OluÅŸturulma Tarihi: Temmuz 26, 2000 00:00
ROMA VE AKÇAKOCA'DA YAÅžAMAK "Akçakoca'yı niye sevdim?" sorusuna doÄŸrudan Akçakoca ile ilgili bir cevap vermem mümkün deÄŸil. Çünkü uzun yıllardan sonra gördüğüm kuzenim, onun, on yıl öncesine kadar dünyada varolmayan, ama ÅŸimdi ortalığı dağıtan iki cocuÄŸu ile o kadar içiçe ve bu "ailevi"lik içinde o kadar kaybolmuÅŸ idim ki ÅŸehri "olduÄŸu gibi" algılamam mümkün olmadı. Ama böyle bir "olduÄŸu gibi"lik olmadığına da yine burada karar verdim.Ä°nsanlar kafalarını dinlemek, şöyle bir yerde çayını yudumlayarak dinlenmek ya da çılgınca eÄŸlenmek, gezmek, görmek, aslında bir anlamda mekanı sömürerek tüketmek adına tatil yapıyorlar. Bu tüketim hırsını en son sayın Hakan Kaynar'ın da içinde bulunduÄŸu Roma seyahatimiz sırasında hissettim...Günübirlik Floransa'ya yaptığımız gezide büyük, çok büyük, yüce katedralleri gezerken ve o altın kabartmalı, mitolojik hikayelerle süslü muhteÅŸem kapıların önünden geçerken farkettim ki, insanlar hayran olmayı unutacak kadar büyük bir hırsla fotoÄŸraf çekiyorlar, gözlerini hızla etrafta gezdirerek, kesinlikle niteliksel olmayan, niceliksel ama belirsiz bir hedefe ulaÅŸmaya çalışıyorlardı. Kapılara ve katedrallere hemen bakmalılardı ki, Roma dondurmalarını sıcak geçmeden yiyebilmeliler, Ufizzi'ye de yetiÅŸip oradaki heykellere ellerini atıp güneÅŸ çekilmeden oraya da gittiklerini kaydedebilmelilerdi. Ne bahtsızlık ki ben de böyle hız yapma meraklısı bir ekiple, sadece üç günlüğüne gittiÄŸim için Ä°talya'ya, aynı temponun içindeydim.FarkettiÄŸim o kapı ve heykelleri karşılama, ya da onlarla karşılaÅŸma biçiminin kesinlikle önünden geçme, hele hele aceleyle fotoÄŸraflama deÄŸil, tersine uzun ve derin bir temaÅŸa gerektirdiÄŸiydi. FotoÄŸraf böyle bir durumda yanlış medium; çünkü bu heykeller, kapılar, anıtlar, bu tarih bir hareketin içine sabitlenmiÅŸ nesnelerdir, bu yönüyle de asla sabitlenemezler ve ancak bu devinimin içinde formlarının, hikayelerinin hatta sabitliklerinin anlamı açığa çıkar.Kendimi muhakkak ki "gerçek" Roma'ya ait hissedemezdim, hele o tabiri caizse "vıcık vıcık", hatta "dozu kaçmış" tarihsellikle öyle bir fantazya dünyasının içindeydim ki, bulunduÄŸum zaman, mekan duygusunu, mekan ise zaman duygusunu yitirmemi saÄŸlıyordu, bu zaman-mekân ÅŸaÅŸması içinde savruluyordum. Belki bu yitiriÅŸ içinde insanlar aslında zorlanıyor, çocuklar sıkılıyor, imparatorların aşındırdığı mermerler üzerinde seksek oynuyorlar. FotoÄŸraf çekerek bu garip kültür bombasını içlerinde patlamadan sabitlemeye çalışıyorlar. En kısa ifadesiyle oraya ne zaman ne de mekan olarak ait olmayan, bu yüzden turistleÅŸen bizler orada yaÅŸayamıyoruz, ya da yaÅŸamayı bilmiyoruz.Ä°ÅŸte bu noktada Ä°talya ve Akçakoca seyahatlerim kafamda bir karşılaÅŸtırma zeminine oturuyor. Ben Akçakoca'da yaÅŸadım. Kuzenim evde yokken evde bulduÄŸum margarinle -italyanların upuzun bir isimle telaffuz ettikleri ama çıka çıka kıymalı makarna çıkan spagettiden çok daha leziz- düdük makarna yaptım, kuzen çocuklarının bitmez tükenmez kavgalarını seyrettim, okey ve tetris oynadım, denize girdim ve sırtım haÅŸlandı...O kadar yaÅŸadım ki, çok eski bir Osmanlı ÅŸehrinde olduÄŸum bana Osman Gazi, Akçakoca ve Konuralp gibi ÅŸahsiyetlerin kocaman ve kara heykelleriyle hatirlatıldığı halde ÅŸehirde bir "ÅŸehir" turu bile yapmadım. O baÅŸka bir seyahatin konusuydu, bunu derinden hissettim.Peki tarihi, tarihselliÄŸi, hayatı, mekânı, zamanı, bunların hiçbiri kaybolmadan nasıl yaÅŸamalı? Katedraller, Roma dondurması, Akçakoca'nın kumu, fındık tarlaları ve sohbetine doyulmayan insanları ancak bellek, düşünce ve hissiyatımızı hepsine eÅŸit derecede açtığımız, yararcı deÄŸil ama hayatın rengi olarak kucakladığımız kadar bizim oluyorlar herhalde… Ya da eskiye baÄŸlılığı yeniye açıklıkla, tanıdık olanı bilinmedikle beslemeye hazır olmak gerekiyor. Ama biliyorum ya da anladım ki heryerde ve her ÅŸartta -çok da bağırmadan ve bağırtmadan- "olduÄŸu gibi" yaÅŸamak gerekiyor.Hümanur BAÄžLI - 26 Temmuz 2000, ÇarÅŸamba Â
button