OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 26, 2001 00:00
REHAASLINDA BİR DEHA! Bayılıyorum bu ülkenin televizyonlarını seyretmeye. Nasıl eğleniyorum… İyi kötü... Minnettarım tüm çalışanlarına… Ee.. bu kadar renkli bir milletin de böyle frapan tv kanalları olur tabii. Bizim
haber programlarımız, tartışma programlarımız bir başka. Ne bir hobiye ihtiyacımız var hoş vakit geçirmek için, ne internete, ne aktivitelere… Herkesler var o programlarda. Âkîli, eblehi, vakuru, ağırbaşlısı, pişkini, mantarı, balonu, gazoz ağacı. Her renk var. İşte keyifli olanı da bu zaten. Gerçek renklerini görmeye çalışmak bu kamera önündeki insanların.
Bulmaca gibi… Bundan öylesine zevk almaya başladım ki, artık rakı sehpamın yeri pc'min yanı değil, televizyonun karşısındaki koltuğun yanıbaşı. En zevkli olanı bu oyun... Kesinkes eminim. "Ne var bunda abartacak canım" demeyin. İnanın bu o kadar kolay bir oyun değil. Ekrandakilerden kimin sahici, kimin palavracı olduğunu, kimin aptalı oynadığını, kimin ahkam kestiğini saptayabilmek öyle çocuk oyuncağı falan değil. Herkeste bir entrika…Tamam.. bazılarının gerçek renklerini görmek çok zor olmuyor belki. Örnek mi?.. Eski Afrodit'in ikinci baharında yaptığı primi gören Bayan Eski Popo çıkıp canlı yayında taciz öyküleri anlatıyor... Çok değil, ikinci, bilemediniz üçüncü programda keşfediyorsunuz hanımefendinin gerçek rengini. Ne bileyim, tonton tiyatrocu abimizin bir gece barda yanındaki bayanı nasıl öptüğü görüntüleri geliyor önce ekrana. Sonra hooop… Tutmuş getirmişler ikisini de bir tv stüdyosuna. Oturtmuşlar karşı karşıya. Çok değil bir yarım saat sonra stüdyodaki herkes zaten kendi rengini koyveriyor ortalığa. Bunlar çerezlik.. hem ne güzel eğleniyoruz işte.. fena mı? Amaaa… Hadi bir de Reha Muhtar analizi yapın bakalım. Bu o kadar kolay değil. İşte size sıkı bir puzzle! Ülkedeki muteber birkaç kanaldan birinin haber bültenlerinin içeriği öyle mi olur, böyle mi olur... Bunu tartışmıyorum. Haber arı mı verilmeli; haber şov diye bir şey olur mu; olmalı mı ya da habercilikte nabza göre şerbet vermek, "e böyle haber reyting alıyor kardeşim" demek ne kadar doğru... Bunlar ayrı konular. Bir yanda televizyonculuk, öte yanda haber etiği… Yok… Ben bu konulara girmeyeceğim. Sonra Savaş Ay'dan azar işitiyoruz! Tam bomba. Şok oldum seyrederken. Diyor ki Savaş Ay kendi programında; "Ben cezaevleri eylemlerini, açlık grevlerini haber yaptım. Seyretmediniz. Hastaneleri konu ettim. Yine seyretmediniz. 0.2, 0.3 reytingler aldım. Ben o programları yaparken siz nerelerdeydiniz?.. Sıfır nokta iki, sıfır nokta üç reytinglerden utandım... Siz neredeydiniz ben bu programları yaparken?.. Neden seyretmediniz? Bu arada gözleri de şöyle diyordu Savaş Ay'ın; "Haa! Siz misiniz benim açlık grevleri konulu programlarımı seyretmeyen... Ben de böyle
magazin yaparım iÅŸte... çıkarırım Banu Alkan'ı televizyona... Öperim dudaklarından onu.. Hem kim öptü ki Banu'yu bugüne kadar dudaklarından o ÅŸov programlarında?.. Bakın ben yapıyom! Ben en iyisini yapıyom… Bakın Beyaz öpemedi Banu'yu... Okan da... O da, bu da… Ama bakın ben nasıl öptüm! Gördünüz iÅŸte vtr'lerde… Hiç korkmadım… Kimsenin dudaklarından öpemediÄŸi Banu'yu nasıl öptüm uzun uzun! Hayır hayır... Montajda uzatmadılar öpüşme sahnesini... Ben onu öyle uzun uzun öptüm! Yani demek istiyorum ki... Benim cezaevleri açlık grevleri programlarını da seyretseydiniz eÄŸer.. Aslında en iyilerini ben yaptım... Seyretmediniz ama... Hah.. Ve ÅŸimdi ben n'aapıyom? Siz misiniz benim o 'hard news'lerimi seyretmeyen... Ben de, aha iÅŸte bakın, Banu'yla yaparım programımı... Magazin yaparım... Yaparım!" Neyse… Bakmayın siz SavaÅŸ AÄŸabey'i araya sıkıştırdığıma. Hem O araya sıkıştırılacak adam mı canım!.. Yaptığı zaman, haberciliÄŸine diyeceÄŸim yok. Ama az ÅŸaşırmadım bu söylediklerine… Ä°lle de Reha Muhtar diyorum ben… Yıllardır çözmeye çalışıyorum çünkü bu haber adamını. Afrodit'in zekâsı halâ muallakta. Ama ya Reha?! Sonunda kararımı verdim.. ve artık düşünmeyeceÄŸim. Evet kesinlikle eminim, bu adam çok mahir... Bu adam marifetli. Tekrarlıyorum; 'böyle izleyiciye böyle haber' anlayışı beni çok da ilgilendirmiyor ama bu adam inanın bir televizyon dehası. "Acı var mıydı efenim.. acı var mıydı?" dedi; Türkiye Cumhuriyeti'nin hemen her vatandaşı hayatında en az bir kez, Reha Muhtar'ın bu kelimelerini kullanarak espri yaptı, O'nu taklit etti… Biri, "Reha Muhtar ne olur tekrar Atina'dan bildirmeye devam et" dedi. Üç gün içinde ülkedeki en popüler espri bu oldu... Deve, cüceye muhabirlik yaptırdı, haber merkezine hokkabazlar getirdi… Cici hayvan ÅŸovları yaptırdı… "Reha Muhtar'ın haber merkezi tam bir sirk abi… Görsen!.. AteÅŸ yutan adamlar, elinde mikrofonlar 7 cüceler haber sunuyo… Bir yanda aslanlar, kaplanlar… Haber merkezinde hepsi abi!.." Bu sözleri bizzat binada çalışanlardan duydum. Haber sunuÅŸ tarzı, gafları stand up'çıları ihya etti. Ãœslubu, ÅŸov programlarının, stand up'çıların klasikleri arasına girdi. Haber sonrası yorumları, öğütleri... Tamam, bu yorum ve öğüt kısımlarını seyretmekte ben de zorlanmıyor deÄŸilim... Lakin… Var mıydı böyle bir haberci?.. Türkiye görmüş müydü canlı yayında aÄŸlayan bir ana haber spikeri?.. Ekranda görülmüş müydü daha önce "Hesap vereceksin Der Spiegel" diyerek kameraya doÄŸru bas bas bağıran ve öfkeyle parmağını sallayan bir genel yayın yönetmeni?.. Stüdyoya davet ettiÄŸi konuklarını aÄŸlatan, zıplatan, bağırtan, hoplatan… Sonra da onlara nasihatler veren, seven ya da fırça atan bir haberci görülmüş müydü hiç medyada? Eee.. kafası karıştı tabii insanların. Hem seyircinin.. -ama- hem de habercinin kafası karıştı… Nasıl oluyor da bu kadar seyrediliyordu bu adam. Hem de yaptığı bu haberlerle, iÅŸlediÄŸi bu konularla… O nedenle de soruyorlar; "Kim kurtaracak bizi Reha'dan?". Bu tarz baÅŸlıklı yazılar hemen her yerde yayınlanmaya baÅŸladı son zamanlarda. Özellikle internet sitelerinde. Kimin kaleminde, kimin aÄŸzında olursa olsun, Reha Muhtar'ın ismi dahi reyting yapıyor, yaptırıyor. Reha Muhtar da farkında tabii bunun. Ä°stediÄŸi oyunu oynuyor, hayatındaki en büyük yönetmen kendisi ve istediÄŸi gibi yönetiyor hem programlarını hem hayatındakileri… Programlarında kimi nasıl susturacağını, kimi nasıl konuÅŸturacağını iyi bilen Reha, kendisini eleÅŸtirenlere de çok ince mesajlar yollamayı ihmal etmiyor ara sıra… Haber merkezinin başına geçmesiyle birlikte yıllardır neden en yüksek reytingi bir kere olsun baÅŸkasına kaptırmadığını merak edenlere kendisi hakkında çok narin bir mesaj gönderdi geçenlerde bir programında. Hem de bunu yine alâkasız bir konunun sonuna yedirdiÄŸi bir final cümlesiyle öyle güzel yaptı ki, hakkını vermemek haksızlık olur. Reha'nın hakkı Reha'ya… 'Dayakla Çocuk YetiÅŸtirilir mi?' konulu programının sonunda, canlı yayında kendi babasına baÄŸlanıyor. Konu; küçüklüğünde oÄŸluna, yani Reha'ya dayak atıp atmadığı. Babası da anlatıyor eskilerden birkaç hikaye. Ancak o sırada yayında bir ses problemi yaÅŸanıyor ve babanın sözleri net olarak anaşılamıyor. Reha Muhtar toparlıyor, kendi sözleriyle aktarıyor babasının anlattığı hikayeyi seyirciye: "Babam, bana kızdığı zaman bacaklarıma hafif hafif vururdu. Bunu, aslında canımı acıtmak için deÄŸil de bana bir ders vermek amacıyla yaptığını farkettim o zamanlar. FarkettiÄŸim diÄŸer ÅŸey ise bacaklarıma vururken belli belirsiz gülüyor olmasıydı. Bir gün yine bacaklarıma vururken, O'na gülmemesini söyledim. Daha çok gülmeye baÅŸladı. "Gülme" dedim… Daha çok güldü... Ve daha çok.. Ve artık gülmekten, deÄŸil bacaklarıma vurmak, bana dokunamıyordu bile... Ä°ÅŸte bunu farkettiÄŸim an.. 'o gün bu gündür.. sınır tanımaz bir Reha Muhtar oldum' ". Bire bir olmasa da Reha'nın hikayesinden aklımda kalan sözler, bunlar. O yaÅŸta, bir kelimeyle babasını nasıl yönlendirebileceÄŸini farkeden, kelimelerin olaÄŸanüstü gücünü ve kelimeler sayesinde o yaÅŸta dahi bir yetiÅŸkine yaptırımda bulunabilme gücünü keÅŸfeden Reha Muhtar, düşünün ki ÅŸimdi nasıl oyunlar oynayabiliyor hem stüdyosundakilerle, hem ekranın bu tarafındakilerle. Düşünün kendi hayatında ve çevresinde nasıl bir yönetmen bu adam… Program da olaÄŸanüstü keyifliydi bu arada. Konu dayaktı. ÇocuÄŸa dayak. Ekibini, 20 çocuklu ReÅŸo AÄŸa ve ailesini canlı yayına çıkarmak için Urfa'ya yollayan Reha Muhtar, beni yine ÅŸaşırtmayı ve programını sonuna kadar seyrettirmeyi baÅŸardı. Canlı yayın mikrofonu, bir ReÅŸo AÄŸa'nın Urfa'daki evinde ReÅŸo AÄŸa'ya uzatıldı, bir Ä°stanbul'da stüdyodaki ÅŸehirli bayana. Stüdyodaki bir genç, bir ara "Reha Bey; ben DoÄŸu kökenliyim… DoÄŸu'da töreler farklıdır. Burada tartıştığımız 'çocuÄŸa dayak' konusu, buradaki tartışma formatımız, dolayısıyla ReÅŸo AÄŸa ve hanımlarına 'çocuÄŸunuzu dövmemelisiniz' ÅŸeklindeki telkinlerimiz, o tarafta çok da anlaşılır olmayabilir" diyecek oldu ki… Reha üç beÅŸ saniyede susturdu stüdyodaki genci. Diyeceksiniz ki, genç doÄŸruyu söylüyor. Peki neden susturuyor Reha?.. Önce ben de kızmıştım. Genç haklıydı. Ama Reha konuÅŸturmuyordu. Az sonra farkettim. Ve iÅŸte bu nedenle bir televizyon dehası diyebiliyorum Reha Muhtar için. Reha o sırada fevkalade bir ÅŸov yakalamış. Stüdyodaki bir gencin ya da konuyla ilgili ihtisas sahibi bir sosyoloÄŸun uzun cümlelerle açıklayabileceÄŸi töresel, kültürel gerçekler, zıtlıklar zaten ayan beyan ortada... Canlı yayında Urfa'daki ReÅŸo AÄŸa'nın evindeki kameradan yansıyor ve anlaşılıyor tüm makus mahiyetler. 20 çocuk, 4 eÅŸ, damatlar, torunlar, hısım akraba… Fotoraf çektirir bir pozisyonda toplu halde oturuyor hepsi. Çocuklar dahil tüm sülâle 'hakedildiÄŸi zaman dayak mübahtır' diye biliyor. E öyle görmüşler, öyle biliyorlar. Mikrofon elden ele dolaşıyor. Ve canlı yayında toplumsal bir ahval üzerine izahatlerde bulunuyorlar kendi ağızlarıyla, kendi lehçeleriyle, kendi cümleleriyle. Derken bir ara mikrofon ReÅŸo AÄŸa'nın hısımlarından birinin eline geçiyor. 35 yaÅŸlarında çoluk çocuk sahibi Urfalı bir kardeÅŸimizin eline. Reha hemen stüdyodakilere bakıyor. Mikrofonu 10 yaÅŸlarında bir kız çocuÄŸuna uzatıyor. "KonuÅŸ" diyor stüdyodaki küçüğe. "Urfa'daki aÄŸabeyinle konuÅŸ bakalım... açıkla O'na neden çocuÄŸunu dövmemeli"… Ekran ikiye bölünmüş. Urfa'daki kardeÅŸimiz canlı yayında. Kendisini de görüyor ekranın bir yanında, konuÅŸtuÄŸu 10 yaÅŸlarındaki küçük kızı da. Küçük kız soruyor; "Çocuklarınızı dövüyor musunuz?" Devam ediyor; "Çocuklarınızı dövmemelisiniz"… Ve ReÅŸo AÄŸa'nın evindeki 35 yaÅŸlarındaki kardeÅŸimiz afallıyor. 10 yaÅŸlarında bir çocuk... Hemi de kız... Hemi de O'na akıl veriyor. Çatır çatır konuÅŸuyor kendisiyle. Hemi de herkesin içinde…Ve ilk lafı "Benim senin yaşında kızım var"… Sonraki cümlesi de aynı; "Benim senin yaşında kızım var"… Bilmez mi Reha Muhtar DoÄŸu'daki birçok yöremizde aÅŸiret kurallarının hakim olduÄŸunu. Bilmez mi, DoÄŸu'da kimi dolaylarda, 40 yaşına da gelse bir erkek babasının yanında kendi kız çocuÄŸunu, bebeÄŸini dahi kucağına alıp sevemez. Bilmez mi o taraflarda çocuklar -hele kız çocukları-, deÄŸil babalarına ya da babası yaşındaki insanlara ahkam kesip, öğütler vermek; onların yanında oturamazlar bile… Bilmez mi!!! Tüm ÅŸov ortada. Her ÅŸey ortada. Lafta deÄŸil. Bırakır mı! Yakalamış hem stüdyoda ÅŸehirli aileleri -çocuklarını dövmek ne demek, özel okullara gönderenleri... Hem Urfa'da "vallah haketmiÅŸseem dayah atar anam, haklıdır da…" diyen Urfa'lı kardeÅŸlerimizi. Hal böyleyken kaptırır mı izleyiciyi baÅŸka kanala! Neyi nasıl izleteceÄŸini, kimi susturup kimi konuÅŸturacağını gayet iyi biliyor bu adam. TelevizyonculuÄŸu çok iyi biliyor. Ben bilmem "kimin kurtaracağını bizi Reha'dan"… Ama açıkçası ben kurtarılmak istemiyorum. Birileri ille de kurtaracaksa beni ekranlardaki birilerinden… Tiyatrocu Kırca'lardan kurtarsın. Niye mi? Anlatırım sonra. Neden anlatmayayım… Recep Dinçer- 26 Ocak 2001, Cuma Â
button