Oluşturulma Tarihi: Aralık 12, 2003 00:00
NORMAL çalışan insanlar pazartesi sabahları kalkar, duşunu alır, kahvaltısını yapar, tercihe bağlı olarak gazetelere şöyle bir bakar ve ne yapar?.. İşine gider di mi?Benim son iki pazartesim ise şöyle gelişti: Sabahın köründe kalktım, duşumu aldım, uyku sersemi olduğum için kahveyi ağzıma isabet ettirmeye çalıştım, sonra çıktım ve havaalanına gittim.Bundan önceki pazartesi Almanya'ya, geride bıraktığımız pazartesi ise İspanya'ya gittim
Galatasaray'la.Aslında tabii San Sebastian'a direkt uçulamadığı için önce Fransa'ya, oradan da kara yoluyla İspanya'ya vardım.Bu durumdan şikayetçi değilim tabii. Ama, iki pazartesi üst üste haftaya böyle başlamak insanı biraz tuhaf yapıyor.Benzer bir duyguyu, iki sene önce Malatya'dan İstanbul'a gelip, evde bir gece yatıp Amsterdam'a gittiğimde yaşamıştım. O daha sarsıcıydı ama kabul ediyorum.***Maçı biliyorsunuz, o tarafa hiç girmeyelim. Ama San Sebastian'dan kesinlikle bahsetmem gerekiyor.Bu yıl Şampiyonlar Ligi kuraları çekildiğinde
Beşiktaş'ı çok kıskanmıştım. Çünkü gidecekleri üç deplasman da harikaydı: Londra, Roma, Prag.Galatasaray ise uyuzötesi Torino'ya gidecekti. Atina vardı ama Atina olimpiyat hazırlıklarından dolayı ‘şantiye şehir’e dönüştüğünden gidilmese bile olurdu.San Sebastian'ı ise hiç görmemiştim. Bilen arkadaşlarımın hepsi ‘‘Cennet gibi bir yere gidiyorsun’’ deyince merak ettim haliyle.Yani İspanya'nın güneyi güzeldir, Barcelona hayatta en sevdiğim şehirlerden biridir, netice itibariyle İspanya güzeldir de öyle ‘‘Cennetten bir köşe’’ diye hararetli bir şekilde anlatılmaz...Gidip San Sebastian'ı görmüş biri olarak size bana anlatılanların az bile kalabileceğini söyleyeyim.Bu kadar güzel bir konuma sahip şehir herhalde az bulunur, bu bir. İnsanları Dublin'den sonra gördüğüm en cana yakın insanlar bu iki. Gurme filan değilim, iddialı konuşmam yanlış olur ama ben böyle
yemek yemedim bu da üüüüç!***Milliyet'ten Mehmet Demirkol, bu bölgeye gayet hakim bir arkadaş. Daha San Sebastian'a giderken arkamdaki koltukta bir yandan uyukluyor, bir yandan da ‘‘Uno sidra por favor... Pinços... Pinços...’’ diye sayıklıyor.Sidra (cidra) dediği benim Büyük Britanya'da ahbaplık kurmuş olduğum ‘‘cider’’, yani elmadan yapılan alkollü bir içecek.Pinços ise nedir bilemiyorum. Mehmet uyanınca sordum. ‘‘Gel usta delirene kadar yemeye gidiyoruz’’ dedi.Pinços (Pintxos yazılıyor), kürdan demek. Kürdan yemiyorsunuz tabii. Bir pintxos bara gidiyorsunuz. Barın üzeri kürdanlara saplanmış envai çeşit mezeyle dolu. Tapas diye atlamayın lütfen, bu Bask milletinin bağrından kopmuş inanılmaz lezzetli bir hadise.Deniz mahsulleriyle yapılanlar insanı hakikaten delirtebilir.Bir pintxos barda bir tane küçük bir şey yiyor, bir cidra atıyor ve hoop ikinciye geçiyorsunuz.Bask insanı, iki saat kadar böyle gezdikten sonra bir de gece 23.00 gibi gidip yemeğe oturuyor ama biz bunu başaramadık kaldığımız üç gün boyunca.Hepsi şişman o zaman diye düşünebilirsiniz. Hayır değiller.Bu arada maç günü Hasan Cemal'in geleceğini biliyoruz. Hasan Abi'ye kesin yemek ısmarlatırız diye Mehmet'le yemeği kestik bir akşam önceden. Ertesi gün otelinden aldık Hasan Cemal'i. Önce bir pintxos barına götürdük.Bayıldı o da. Bu arada Bar Martinez'de (Favorimiz buydu) mutfakta güzel güzel çalışan abinin bize üç gün boyunca bir şey ikram etmeyip, Hasan Cemal'i görünce ‘‘Bu da benden’’ diyerek karides vermesi ağırımıza gitti. Ama ne yapacaksın, ağır adamı Basklı da anlıyor, Satürnlü de..Bar Martinez'deki küçük hesabı ödeyip, asıl yemeğin faturasını Hasan Cemal'e ödetme planımız vardı. Hasan Abi zaten ‘‘Yemeği ben ısmarlayacağım’’ dedi.İtiraz etmedik tabii. Hasan Cemal şu sıralar hayatımdaki en kıymetli insan kategorisinde açık arayla önde. Bunu da belirteyim.Gittiği yerleri anlatıp, ‘‘Gidin mutlaka’’ demeyi ve karşılığında okurlardan haklı olarak ‘‘Geziyorsun vazife ayağına kendin, biz hangi parayla gideceğiz’’ şeklinde tepki almak pek hoş değil tabii.Ama bunu göze alarak, gidebilme şansı olanlara ‘‘San Sebastian'ı görün’’ diyorum.Evet şimdi tepkileri alayım.
button