HÜRRİYET PAZAR / Ayşe ARMAN
Oluşturulma Tarihi: Nisan 07, 2002 01:22
1995 yılında bir sabah Türkiye, Güneş K.'nın darma duman olmuş yüzü ve bedeniyle uyandı. Ağır Roman'ın yazarı Metin Kaçan ve dönemin ünlü spikerlerinden Alp Buğdaycı'nın bu olayın müsebbebi oldukları iddia ediliyordu. İddia makamındaki isim Güneş K. idi. O zaman onun anlattıklarını kamuoyuna nakledenlerden biri de bendim. İnanılması zor bir olaydı. Kan, dehşet, şiddet, dayak, işkence ve en vahimi tecavüz iddiası. Mahkeme sürerken Metin Kaçan ve Alp Buğdaycı sekiz ay cezaevinde kaldılar. Sonra tahliye oldular. Derken, birkaç gün önce Yargıtay, Metin Kaçan için istenen cezayı onadı. Bu, söz konusu yazarın 36 ay daha hapishanede yatması demekti. Bu defa olayın diğer kahramanı Metin Kaçan'la konuşmak düştü bana. Yedi yıl önceki olayın nasıl olduğunu ona da sordum. Bu kez o anlattı. Farklı anlattı. Benim amacım, taraflardan herhangi birini haklı ya da haksız olduğunu iddia etmek değil. Sadece onların bakış açılarını göstermek. O kadar. Zaten gerçeği kimin bildiğini de kimse bilmiyor...
Yargıtay'ın kararı yedi yıl önce başlayan davayı yeniden gündeme getirdi. 1995'te yaşanan o geceyi, ben o zaman Güneş K.'nın ağzından anlatmıştım. Şimdi bir de sizin ağzınızdan dinleyelim, olay nasıl oldu?
- Önce o dönemde nasıl yaşadığımızı anlatmak gerekir. Cihangir'de Güneş'le birlikte oturduğumuz Arbatlı apartmanındaki eve, Leman Dergisi'nden çocuklar, karikatüristler, mimarlar, müzisyenler gelirdi. Evde yatarlar, kalkarlar giderlerdi. Evin kime ait olduğu önemli değildi. Bardan çıkılır bizim eve gidilir ya da bizim evden kalkılır başkalarına gidilir. Böyle bir hayat. O zaman Güneş'le ilişkimizin beşinci yılındaydık. Hayatıma başka bir kadın girdi. Sinirleniyordu ama onun da erkek arkadaşları oluyordu.
O geceye dönsek?
- Ağır Roman'ın sanat yönetmeni Kadir'in evinde yemekteydik. Alp var, Müjde Ar var, Ceylan Çaplı var. Alp'le ben Taksim'deki barları gezmeye çıktık. Kemancı'da Güneş'i gördüm. Birkaç gün önce de Sarıyer'de bir evde birlikte olmuşuz. Gecenin ilerleyen saatlerinde Alp'in evine gittik. Yanımızda iki kız daha vardı, onlar gitti. Biz üçümüz kaldık. Güneş, çok sarhoş, Alp'in yatağına yattı. Evi bir sokak aşağıda, ‘‘Evine git’’ diyorum, çünkü Alp, orada kalmasını istemiyor. Zorla giydirdim Güneş'i ama durmadan hakaret ediyor, ben de geri kalmıyorum. Ama iki salon tokatı, birkaç tekme ve birbirimize tükürmenin dışında başka birşey olmadı. Tecavüz- mecavüz asla! Sonunda gitti, ben de bağırdım arkasından ‘‘Anca gidersin. Hadi defol. Bir daha da gelme...’’ Bu kadar.
Bu kadar mı?
- Değil. Sabah, Güneş'in abisi Oktay, Sadabat'ın eski sahiplerinden Mehmet ve arkadaşları, Alp'le beni bir BMW'ye bindirip, silah çekerek, ‘‘Siz bu kızı nasıl bu hale getirirsiniz!’’ diye Kadıköy'e götürdüler. Bir yadan silah kabzasıyla vuruyor, bir yandan ‘‘Yaşatmayacağız, geberteceğiz’’ filan diyorlar. Sonunda Kadıköy polisi geldi, tutuklandık, bizi Beyoğlu polisine teslim ettiler. Ben Güneş'in o feci halinin fotoğraflarını cezaevine girince gördüm. Tabii inanamadım. Bu kız evden çıkarken bu halde değildi. Adımız tecavüzcüye çıktı. Bu yüzden içeride 11 kişi tarafından şişlendim. Hastaneye götürdüklerinde neredeyse ölüydüm, ‘‘Kurtulmaz’’ demişler. Ameliyattan sonra kendime geldiğimde, gördüm ki yatağa zincirle bağlıyım, yanımda iki jandarma...
BİRER SİGARA SARMIŞTIK
Olay gecesi sarhoş muydunuz? Uyuşturucu almış mıydınız?
- Evet ama Güneş kadar değil. İki saat önce de birer sigara sarmıştık, o kadar. Nedense, o gece olanları herkes kendine göre anlatıyor. Güneş'e işkence yapmış olsaydık, vücudunda sigara söndürmüş olsaydık, bu kız bağırmaz mıydı, bütün apartmanı inletmez miydi? O kadar gürültüye bütün mahallelinin sokağa dökülmesi gerekmez miydi?
İyi de kız da perişan! Tecavüze uğradığını söylüyor. Kim yaptı, nasıl oldu?
- Bir kere tecavüz filan yok. Burası hep atlanıyor. Doktor raporu var, tecavüz bulgusuna rastlanmadı diye yazıyor. Ben nereden bileyim ne oldu, nasıl oldu. Bir komploya kurban gittiğimizi düşünüyorum. Rant hikayesi herhalde...
Nasıl yani?
- Dolapdere'de Sadabat diye bir yer açılmıştı. Mehmet'in mekanı kiralamasına ben aracı oldum. O dönemin parasıyla milyarlar harcandı ama Sadabat iş yapmadı. Her nasılsa Güneş de bir dükkan sahibi oldu orada. Ama tekin bir yer değildi. Kadın satmaktan, kumar oynatmaktan, küçük yaşta kız, travesti ve transseksüel bulundurmaktan kapandı. Tabii benim Güneş'in sevgilisi olmam, Mehmet denilen adamın işine gelmiyordu. Güneş'le ilişkim sürdüğü müddetçe orada yapılan işlere izin vermeyecektim. Hadise bu.
Niye bu hadiseyi mahkeme başka türlü anladı?
- Nöbetçi mahkemeye çıkarıldığımda, ‘‘Komplo’’ dedim. ‘‘Peki o zaman bu üzerindeki kan ne?’’ dediler. Ben evden temiz gömlekle çıkmayacak kadar salak mıyım? ‘‘Güneş'in değil benim kanım!’’ dedim, inandıramadım kimseyi. Cezaevi derseniz, kapkaççısından, hırsızına kadar herkes ahlakçı olmuş. Duvarlara, demirlere vuruyorlar, ‘‘Bırakın öldüreceğiz bunları’’ diyorlar. Şişlendikten sonra götürüldüğüm hastanede doktorlar bile, ‘‘Ölsün bu adi tecavüzcü’’ gibi davranmışlar, Allah'tan araya birileri girmiş...
Güneş K.'nın o hale nasıl getirildiğini siz bilmiyorsunuz yani!
- Gerçekten bilmiyorum. Ama bin tane senaryo okudum. Yok zenciler dövmüş, yok bilmem ne. Olabilir de. Güneş'in ağabeyi Oktay, eroin kullandığı için Kanada'ya gidip tedavi olmuş biri. Güneş'in yanında para da vardı o gece. Belki de Oktay'a mal almaya gidiyordu, ne malum. Ama ben nedense Sadabat'ı işleten Mehmet'in komplosu olduğunu düşünüyorum. Her şey bizim üzerimize yıkıldı. Benim için en önemli olan Dr. Hakkı Köse'nin raporu: Tecavüz yok diyor. Tek belge o. Onun dışındaki herşey senaryo.
Bütün bunlardan sonra neler değişti hayatınızda?
- Hokkabaz, madrabaz ve böyle olmaktan hoşlanan bir insandım. Gülelim, eğlenelim. Her şeye set çektim. Şimdi sadece güvendiğim insanlarla kendim gibiyim. Onun dışında hep maskeli geziyorum. Psikolojim bozuldu, ağır travmalar geçirdim. Aksi mümkün mü? Hayata ve insanlara karşı müthiş bir öfke vardı içimde. Yedi yıl oldu, bu hadiseyle yaşıyorum. İnsanların bakışları rahatsız edici, gözleriyle bana ‘‘Sen tecavüzcüsün!’’ diyorlar. İyi de kimse meselenin aslını bilmiyor! 36 ay ceza geldi. Bu kadar rezil bir adamsam, neden beni bıraktılar?
Aklınızdan geçen ‘‘keşke'ler...’’ neler?
- Keşke o gece Güneş'le karşılaşmasaydım, keşke o kadar içkili olmasaydık, keşke bir sürü sigara sarıp tartışmasaydık...
Ya Alp Buğdaycı? Onunla görüşüyor musunuz?
- Cezaevinden çıktıktan sonra bir süre birlikte gezdik. Televizyon dünyasında kimse tecavüzcü olarak anılan birine iş vermek istemedi. O da Antalya'ya gitti. Belgesel çekimleri yapıyorum, dedi. Hayatı kaydı adamın, 40 kiloya düştü.
Edebiyatçı olarak etkilenmediniz mi?
- Yüzümün görünmesi gerekmediği için, iş bulabildim. Gendaş'da yayın yönetmenliği yapıyorum. Edebiyat dergisi çıkartıyorum. Gözlemi mözlemi bıraktım. Sadece iç dünyamda olan şeylerin kitaplarını yazmaya başladım. Seksle ilgili bir şey yazamıyorum artık. Bir yatak odasını anlatırken bile içeride sadece nesneler ve kokular var, iki beden değil. Korku geldi bana.
KAFALAR 1500 OLMUŞ
Bütün bu anlattıklarınız, yaşadıklarınız gerçek meydi, gerçeğin görüntüsü mü?
- Yanyana koyduğunuzda, flu bir resim çıkıyor ortaya. Net bir şey yok. Güneş'in söyledikleri, benim söylediklerim ve Alp'in söyledikleri var. O gece flu bir geceydi, inanılmaz flu ber gece. Kafalar 1500 olmuş. Her şey birbirine geçmiş...
Belki siz yaptıklarınızı hatırlamıyorsunuzdur...
- Yoo hatırlıyorum. Anlattıklarımın dışında birşey yok ki. Ama Güneş nedense bütün röportajlarında ‘‘Şu oldu, bu oldu, Alp bana tükürdü, Metin beni boğdu, o şöyle yaparken diğeri böyle yapıyordu’’ gibi anlattı. İnsanlar da ona inandı! Feministler öykünün üzerine atladı...
Ağır Roman'ın yazarı olmak, insanların bu olaydaki rolünüzün gerçek olduğuna inanmasını kolaylaştırmış mıdır?
- Elbette. Ağır Roman'da bir yeraltı dünyası anlatılıyor. Pezevenkler, uyuşturucu kullanan insanlar, fahişeler, seksomanyaklar. Birebir yaşanmış bir şey yok ama beni oradaki karakterlerle özdeşleştirdiler. ‘‘Bunlar mezardan kadın bile çıkarıp sevişiyorlardır’’ bile dediler. Oysa kitapta anlattığım fantastik bir şeydi, Dolapdere'de nekrofili filan yok. ‘‘Bütün bunları yazıyorsa, kesin sapıktır!’’ dediler. Türkiye'nin Bukowski'si olup çıktım.
Kendinizi hata yapmış biri gibi görüyor musunuz?
- O dönem yaşandı bitti. Dönüp bakmıyorum bile. Keşke olmasaydı, ama oldu. Her aşk ilişkisinde olan kavgalardan biriydi. Bunun dışında anlatılan hiçbir şey doğru değil. Zaten ne görgü tanığı var ne de başka bir şey. Ama bu son çıkan karar beni dumura uğrattı.
En çok neyin pişmanlığını çekiyorsunuz?
- Aşkın pişmanlığını. Bir de tabii en önemlisi, toplumun değil de, kendi değerlerinle yaşamayı tercih edersen başına bir sürü iş gelirmiş, onu öğrendim. Sonra gençliğin verdiği hezeyanların ve çevremin pejmürde davranışlarının pişmanlığı var.
Peki şu an en çok neye inanıyorsunuz?
- Paraya.
O geceye dair anlatılanları yanyana koyduğunuzda, flu bir resim çıkıyor ortaya. Net bir şey yok. Güneş'in söyledikleri, benim söylediklerim ve Alp'in söyledikleri var. O gece flu bir geceydi, inanılmaz flu bir gece. Kafalar 1500 olmuş. Her şey birbirine geçmiş...
GÜNEŞ'İ GÖRÜŞELİM DİYE DÜN ARADIM, 36 AYI ÖĞRENİNCE
Güneş'le bir kere karşılaştım cezaevinden çıktıktan sonra. ‘‘Bize neler oldu Meto?’’ gibisinden bir konuşma geçti. Bir de dün, bu 36 ayı öğrenince ‘‘Görüşelim’’ diye aradım. Durup dururken, ‘‘Yolda yürürken iki kişi saldırdı nasıl derim? Babamın onurunu düşünüyorum’’ dedi. Oysa ben, ‘‘Bu oyun hala devam edecek mi?’’ diye sormak istemiştim. Çünkü ancak o vazgeçerse bu dava düşüyor...