanında, bir seneden baÅŸlatıldı. Menderes zamanında, beÅŸ sene oldu. Bir anlamda, enflasyon arttıkça, cezayı artırdılar. Tarih önünde, bunları yapanlar yakın vadede mahçup olmuÅŸlardır. Uzak vadede de, gelecek kuÅŸak onları yargılayacaktır." Åžu komünizm propagandası çıtası her iktidarda yükseltilen solcular ne istiyorlardı? Daha hakça bir düzen! 2000'lere geçtik… Dünyada ve bizde, "hakça" bir düzenin var olduÄŸunu kim söyleyebilir? O zaman… Biz bu adamları niye katlettik, niye hapislerde binbir iÅŸkenceye tuttuk, sevdiklerini neden sürüm sürüm süründürttük? Hangi hakla, insanlık onurları ile oynadık? Ä°dealler hâlâ böylesine capcanlı iken, bu affedilmez suçları sorgu sual etmeyeceÄŸiz de, baÅŸka ne yapacağız? Rumenler'in de aynı sualleri sorma hakkı var: "Ne günahımız vardı da, bunca acı, sefalet çektik, eziyet gördük? Baskı, her yerde aynı baskı… Zeki Kuneralp'in tüm Romanya notları, benzer ülkelerin, "paralel ve de mâkus" tarihlerine ışık tutuyor. HARP İÇİNDE ROMANYA Zeki Kuneralp yazdığı tarihi yaÅŸamış bir diplomat. Saptamalarına ek yapmak ne haddime? Ancak, tıpkı babası merhum Ali Kemal gibi, bir adet Mülkiye mezunu olarak, uluslararası siyaset tahlilinde, bazı noktalara iÅŸaret etmeden geçmek imkânsız. Önce, Romanya'nın savaÅŸ marifetiyle, güncel ayak oyunlarıyla, Rusya'ya terketmek zorunda kaldığı Besarabya'yı geri alışı, oranın bir kısım sakinleri olan Gagauz soydaÅŸlarımız açısından çok önemli. Yine, Kuneralp'in, Antonescu için kullandığı, zamanın öbür faÅŸist liderleri gibi, "önder" unvanını almıştı ifadesi dikkat çekici. Ne dersiniz, "önder" biraz netameli bir sıfat olabilir mi? 1943 yılının mart sonu idi, BükreÅŸ'e vardık. Romanya o zaman bir buçuk seneden beri Rusya ile harp halinde idi. Almanya'nın Rusya'ya saldırışından sonra Mihver Devletleri safında harbe katılmıştı. Rumen ordusu, Alman orduları ile birlikte Güney Rusya'ya girmiÅŸti. O devirde, Sovyetler'i okÅŸayan Almanya'nın zoruyla 1940'da Rusya'ya bırakmak mecburiyetinde kaldığı Besarabya'yı geri almıştı. Hatta, onun ötesine giderek, Odesa'ya kadar uzanmıştı. Transnitriya ismini verdiÄŸi bu bölgede idaresini kurmuÅŸtu. GeldiÄŸimizde, Romanya hâlâ krallık idi. Fakat, genç kral Mihail kukla idi. Bütün kuvvet memleketin diktatörü olan Ion Antonescu'nun elinde toplanmıştı. Antonescu, zamanın diÄŸer faÅŸist liderleri gibi "önder" unvanını almıştı. Dış siyasetinde, Mihver Devletleri'ne, bilhassa Almanya'ya uymakta idi. Memleket içinde, otoriter bir rejim kurmuÅŸtu. Fikir hürriyetini büyük ölçüde kaldırmış, basını kısıtlamış, bütün siyasi partileri yasaklamıştı. Kimi maçlarda iÅŸler çok ters gider ya. Top beÅŸ santim beri gelse aÄŸlara kavuÅŸacakken kalenin direÄŸinden uçar gider. Aziz Ãœstel'in çok sık kullandığı ve inandığı bir söz var: "Top sizi sevecek!" Top-takım barışıklığı / barışıksızlığı, aynen millet-coÄŸrafya iliÅŸkisinde de geçerli. Dünyanın her 50 ya da 100 yılda, kanla karıştığı "muhataralı" coÄŸrafyalarına denk düşen milletlerin de hali duman. Birçok yönden yönden Hitler Almanyası'nı örnek almıştı. Yalnız, ÅŸiddet istimalinde onun boyutlarına varmamıştı, rejimi daha az haÅŸin idi. Yahudiler'e uygulanan muamelelerde, bu bilhassa belli idi. Ä°dari ve iktisadi alanlarda Yahudiler'e bazı kısıtlayıcı ve küçük düşürücü tedbirler tatbik edilmiÅŸti. Fakat bunlar, sertlik bakımından Almanya'dakilerle kabil-I kıyas deÄŸildi. Romanya'da temerküz kampları yoktu. Yahudiler hususi iÅŸaret taşımazlardı, toplum içinde nisbi bir serbestiye sahiptiler. Bütün bunları Antonescu rejiminin matlubuna kaydetmek gerekir. Zaten, Rumenler tabiatca gaddar deÄŸildirler; munisdirler, tarihleri buna ÅŸahittir. Harbin ilk yılında Rus cephesinde kazanılan zaferler Antonescu'nun memleket içindeki itibarını yükseltmiÅŸti. Zaten, Romanya'nın iç durumu hiç fena deÄŸildi. Zengin petrol kuyuları, mümbit toprakları sayesinde, diÄŸer muharip memleketlerden farklı olarak, gıda temini yönünden sıkıntı çekmiyordu. Hatta, bu bakımdan, harbe hiç girmemiÅŸ olan memleketlerden bile daha iyi vaziyette idi. Bunlar, hep rejim lehinde iÅŸleyen faktörler idi. Fakat, harbin ikinci yılında iÅŸler ters gitmeye baÅŸlamıştı. Mihver ordularının Rus cephesindeki ilerleyiÅŸi en önce durmuÅŸ, sonra ricata dönmüştü. 1943 senesinin ocak ayında -biz BükreÅŸ'e gelmeden birkaç hafta önce- MareÅŸal Paulus ve emrindeki Alman ordusu Stalingrad'da Ruslar'a teslim olmuÅŸtu. Stalingrad dolaylarında harekata katılan Rumen birlikleri ağır zayiat vermiÅŸlerdi. Hava deÄŸiÅŸmiÅŸti, cepheden hep kara haberler gelmeye baÅŸlamıştı. Ufukta yükselen Sovyet heyulasının gölgesi bütün memleketi kaplamıştı. Vakıa, BükreÅŸ'te ve umumiyetle cephe gerisinde hayatın dış görünümü deÄŸiÅŸmemiÅŸti. Fakat halk, o zamana kadar faydalandığı nisbi rahatın ne kadar zayıf temellere oturduÄŸunu, istikbalin karanlık olduÄŸunu sezmiÅŸti ve bu da huzurunu kaçırmıştı. Romanya'ya vardığımızda, memleketin hali iÅŸte böyle idi. Kuneralp'in çizdiÄŸi tablodan sonra, Nicolai Caeusescu devri ve sonrasında Rumenler'in yaÅŸadığı sefaleti bir kıyaslayın. Ä°stanbul'un her semtinde rastladığımız iÅŸsiz Rumen kümelerini, düpedüz komünist zorbalığı yarattığı yoksulluÄŸa borçluyuz. Jülide ERGÃœDER - 6 Aralık 2000, ÇarÅŸamba Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!