Müzik, her dinleyişte beyni farklı etkinleştiriyor

Güncelleme Tarihi:

Müzik, her dinleyişte beyni farklı etkinleştiriyor
Oluşturulma Tarihi: Ocak 13, 2003 12:13

Amerikalı bilim adamları, bir müzik parçasının her dinlenişten sonra beynin farklı bir biçimde etkinleştiğini buldular. Sonuç, beynin aynı bilgileri dinamik bir biçimde yeniden işlediğine dayanan tahmini doğrulamakta.

Dartmouth Beyin Araştırmaları Merkezi araştırmacıları deneklere sekiz dakika içerisinde batı müziğinin tüm tonlarını yansıtan karmaşık bir müzik parçası dinletirken, deneklerin beyin etkinliklerini izlemişler. Denekler parçadaki belli başlı bir melodiyi ve parçanın belli bir yerinde değiştirilen müzik aletini bulmakla görevlendirildikten sonra parçayı tekrar tekrar dinlediklerinde beyinleri farklı bir biçimde etkinleşmişti. Ancak bilim adamları statiksel yöntemler sayesinde müziğin analizinden sorumlu bir beyin merkezi saptayabilmişler. Melodiler ilk önce şakakların arkasındaki beyin bölgelerinde işlenirken, analiz merkezi hemen alnın arkasındaki bölümde yer alıyor. Bu bölge (rostromedial bölge) daha önceleri duygusal ifadelerin mantıklı kararlarla işlendiği beyin bölgesi olarak saptanmıştı. Fakat müziğin neden özellikle de bu bölgede analiz edildiğini bilim adamları henüz bilemiyorlar.


Akupunktur hamile kalma olasılığını yükseltiyor

Cornell Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Raymond Chang’ın son araştırmaları, en az iki bin yıllık bir geçmişi bulunan akupunktur tedavisinin, kadının regl döngüsünü olumlu yönde etkileyerek hamile kalma şansını yükseltebileceğini gösterdi. Bilim adamı buna neden olarak rahimdeki kan dolaşımının güçlenmesini gösteriyor. Ancak akupunktur tedavisinin kesin etkisi henüz sistematik çalışmalarla incelenmemiş.


Hava sıcaklığındaki artış ve

iklimsel felaketler sürecek


2002 yılının, meteoroloji kayıtlarının 140 yıl önce başlamasından bu yana en sıcak geçen ikinci yıl olduğu bildirildi. Ayrıca sel felaketleri gibi olağanüstü iklim koşullarında da artış yaşandı. Birleşmiş Milletler Meteoroloji Dairesi’nin hesaplarına göre ortalama sıcaklık 14,42 dereceden, 14,5 dereceye yükselecek. Bugüne değin en yüksek sıcaklık ortalaması 14,57 dereceyle 1998 yılında, en sıcak on yıl ise 1987 yılından sonra yaşanmış. Dünya Meteoroloji Organizasyonu’nun (WMO) İklim Programı başkanı Ken Davidson ve diğer birçok iklim uzmanı, sıcaklık artışındaki hızı şaşkınlıkla karşıladılar. Ortalama hava sıcaklığı 1900 yılından bu yana 0,6 derece kadar yükselmiş. Birleşmiş Milletler araştırma komisyonu ise sıcaklık artışının önümüzdeki on yılda süreceğini açıkladı. Davidson, önce hava sıcaklığındaki artışın iklim felaketleriyle ilişkili olup olmadığı konusunda kuşkuluydu. Fakat ‘Her yıl olağanüstü iklim koşulları yaşanıyor. Ancak yıldan yıla felaketler artmakta’ şeklinde yaptığı açıklaması artık bu bağlantıyı kabul ettiğini göstermekte.


Duyu kanalları, cinsel

deneyimi de etkiliyor

Biberin acısı ağzımızı yakar, nane ferahlık verir. Son araştırmalar ağızdaki belli başlı hücrelerde, sıcaklık ve tat duyusunun birbiriyle ilişkili olduğunu gösterdi. Bilim adamlarına göre bundan iyon kanalları sorumlu. TRP (Transient Receptor Potentials) olarak isimlendirilen bu kanallar aslında hücre zarından geçit açan ve yeniden kapatabilen minik proteinlerdir. Uygun maddeyle etkinleştirildiklerinde örneğin kalsiyum iyonlarına yol açarlar. Bu süreç aynı zamanda nöronların komşu nöronlara sinyal göndererek beyinde tat duyusunun uyanmasına neden olur. Memeli hayvanlarda en az 21 farklı TRP kanalının bulunduğu bilinmekte. Bu kanalların hepsi araştırılmamış olsa da bilim adamları bundan beş yıl önce bir TRP kanalının 43 santigrat dereceden sonra veyahut da acı biberdeki ‘Capsaicinoide’ acı maddesiyle etkinleştiğini bulmuşlardı. Bu yıl diğer kanalların işlevleri de saptandı. Belli başlı TRP kanallarından yoksun olan erkek fareler, dişilere özgü cinsel uyarı maddelerini algılayamadıklarından dişi ve erkek hemcinslerini birbirinden ayıramıyorlar.


Kuşlar Ebola virüsü bulaştırabilir

Son araştırmalar sayesinde Ebola virüsünün bazı kuş virüsleriyle benzediği saptandı. Araştırmacılar hastalığın insana kuşlardan bulaşabileceğini tahmin ediyor. Ebola virüsünün protein kılıfı, kuşlarda görülen retro-virüsün dış zarına benzemekte. Bilim adamları gerçi daha önce de iki virüs arasında benzerlikler saptamışlardı fakat Journal of Virology dergisinde yayımlanan rapor ortak bir evrim kökeninden söz ediyor. Yeni araştırma sayesinde dış görünüşte de önemli benzerlikler saptadıklarını açıklayan biyolog David Sanders, bu bulgudan yola çakarak kuşların Ebola salgının yayılmasında bir rol oynadıklarını tahmin ediyor. ‘Gerçi bu kesin değil ama, benzerlikler sağlık kuruluşların dikkatli olmaları gerektiğini gösteriyor’ diyor Sanders. Ebola virüsünün 1976 yılında bulunmasından bu yana orta Afrika’da yüzlerce kişi hayatını yitirdi. Sanders ve ekibi şimdi virüsü etkisiz hale getirerek gen tedavisinde yararlanmak istiyorlar. Bilim adamları bu amaçta virüsteki tehlikeli kalıtımı ayıklamakla kalmayıp dış kılıfını da etkisizleştirdiler. Hedef, akciğer hastalıklarını iyileştiren genlerin, bedene girmesini sağlayan ve soluma yoluyla alınan bir virüs ilacı geliştirmek.


Kök ve kanser hücrelerinde aynı protein etkili

Yeni sonuçlanan bir araştırmaya göre ‘Nucleostemin’ proteini, kök ve kanser hücrelerindeki bölünmeyi kontrol ediyor. Bulgu, bilim adamlarına bu iki hücre tipindeki sınırsız bölünme yetisini açıklama konusunda yararlı olacağı gibi kök hücre tedavisinin kanser oluşumundaki etkisini de kanıtlayacağa benziyor. Maryland Nörolojik Hastalıklar ve Felç Araştırmaları Enstitüsü bilim adamları, kanser hücreleri ve (farelerdeki) embriyon ve sinirsel kök hücreleri gibi kendisini yenileyen hücrelerin yoğun miktarda ‘Nucleostemin’ proteini içerdiğini saptadılar. Protein, uzmanlaşmış ve bölünme sürecini tamamlayan hücrelerde ise son derece ender bulunuyor. Araştırmalar sırasında, Nucleostemin seviyesinin değiştirilmesi kök ve kanser hücrelerindeki diğer bölünme süreçlerini de azaltmış. Proteinin kesin işlevi bilinmese de hücre bölünmesinde bir moleküler devre mekanizması görevini gördüğü tahmin ediliyor. Araştırmacılar ayrıca bu proteinin, birçok kanser türüyle ilişkili olduğu sanılan p53 proteiniyle de birleştiğini bulmuşlar. Kök hücre tedavisiyle doktorlar, hastalıklı doku ve organları yenilemek istiyorlar. Fakat aktarılan kök hücrelerinin kanserojen hücrelere dönüşmemeleri için hücrelerdeki bölünme süreçlerinin de kontrol altına alınması gerekmekte.


Kulak çınlaması beyin uyarılarıyla tedavi ediliyor


Tübingen Üniversitesi bilim adamları ‘Tinnitus’ hastalarındaki kulak çınlamasını, beyin uyarılarıyla tedavi etmeyi başardılar. Yeni terapiler için umut olan sonuç, aynı zamanda çınlamanın kulakta değil beyinde oluştuğuna dayanan tezi de kanıtlamakta. Konuyla ilgili rapor ‘Annals of Neurology’ dergisinde yayımlandı. Beyin araştırmacısı Christian Gerloff,15 Tinnitus hastasının ‘temporoparietal korteksini’ (sol beyin yarısında) etkisizleştirebilmek için, manyetik alanla, belli bir beyin bölgesindeki sinir hücrelerinin çalışmasını engelleyen bir yöntemden yararlanmış. Sekiz hastada çınlamalar önemli ölçüde azalmış. Gerloff’a göre araştırma sonucu kulak çınlamasının, bloke edilen beyin bölgesinin etkisiyle oluştuğunu göstermekte. Bir hastada kulak çınlamasının artmış olmasını ise bilim adamı, bazı Tinnitus hastalarında söz konusu beyin bölgesinin diğer hastalıklardan da sorumlu olabileceğiyle açıklamakta. Fakat araştırmacı yine de geliştirilmiş beyin uyarı yöntemlerle ağır Tinnitus hastalarının tedavi edilebileceğine inanıyor.


Çin duvarı, Çin’den daha eski

Çin duvarını gözden kaçırmak imkansızdır. Astronotlar uzaydan dünyaya baktıklarında 6000km uzunluğundaki Çin seddini çıplak gözle bile görebiliyorlar. Ama buna rağmen küçük bir kısmı henüz yeni keşfedildi. Duvarın 800km’lik bir kısmı orta Çin’deki Henan eyaletinde uzanmakta. Arkeolog Xiao Luyang tarafından İ.Ö.700’e tarihlenen yeni bölüm, Çin seddi tarihini değiştirecek gibi. Çin seddinin bugüne değin imparator Qin Shi Huandi döneminde İ.Ö.3.yy’da yaptırıldığı biliniyordu. Fakat tarihin geri alınması durumunda, duvar Zhou hanedanına mal edilmiş olacak. Çin, o tarihlerde birbirlerine düşman çok sayıda krallıklardan oluşuyordu. Araştırmacılar buradan yola çıkarak buna benzer başka duvarların da bulunabileceğini tahmin ediyorlar.


Hasta kalp kendi kendisini onarıyor


Diğer omurgalıların aksine birkaç santim boyundaki ‘Danio rerio’ balığı (sazan familyasından) hiçbir iz bırakmadan yeni kalp dokusun yenileyebiliyor. Bulgunun kalp hastalarında yol gösterici olması bekleniyor. Basit yapıları nedeniyle bu minik balıklar en az sirkesineği, kurtçuk ve yabani ot kadar sevilen bir araştırma objesidir. İşaretli kısım ameliyatla alınmış 60 gün sonra yenilenen kalp görünür kıldığından organların gelişimini izlemek için gayet elverişlidir. Bu balıkların, omurga, ağtabaka ve yüzgeçlerindeki hastalıkları kendi kendilerine iyileştirdikleri daha önce de biliniyordu.

Ancak Boston Çocuk Hastanesi’nden Mark Keating’in Science dergisindeki makalesine göre, balık kalbini de yenileyebiliyor. Araştırmacı balığın kalp kaslarından %20’lik bir bölümünü aldıktan sadece bir hafta sonra eski sağlığına kavuştuğunu gördü. Balığın kalbi operasyondan 60 gün sonra da tekrar eski biçimine ve boyutuna kavuşmuş ve tüm işlevlerini yerine getirmeye başlamıştı. Ayrıntılı incelemeler sonucunda iyileşmenin halihazırdaki kas hücrelerinin çoğaltılmasıyla değil tamamen yeni hücrelerin üretilmesiyle sağlandığı anlaşıldı. Üstelik yenileme sürecine bağlı herhangi bir iz de kalmamıştı. İkinci bir aşamada şimdi bu onarımdan hangi genlerin sorumlu olduğu araştırılacak. İnsan ve balık genetik açıdan birbirine benzediğinden araştırmacılar gelecekte enfarktüs hastalarının yeni doku üretilerek tedavi edilmesi yerine onarım sürecinin uygulanabileceğini umuyorlar.


Çinliler uzaya gitmeye hazırlanıyor

Çin haber ajansı Xinhua’dan yapılan açıklamalara göre ‘Shenzhou 2’ uzay aracı fırlatılışından on dakika sonra istenilen yörüngeye ulaştı. Parlamento başkanı Li Peng, fırlatışın başarılıyla tamamlanmasını ‘Çin teknolojisi, mürettebatlı uzay uçuşlarını gerçekleştirebilecek kadar gelişmiştir’ şeklinde yorumlarken, Xinhua da ‘Shenzhou IV’ uzay aracının ilk mürettebatlı uzay yolculuğunun yolunu açacağını bildirdi. Astronotlar uzay kapsülünde ilk denemelerini başarıyla tamamlarken, daha önceki üç uzay misyonu da mürettebatlı yolculuk için gerekli fonksiyon ve veri testinden geçmişti. Son uzay aracında, astronotların ihtiyacı olan tüm sistemler mevcut. Bilim adamlarının tahminlerine göre ilk Çinli astronotlar 2003 yılında uzaya gidebilirler. Çinlilerin uzay kapsülleri Rusların Sojus Kapsüllerinin tekniğine göre üretilmekte.


Değişim yılları belirtileri erkekte de ortaya çıkıyor


Değişim yılları ve buna bağlı sıkıntıların bugüne değin yalnızca kadınları özgü olduğu sanılıyordu. Oysa Linköping Üniversitesi (İsveç) araştırmacılarından Anna-Clara Spetz’in son çalışması erkeklerin de düşük hormon seviyesi yüzünden sıkıntı çektiklerini gösterdi. Bilim kadınının sonucu 55 yaş üstü 1800 erkekten almış olduğu yanıtlara dayanmakta. Araştırmaya katılan erkeklerin üçte birisi, ateş basması ve terleme gibi tipik değişim yılları belirtileri yaşadıklarını ve bu durumun kendilerine rahatsızlık verdiğini söylemişler. Araştırma, bu yakınmaların doğrudan doğruya erkeklik hormonundaki azalmaya bağlı olduğunu gösteriyor diyor Spetz.


İlk kopya bebek doğdu mu?

İlk kopya bebeğin doğduğu açıklaması karşısında, bilim dünyası bir bekleyiş içine girdi. Bilindiği gibi Realian tarikatına bağlı Cloneid şiriketinin patronu Brigitte Boisselier, ilk kopya bebeğin dünyaya geldiğini açıklamıştı. 26 Aralık Perşembe günü sezaryenle doğduğu ve annesinin genetik kopyası olduğu belirtilenbebeğin cinsiyeti kız.

Boisselier, ilk kez Aralık ayının başında 30 yaşındaki bir kadının kopya bebek doğuracağını bildirmişti. Birçok uzmanın

Clonaid şirketinin kopya bebek üretebileceğinden kuşku duyması nedeniyle bir şirket sözcüsü anne ve bebeğe ait DNA’ların bağımsız bir araştırmacı heyeti tarafından kontrol edilebileceğini söyledi. Clonaid şirketi dışında Amerikalı doktor Panos Zavos ve İtalyan jinekolog Severino Antinori de ilk kopya bebek üzerinde çalıştıklarını açıklamışlardı. Antinori, Kasım ayında, ilk kopya bebeğin Ocak 2003’te doğacağını bildirmişti.

Clonaid şirketinin patronu kimyacı Boisselier (46) kopyalama yönteminin yaşamı sonsuz kılacağına inanan Realian tarikatının bir üyesi. Realian yanlılarına göre dünyadaki canlılar 25 000 yıl önce dünyaya gelen uzaylıların ölü maddeyi kopyalamalarıyla yaratılmıştı. 55 000 üyesi bulunan tarikat, 1973 yılında ‘Real’ adıyla anılan Fransız Claude Vorilhon tarafından kurulmuştu. Yetmişli yıllarda uzaylılar tarafından ziyaret edildiğini iddia eden Vorilhon, 1997 yılında da Clonaid şirketini kurdu.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!