Güncelleme Tarihi:
1923’te kazanmıştık
Galata-saray'la Juventus arasında geçen çarşamba günü oynanan tarihi maçın bir benzerine İstanbul bundan tam 75 yıl önce de evsahipliği etmişti. Fenerbahçe'yle İngiliz işgal birliği takımı arasında kıran kırana bir mücadele yaşanmış, Fenerbahçe sahadan 2-1 galip ayrılmış ve zafer Lozan görüşmelerinde bile gündeme gelmişti.
Galatasaray'la Juventus'un karşılaşmasını kazasız-belâsız atlattık. Geçen çarşamba günü yapılan maç ‘‘Türk sporunun en siyasi mücadelelerinden biri’’ olarak tarihlere geçti.
İstanbul benzer bir karşılaşmaya bundan 75 yıl önce de ev sahipliği etmişti. Galatasaray'ın yerinde o zaman Fenerbahçe vardı ve İngiliz işgal birliklerinin karma takımına karşı oynuyordu. Galatasaray'ın Juventus'la karşılaşması bana Fenerbahçe'nin Lozan görüşmelerinde de sözü edilen 1923'teki bu zaferini hatırlattı ve Taksim'de 75 yıl önce yaşanan sevinci sizlere de hatırlatayım dedim...
Dünya savaşında yenilmiştik. İstanbul 1920 Mart'ında müttefiklerin işgaline uğramış, şehre ağır bir elem hakim olmuştu. Zaman geçti, Anadolu'dan peşpeşe zafer haberleri gelir oldu ve elemin yerini umutlu bir bekleyiş aldı. İstanbullular başka hadiselerden de teselli bulmadaydılar: İşgal birliklerinin takımlarıyla yapılan maçları hep bizim kazanmamızdan... İngiliz, Fransız ve İtalyan işgal birlikleri kendi klüplerini kurmuş, bunlarla Türk klüpleri arasında çok sayıda maç oynanmış ve hemen hepsini Türkler kazanmıştı.
Üstüste yenilgilerden sonra İngiliz tarafı daha ciddi bir maçın hazırlığına girişti: Sömürgelerden dört profesyonel futbolcu getirildi, boyu bir metreye yaklaşan gümüş bir kupa yaptırıldı ve kupaya İngiliz işgal birliklerinin kumandanı General Harington'un ismi verildi. Hazırlıklar tamamlanınca, azınlık gazetelerine ‘‘Kendisine güvenen Türk klübünün müsabakaya davet edildiği’’ şeklinde ilânlar çıkartıldı. Daveti ilk kabul eden takım Fenerbahçe oldu ve karşılaşmanın 29 Haziran 1923 günü öğeden sonra, Taksim'de şimdi yerinde yeller esen stadyumda yapılması kararlaştırıldı.
O senelerde sarı-lâcivertli klübün başkanlığını Halife Abdülmecid Efendi'nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi yapıyordu. Bir yanda genç şehzade, bir yanda da işgal birliklerinin kumandanı General Harington, artık hemen her ânı antremanla geçiren takımlarının başındaydılar.
Taksim, müsabaka günü mahşeri andırıyordu: İstanbul'un erkek nüfusunun neredeyse tamamı oradaydı ve maç saati geldi. Sahaya önce İngiliz takımı çıktı. Derken Fenerbahçe'nin Şekip, Hasan Kâmil, Cafer, Kadri, İsmet, Fahir, Sabih, Alâaddin, Zeki, Ömer ve Bedri'den oluşan onbiri göründü.
Derken maç başladı ve Malta'dan getirilen İngiliz futbolcunun şutu birkaç dakika sonra ağlara takıldı. Türk tarafı ilk yarı bittiğinde 1-0 mağluptu. Fenerbahçe'nin golü ikinci yarının 15. dakikasında Zeki'den geldi ve havada binlerce fes uçuştu... Sevincin çok daha büyüğünü 74. dakikada gene Zeki yaşattı ve tarihlere ‘‘Bu öyle bir goldü ki, hiçbir benzeri bu derece içten alkışlanmamıştır’’ diye yazıldı.
Fenerbahçe karşılaşmayı 2-1 galip bitirdi. Binlerce kişi, İngiliz işgal birliklerinin kumandanı General Harington'un kendi adını taşıyan kupayı Fenerbahçe kaptanı Şekip'e verirken ellerinin titrediğine şahit oldu. Fenerliler Tünel'e kadar omuzlarda taşıdı.
Spor tarihimizdeki en önemli futbol karşılaşmalarından birinin kısa öyküsü, işte kısaca böyle. O günlerin gazeteleri İstanbul'un bu zaferi günlerce kutladığını ama asıl sevinci Lozan'da henüz devam etmekte olan barış görüşmelerine katılan Türk heyetinin hissettiğini yazıyorlar. Maç gününün akşamında Lozan'da yaşananları merak ediyorsanız, yandaki kutuyu okuyun.
Lozan’da maç sevinci
‘‘29 Haziran 1923 günü, Türk heyeti Lozan'daydı. Savaş meydanlarında kanıyla ve süngüsüyle kazandığı istiklâlini barış masasında da büyük mücadelelerle korumak ve kazanmak mecburiyetiyle karşı karşıyaydılar.
Bu çetin mücadele sırasında Türk delegelerin yakından takip ettikleri memleket hadiselerinden başlıcası, Fenerbahçe'nin zaferleriydi. Onları duyar, dokuz ay süren müzakerelerin sinir bozucu anlarını Fenerbahçe'nin düşmanların karşısındaki zaferleriyle unuturlardı. 29 Haziran 1923 maçının çok iyi bildikleri özelliği, onları bu gününün akşamında büyük bir heyecana bürümüştü. Geceleri de devam eden görüşmelerin saati gelmiş fakat maçın neticesini bildiren telgrafı henüz almamışlardı. Müttefik delegeler Uşi Şatosu'nda beklerken, onlar Lozan Palas Oteli'nde heyecanla telgrafı gözlüyorlardı.
Telgraf nihayet geldi ve yüzlere neş'e getirdi. Türk heyetinin başkanı İsmet Paşa yanındakilere ‘‘Heyetimiz adına hepsini çoşkunlukla tebrik ettiğimi ve gözlerinden öptüğümü Fenerbahçe Klübü'ne acele telleyiniz!’’ dedi; sonra Uşi Şatosu'na doğru yola çıktı. Barış görüşmelerinin yapıldığı salona girerken, alışılmışın üzerinde bir gurur taşıyordu.
Türk delegeler, o geceki pazarlıklarda milletin menfaatlerini her zamankinden daha büyük bir azimle korudular’’ (Dr. Rüştü Dağlaroğlu'nun ‘‘Fenerbahçe Spor Klübü Tarihi’’nden).
Hocaların hocasına yarım asırlık saygı
‘‘Ferid Hoca’’ diye bilinen Ömer Ferid Kam, Türk Edebiyatı'nın en büyük bilginlerindendi. Hayata 1944'te veda etmiş ve adından artık hiç söz edilmez olmuştu. Ferid Hoca, en önemli eserlerinden birinin yıllar sonra geçenlerde tekrar yayınlanmasıyla bilim dünyasına yeniden doğdu.
Ömer Ferid Kam, Türk Edebiyatı'nın gelmiş geçmiş en büyük âlimlerinden sayılır, ‘‘Ferid Hoca’’ diye bilinirdi. 1864'te İstanbul'da doğdu, zamanının önde gelen hocalarının yanında yetişti, o devrin üniversitesi olan Darülfünun'da senelerce ders verdi, üniversite reformu sırasında bir ara açıkta kaldı, sonra yeniden döndü ve hayata 1944'te Ankara'da veda etti.
Sadece Türk Edebiyatı'nda değil, ‘‘Şark San'atı’’nın hemen bütün dallarında her zaman tek üstad kabul edildi. Üniversiteler, edebiyat tarihçiliğinin en zor konularından sayılan ‘‘metin şerhi’’ni, onun aktardıklarına dayanarak ders haline getirdiler. Cumhuriyet'in ilk döneminde yetişmiş edebiyat tarihçilerinin birçoğu hep Ferid Hoca'nın talebesiydi ama Ferid Kam titizliği yüzünden çok az yazılı eser verdi ve daima arka planda kalmayı tercih etti.
Ferid Hoca'nın nadir eserlerinden biri, 1910'lu senelerde taşbaskısı olarak az sayıda çıkardığı ‘‘Asâr- Edebiye Tedkikatı’’ yani ‘‘Edebi Eserler İncelemesi’’, 80 küsur sene sonra geçen haftalarda Kültür Bakanlığı tarafından yayınlandı.
Gerçi metnin birkaç yeri yanlış okunmuş ve bazı beyitlere bu yüzden ters anlamlar verilmişti ama kitabı yayına hazırlayan Halil Çelik'in Ferid Kam gibi ismi neredeyse unutulmuş olan bir büyük âlimi 50 küsur sene sonra yeniden hatırlatmasın beni bir hayli memnun etti.
Bahis Ferid Hoca'dan ve metin şerhinden açılmışken, edebiyat tarihçilerine ufak bir sır vereyim: Ferid Kam'ın en seçkin öğrencilerinden olan rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı'nın da basılmamış bir ‘‘metin şerhi’’ ve ‘‘Türk Edebiyatı Ansiklopedisi’’ vardır; müsveddeleri orta boyda tam dört adet bavul dolduran binlerce sayfalık bir eserdir ve himayem altındadır.
İntihalciler! Bu numarayı kime yutturacaksınız?
Geçen hafta Gazi Üniversitesi hocalarının intihalinden, yani bilimsel hırsızlıklarından söz etmiştim. Uğur Kandilci, Burçak Kayhan ve Zeynep Akı adlarında birisi profesör ikisi asistan üç tıp doktoru Amerika'da çıkmış akademik bir makaleyi yürütüp kendi çalışmalarıymış gibi yayınlamışlardı. Bu intihal sacayağını yazıp ‘‘YÖK'ün, yeni yönetmeliğindeki intihal hükümlerini Gazi Üniversitesi'ndeki intihal örgütüne de uygulayıp uygulamayacağını ve bu üç kişiyi üniversiteden kapıdışarı edip etmeyeceğini hep beraber göreceğiz‘‘ demiştim. Sonra ‘‘Bu işten bir netice çıkana kadar konuyu hatırlatmaya devam edeceğimi, hadiseyi YÖK'ü bıktırana, ilâllah dedirtip bir karar aldırana kadar her hafta yazacağımı’’ söylemiştim ve yazmaya devam ediyorum.
YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz yazımla ilgili olarak beni aratmış ama ikimiz de seyahatteydik ve bu yüzden görüşmemiz kısmet olamadı. Dolayısıyla ‘‘Bu intihal sacayağı üniversitede daha ne kadar kalacak?’’ diye sormaya imkân bulamadım. Prof. Gürüz Türkiye'ye yarın dönecek ve ilk görüşmemizde bir haftadır merakla beklediğim sorunun cevabını alacağım.
Ama Gazi Üniversitesi'nde esmeye başlayıp taaa İstanbul'a kadar uzanan tatlı bir meltem fakültede hafta boyunca yapılanlardan beni haberdar etmez mi! İntihalcilerden ‘‘profesör’’ olanına birilerinden 1 Aralık sabahı ‘‘Konunun hızlı bir soruşturma ile kapanacağı ve endişe etmemesi gerektiği’’ yolunda destek mesajları gittiğini bana bu meltem söyledi. İntihal sacayağındaki bir asistana ‘‘Çalıntı yazıyı hocamız Prof. Kandilci'nin haberi olmadan yayınladım’’ yolunda yalan ifade verdirildiğini ve üçüncü makasçının yan dal ihtisas sınavının da ortalık yatışıncaya, yani bilimsel hırsızlık hadisesi unutuluncaya kadar ertelendiğini aynı rüzgâr fısıldadı. İntihalcilerin cür'etlerine hayret ettim ve ‘‘Onlar orada, ben buradayım... Dosyayı kapatmaya güçlerinin yetip yetmeyeceğini hep beraber göreceğiz’’ dedim kendi kendime. Sonra, aynı meltemin tekrar esmesini beklemeye başladım...
Yeniden görüşmek üzere şimdilik biraz daha huzursuz kalın aziz ve arlanmaz intihalcilerimiz! Haftanız bol makaslı ve bol zamklı olsun...