Güncelleme Tarihi:
Edip Uras yazıyor |
Maç günü sabahı ruh hali... Derbi günü ne demek, dile kolay. Sezonun bu dönemleri ne kadar güzel olur. Havada bahar kokusu, ‘futbola elverişli’ havalar, zeminler, iç kıpırtıları. Sezon nasıl giderse gitsin, her takım gönüldaşı için beklenesi, yaşanılası günler. İster statta, ister dışarıda hep beraber, ister TV karşısında tek başına. Eğer futbol bir bakıma gerçek hayattan kaçışsa, derbi maçı günü kurtulduğunuz gündür... Derler...
Bu sezon sık sık yapmak zorunda kalındı. Futboldan hiç anlamayan ve hatta sevmeyen bayanlardan, sokakta top oynayan çocuklara, kelli felli spor yorumcularından, futbolcusuna kadar. Süper Lig’ciğimiz bu sene futbol fakiri, çenesine vurmuş futbolcu ve yönetici tayfasının başı çektiği, kavganın, gürültü patırtının, hakem tartışmalarının arasında zaten olmayan futbolu kaybettiğimiz bir keşmekeş içinde devam ederken ister istemez ekranlarımıza yansıyan nice güzel maçla kıyaslandırıldı. Haksızca, umarsızca ve hatta hunharca. Daha dün gece Real Madrid – Barcelona maçını izleyen futbolseverden ne bekliyorsunuz? Bırakın markayı, futbol değeri kalmamış bu itiş kakışı nasıl yutturabilirsiniz ki? Çok iyi satıcı olmak lazım, çok. Hani Eskimo’ya buzdolabı satan cinsinden.
Aklı selim hiç kimsenin bu topraklardan bir Barcelona, bir Manchester United ve hatta dünkü haliyle bile bir Real Madrid çıkamayacağını bildiğini varsayıyoruz. Bu yöneticilerle, bu kulüp sistemleriyle, bu ülkedeki taraftar ve futbol anlayışıyla, o kalitede futbolcuları bu zavallı çekişmenin içine sokmak zaten pek insaflı değil. Hatta mümkünse buradaki gerçek futbol emekçilerini dışarı gönderip kurtarmaya çalışıyoruz. Beklentimiz sadece güzel bir mücadeledir. Futbol camiası denilen, neredeyse ülkenin yarısını oluşturan bu bir dudağı yerde bir dudağı gökte canavarın, o formalara, bu mesleğe ve en önemlisi futbola olan saygısından ortaya çıkan bir adil mücadeledir, rakibine her zaman saygılı bir kazanma hırsı. Diyorlar ya: Kötü futbol oynayabilirsiniz ama kötü mücadele edemezsiniz. İşte ondan. İşini sevmeyen milyonlar gibi, bu ülkede futbolcular da işlerini sevmiyorlar hiç. İşin kötüsü belli de ediyorlar. Tabakları önünüze atan, siparişinizi alamayan şef garson gibiler, sizi sürekli terleyen resepsiyon görevlisi veya sizinle ilgilenmeyen dükkan sahibi gibiler bu sene.
Devre arası ruh hali... El Classico seyretmediğimiz kesin ama birkaç hafta önceki kepaze derbiden de eser yok ortada. Futbolcular birbirlerine olağanüstü bir saygı ile oynuyorlar, bu da güzel bir değişiklik. Korner atılırken Emre Belözoğlu’na ‘yabancı’ cisim atanlardan çok, atanlara tepki görüyoruz Beşiktaş tribünlerinde.
En sevdiğimiz klasik soyunma odası konuşmalarından biridir; ‘Kaybedecek bir şeyiniz yok, çıkın eğlenin.’ Fenerbahçe soyunma odasında buna benzer bir şeyler konuşulduğuna eminiz. Bir anda etraflarında takım arkadaşları olduğunu ve pas yapmayı hatırlamış, rahat ve eğlenceli ve hatta yaptığı işten zevk alan bir Fenerbahçe izledik ilk yarı. Rahatlıktan mıdır, yoksa Beşiktaş’ın tam ters bir rahatsızlık haliyle ayaklarında top kontrol edememesinden midir belli değil ama ilk yarı Fenerbahçe’nin istediği gibi geçti. Bol ve isabetli paslı oyun, Beşiktaş orta sahasını etkisiz hale getirince, Semih ve Guiza’ya alan yarattı. Golden önce faul diyenlere şaşmadan edemiyoruz, orta alandaki benzer bir pozisyon nasıl faul olmazsa bu da değildi. Aldığı para dahil her şeyi aşırtma olan Guiza yine böyle bir vuruşla golü buldu. Öyle bir vuruş ki antrenmanda böyle vursa laubalilikten en az 10 tur ceza yerdi.
Futbolcuların ruh halinin takımların oynadıkları futbola bu denli yansıdığını görebilirsek eğer, yönetici, teknik ekip ve taraftar olarak, o zaman Fenerbahçe’nin bu futbolunu daha iyi anlayabiliriz.
Devre arasında ruh halimizi Digiturk’ün biri Fenerbahçe yorumcusu kıyafetindeki iki Beşiktaşlı yorumcusunun çileden çıkartan yorumları bozabilirdi ancak, eğer ciddiye alsaydık.
Maç sonu ruh hali...Güzel bir derbi izlemenin keyfi var üzerimizde. İkinci yarının başındaki Emre – Deivid kavgası Fenerbahçe’nin takım ruhu hakkında fikirler verirken, Emre’nin hemen ardından oyundan alınması Deivid’in bu kadar kötü oynarken bu takımda nasıl bu kadar ağırlığı olabileceği konusunda soru işaretlerini arttırdı. Emre çıktıktan sonra orta alandaki pas trafiği kesildi. Holosko’nun kendi başına yarattığı muhteşem golden sonra Beşiktaş kendine geldi. Son yarım saat çok heyecanlı ve haliyle gerilimli bir karşılaşma oldu. İstediğimiz de budur zaten, bir futbolsever daha ne isteyebilir, daha ne istemelidir ayrıca.
Maçları her zaman kadrolar kazanmıyor, eksikler içinde Almanya karşısında milli takımın yarı final maçındaki oyununu hatırlayın, bugün en önemli alanlarda ikinci, üçüncü ve hatta ilk kez denenen alternatiflerle oynayan Fenerbahçe maçı kazandı. Beşiktaş da maçı döndürebilirdi, fark da olabilirdi. Güzel maçtı vesselam. Çirkinlikleri ayıklayalım, bu gece rahat uyuyalım, hangi takımı tutuyorsak tutalım. Bu ligin markası kim kazanırsa kazansın böyle maçlarla yükselir.