Oluşturulma Tarihi: Ekim 13, 2002 00:00
Ben Nemrut'u gördüm geçen hafta di mi?Di.Bu yazı da ‘‘Tanrılar'ın dağı Nemrut’’ yazısı olacak di mi?Bu sefer koro halinde söylüyoruz:Diiiiiii.Peki o zaman.
Seçim sizin. Enformatif bir yazı mı istersiniz, gözlemlerimi mi okumayı tercih edersiniz? Yani bilgili mi olayım eğlenceli mi? Şöyle ki, size öyle bir yazı döşenebilirim ki, ‘‘Vay be! Kadın amma çok şey biliyor!’’ dersiniz, internetten söküp aldığım tonla bilgiyi dayarım önünüze, ezerim sizi, ezerim! İçinde bol bol tümülüs, anıt mezar, M.Ö 162, Kommagene Krallığı, Tanrı-kral Antiokhos, batı teras, doğu teras, matematiksel koni, konservasyon, restorasyon, yüzey araştırması, lazerli ölçümler vs. gibi ciddi kavramlar, bilgiler geçer.E tabii pazar pazar, fenalık geçirirsiniz.Aklıma bile getirmek istemiyorum ama... Komşu sayfalara kaçıverirsiniz.Yoooo.Bunu göze alamam.Siz benimsiniz.O zaman gelin anlaşalım.Orta noktada uzlaşalım.Biraz ondan, biraz bundan.Hadi, hadiii...Bir iki, bir ikiii...Kalkıyoruz, kalkıyoruuuz...*Valla ben Urfa-Adıyaman-Kahta yaptıktan ve o yılan gibi virajlı yokuşları bir minibüsün içinde yüreğim ağzımda teptikten sonra pek öyle kalkacak ve ‘‘Hadi arkadaşlar tırmanıyoruz şu Nemrut'a’’ diyecek halde değildim.Ama işte güneş bu.Beklemiyor.Zamanı gelince küt diye batıyor.Neymiş?900 metre tırmanacağız.Şu merdivenlerin hepsini birer birer çıkacağız. Ve tepede tanrılarla birlikte güneşin batışını izleyeceğiz.Deli miyiz?Önce şöyle sıcak şarap filan içsek.Nerdeee?Yok öyle yerler Nemrut'ta.Aşağıda sadece dandik bir kafeimsi yer var.Allah için işletenler kibarlar filan ama...Birkaç çeşit bisküvi, çay, tepede göreceğimiz tanrıların amatörce yapılmış, küçük, sevimsiz heykelleri, broşür ve kitap satıyorlar. Başka neler mi göze çarpıyor? Oturdun mu yıkılan banklar, önünde kuyruk oluşmuş bir tuvalet ve orasına burasına atkı sarmış insanlar. Soğuk ya. Nemrut, denizden 2150 metre yüksekte ya (ilk bilgimi soktum farkındaysanız!). Ama biz de hazırlıklıyız. Anasını satayım, sanki kutuplara gidiyoruz, aramızda içine termal don, atlet giymiş olanlar bile var. Ben sadece eldiven, kayak montu, polar aldım yanıma! Fırsatını bekliyorum, rüzgar bir esse hepsini giyeceğim üzerime.*Ve bismillah.Tırmanmaya başlıyoruz merdivenleri.O kadar da öldürücü değilmiş.Ya da bende bacak sağlam (uzun, ince, pürüzsüz, tüysüz...) bilemiyorum artık. Bu arada 30 küsur kez Nemrut'a çıkmış tecrübeli rehberimiz Metin'den ‘‘Tanrılar'ın dağı’’nın öyküsünü dinliyoruz. Bir zamanlar bu topraklarda Kommagene Krallığı varmış. Hemen lafını balla kesiyorum tabii!‘‘Kommagene ne demek?’’‘‘Genlerin buluştuğu ülke’’ anlamına geliyormuş. Bir krallık için havalı bir isim değil mi? (Farkındaysanız, bilgileri bir masal havasında yazıyorum, ama arada soru sorarım, haberiniz olsun!) Bu Kommagene Krallığı, M.Ö 162 ve M.S 72 yılları arasında bizim Anadolu topraklarında hüküm sürmüş.Geldik mi Kral Antiokhos'a?Çünkü o arkadaş olmasaydı, biz 2000 yıl sonra deli danalar gibi Nemrut'a tırmanmayacaktık, bütün her şey onun başının altından çıkıyor.O sadece bir kral değil.Bir tanrı-kral.Ana tarafı Büyük İskender'den baba tarafı ise Persler'in ‘‘kralların kralı’’ dediği I. Darius'tan geliyor.Asil bir erkek yani.Ve yaratıcı.Üstelik müthiş bir vizyonu var.Kendine öyle bir mezarlık yaptırıyor ki, güneş, onun mezarının altından doğuyor ve batıyor. Adam, bütün tanrılarla birlikte (Zeus, Apollon, Herakles...) Nemrut'un tepesinde oturuyor ve bizim salak salak merdivenleri tırmanmamızı izliyor. Sanki bizimle alay ediyor. Düşünün, bin yıllar geçiyor biz hala onun mezarını bulamıyoruz. Zaten şunun şurasında Nemrut'u keşfedeli kaç yıl olmuş? Elin Alman'ı yanlışlıkla 1881'de bulmuş. Sinsi bir şey yani bu Antiokhos. Ben, bir de seksi ve zalim bir erkek olarak hayal ediyorum onu. Nedense sarışın filan da değil, beyaz tenli, koyu renk saçlı ve deriiin bakışlı. Dipsiz gözleri var yani. Kaybol onun gözlerinin içinde.*Ama tepeye ulaşınca kaybolmuyorsunuz.Doğu ve batı terası var sadece.Fazla büyük bir yer değil yani.Evet, eşşiz bir manzara.Ama yalnızlık hissi veriyor insana.Bence bu Antiokhos da yalnız bir adammış.Eeee tanrı olacaksın ve biz ölümlüler gibi ‘‘ruh ikizi’’ni arayacaksın ve benim durumumda olduğu gibi bulduğunu düşüneceksin öyle mi? Değil işte. Ben ondan daha şanslıyım, en azından güneş batarken sevgilime sarılabiliyorum, o ise, karda, kışta, rüzgarda, soğukta hep yalnız. Neyse. O hep fotoğraflarını gördüğümüz tanrı heykelleri de etrafa serpiştirilmiş duruyor. Kopmuşlar. Oraya buraya düşmüşler. Tabii koştura koştura fotoğraf çektiriyorsun, ‘‘Bak, ben Nemrut'a gittim!’’ demek için. Ama biliyor musunuz fotoğraflarda çok daha etkileyici görünüyorlar. Ben vurulmadım yani. Bir de üzüldüm. Her taraf sigara izmariti ve pet şişe doluydu. Elin Amerikası'nda, Grand Canyon'a gitmiştim de, sigara içersen izmaritini cebine attırıyorlardı, biz de nerde? O kadar yüksekte bir yerde olmasa Nemrut, çoktan çöplük olurdu. Ve eminim bunca yıl içinde deli gibi talan edilmiştir orası.Şimdi güya Nemrut Konservasyon Projesi'ne başlanmış.Yani koruyacaklar, restore edecekler, yabancı bilim adamlarıyla birlikte bizimkiler arkeolojik çalışmalar yapacak ve projenin sonunda o yerlerde sürünen heykellerin kafaları ayağa kaldırılacak.Hadi hayırlısı bakalım.*Beni Nemrut'a dair en çok etkileyen şey ne UNESCO tarafından insanlığın kültür mirası ilan edilmesi ne o 50 metrelik yığma tepe (tümülüs ona deniyor işte), ne onun içinde var olduğu düşünülen ama nasıl ulaşılabileceği henüz keşfedilmeyen Antiokhos'un mezarı, ne de 9 metrelik o tanrı heykelleri oldu.Ben ‘‘Allah Allah nasıl yapmışlar bunları?’’ filan demedim içimden.Yapmışlar işte.Onlar ya da uzaylılar.Bana ne.Ama ardındaki fikir büyülüyor ve şaşırtıyor beni.Bu denli güçlü bir kalıcı olma isteği...Bugün insanlar sadece birkaç yüzyıl kalıcı olmak için kendilerini parçalıyorlar, kitaplar yazıyorlar, müzikler besteliyorlar, şahane binalar dikiyorlar, köprüler, barajlar yapıyorlar, hani ‘‘Ölsem bile namım kalsın geriye!’’ diye, bu kadar acayip ve güçlü bir şey bu.Ama kalıcı olmaktan kalıcı olmaya fark var tabii.Yani nerede bizim için değerli olan devlet büyüklerimizin anıt mezarları nerede Kral Antiokhos'un mezarı.*İnerken sevgilime, nam-ı diğer ruh ikizime, ‘‘Bana aşık mısın?’’ dedim. ‘‘Hayır’’ diyecek hali yoktu, önündeki merdivenlere konsantre olmuştu. ‘‘Evet’’e benzer bir şeyler geveledi.Bana yetmedi tabii.‘‘Göster o zaman’’ dedim.‘‘Öyle bir şey yap ki, dik, inşa et, göm, yarat, bu Antiokhos mezarında şöyle bir dönsün, yaptığın şeyin etkisi bin yıl sürsün’’Gülümsedi.‘‘Gel ben sana sıkı bir sarılayım’’ dedi.Güneş o sırada batmıştı.Rüzgar hafif hafif esmeye başlamıştı.Biz ekibin biraz gerisinde kalmıştık.Sonra bir de öpmesin mi beni!Biliyor musunuz Antiokhos'u da, Kommagene Krallığı'nı da, kalıcı olmayı da unuttum ben.Sadece o anı yaşadım.En romantik halimizde, Nemrut'un bir yerlerinde birbirimize sarılmış vaziyetteydik, her şey yine geçici oluverdi birden. Bana ne lan ikibin yıl sonrasından!HAMİŞ: Aslında ben en çok Hasankeyf'ten etkilendim. Kader utansın yer yok. Ama çok ısrar ederseniz, belki ileride yazarım. Ama yarın yazı-mazı yazamayacağım. Bir süre buharlaşacağım. Ucundan kıyısından kalıcı olabilmek için bir numaralar çekiyorum da, o yüzden yani. Siz o arada başkalarının yazılarını ve röportajlarını okursunuz. Belki beni ararsınız. Telefonla değil, manevi olarak. Baaaay.HAMİŞ 2: Güneydoğu turlarıyla ilgilenenlere Quality Travel&Tours: Tel: 0212- 257 66 15
button