Mevlâna ve imaj

Güncelleme Tarihi:

Mevlâna ve imaj
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 31, 2004 13:30

Sizi bilmiyorum ama, tek cümleye sığdırılmış dünya görüşlerine tapıyorum ben. Olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol cümlesinin de gelmiş geçmiş en özlü söz olduğuna inanıyorum. Bu önemli sözü en az bin kere duymuş olmak, onu içselleştirdiğimiz anlamına gelmiyor. Çünkü, Mevlâna’ya sahip çıkmak adına şenlikler düzenlemekle olmuyor. Kliplerde semazen kullanmakla da...

Haberin Devamı

İmaj teorisi, farklı farklı yerlere sürüklendi yıllar boyu. Öyle ki, guru mertebesindeki imaj uzmanlarının bile kafası inanılmaz derecede karışık şu an. Ben de bu konuya kafayı fazla takıp, fazla okumanın etkisiyle bu kafa karışıklığından nasibimi aldım. Ta ki, Fransız bir arkadaşımla aramızda geçen konuşma bana Mevlâna’yı keşfettirene kadar.

 

3 Kasım seçimlerinden hemen sonraki haftaydı. Benim, sonuçlarını değiştirmemin mümkün görünmediği her olayda olduğu gibi çekimser kalıp oy kullanmadığım seçimler yeni atlatılmıştı. Sonuçlar neticesinde çok endişeliydik hepimiz. Öyle ya, uluslararası platformda karizmamız çizilmişti. Bu modern ülkeyi, Kasımpaşalı, eşinin başı örtülü bir Başbakan temsil edecekti. Durum feciydi.

Haberin Devamı

 

Bir akşam, Türkiye aşığı stratejist bir Fransız arkadaşımla havadan sudan konulara getirmişti sohbetimiz bizi. Ben, konu seçimlere gelmesin diye fıkralar, komik anekdotlar, ilginç bilgiler arşivimi dökmüştüm o gece ortaya. Ama nafile! Konu döndü, dolaştı ve nihayet Tayyip Bey’e geldi. Ben bir kamyon lâf işiteceğimi biliyordum ve “Birkaç cümlede ülke gavurlar nezdinde ülke imajları nasıl değiştirilir?” diye planlar yapmaya başlamıştım ki, arkadaşım “Türkiye adına çok mutluyum. Bu seçimler, Türkiye’ye Avrupa’nın kapısını açacak” dedi.

 

Döndüm ve “Sen ne diyorsun?” dedim. Şoka uğramıştım. Bunu söyleyen insanın iki özelliği yüzünden duyduklarım dehşet verici bir boyuta kazanıyordu. Birincisi, bu yorumun sahibinin fikirleri yüz binlerce Euro ediyordu günlük hayatta. İkinci özelliği de Türkiye’yi gerçekten çok seviyordu. Paris’ten İstanbul’a tayinini istemişti bağlı bulunduğu şirketten. Bunları gıcıklığından söylüyor olamazdı.

 

Arkadaşım, Fransız İngilizcesiyle anlatmaya başladı. Ben de kaynar suyla duş almaya...

Haberin Devamı

 

“buRAK, işte siz şimdi kendiniz oldunuz! İlk defa bu kadar samimisiniz. Tayyip Erdoğan görmek istemediğiniz tarafınızı temsil ediyor ama inan bana Avrupa çok derin bir nefes aldı. Türkiye olduğu gibi görünme yolunu seçti çünkü!” dedi.

 

Kabul eder miyim? Anlı ve şanlı bir biçimde direndim kendisine. “Sen, Türkiye’yi seven ve de bir imaj uzmanı olarak Buckingham Sarayı’nda verilecek bir davette Türk kadınını başörtülü bir hanımın temsil etmesine nasıl iyi oldu dersin?” dedim.

 

Evet, ikinci tokadı yedim bu laf yüzünden. Bunun üzerine bana "O hanım neden başörtüsü takıyor biliyor musun?" dedi. Ben "Hayır! Neden takıyormuş? Sana ne söyledi?" diyince arkadaşım şunu söyledi:

Haberin Devamı

— Başörtüsü takıyor çünkü Türkiye’de milyonlarca kadın başörtüsü takıyor!

 

Başörtüsü ile türbanın farkını anlatayım diye düşündüm ama sonra vazgeçtim. İşin içinde üçüncü tokadı yemek de vardı! Anlaşılan onların zihninde, ikisi arasında bir fark yoktu. Konu çok netti.

 

Avrupa, başörtülü Türkiye'yi maskeli Türkiye'ye tercih ediyordu. Birçok konuda -mış gibi yapmamız onları çok tedirgin ediyordu. Samimiyet, arkadaşımın söylediğine göre bu ilişkinin ilacı olacaktı.

 

Sevgili okuyanlar,

1 senedir bekliyorum bu yazıyı yazmak için. 1 sene boyunca dış dünyanın bize olan yaklaşımlarında olumlu bir değişiklik bekliyordum. O zaman Fransız arkadaşımın olaylara fransız kalmadığını ve haklı olduğunu anlayacaktım.

Haberin Devamı

 

Arkadaşımın haklı olduğunu Tayyip Erdoğan'ın G8 Zirvesi'ne katılacağı haberi okuyunca anladım ve sizinle paylaşmaya karar verdim. Başbakan’a oy verenler bile böyle bir gelişmeyi rüyasında bile görmemişti, buna eminim.

Bizler, sabahları yatağının batı tarafından kalkanlar için acı ama gerçek bir olay var ortada:

 

Dış gezilere, başörtülü eşiyle giden bir başbakanımız var bizim. Ve bu insan, bugüne kadar hiç bir Türk başbakanının görmediği yoğunlukta ilgi görüyor dünyada.

 

Farkında mısınız bilmiyorum.

Bu bir itiraf yazısı!

 

Ülkemiz kurtuldu, artık herşey çok güzel olacak demiyorum elbet. Ancak, şurası kesin ki olduğumuz gibi görünmeye başladık. Ve bu durum lehimize sonuçlar veriyor.

Haberin Devamı

 

"Bir ülkenin %35’i, %65’ini nasıl temsil edebilir. Başörtülü milyonlarca kadın var. Ama başı açık milyonlarca kadın da var" diyebilirsiniz.

 

Peki, arkadaşlar siz şu sözü bilir misiniz?

Zincirin gücü, en zayıf halkası kadardır!

 

Başörtüsü takmayı zayıflık olarak adlandırmıyorum. Yanlış anlaşılmasın. Bu lafı değiştiriyorum bu yüzden:

Zincirin prestiji, en muhafazakâr halkası kadardır!

 

Dışarıdan algılanışımız böyle. Beğenelim ya da beğenmeyelim. Bir dünya güzelimiz var diye ve onu ülkemizin tanıtım filmlerinde oynatıyoruz diye, dünyaya "Her Türk kadını, birer Azrâ Akın'dır" dedirtebileceğimizi sanmak, yanlıştan da öte budalalık!

 

Mevlâna yani Anadolu, yüzlerce yıl önce cilalı imaj felsefesini çürütmüş. Yüzlerce yıl sonra "okumuş" bizler, imaj sendromundan kurtaramıyoruz ne yazık ki kendimizi. Oysa, Anadolu noktayı çook önceleri koymuş. Ya biz? İmaj hadisesinin imajı bile yanlış bizde! Nasıl algılandığımıza gereğinden fazla takıyoruz kafayı. Olduğun gibi görünme!'cilerden tut... Olmadığın gibi görün'cülere... Görmek istediğin gibi oldur'culara kadar her çeşit var bizde...

 

Kabul edelim. Olduğumuz ya da algılandığımız kimliği sahiplenecek olgunlukta pek değiliz biz. Olsaydık, bu derece imaj budalası olmazdık.

 

Siz hiç ülkesinin adının Türkçe karşılığını polemik konusu yapan bir Hindu gördünüz mü? "Benim ülkemin vatandaşlarına yılbaşı sofralarının vazgeçilmez beyaz eti diyemezsiniz. Lütfen bize Hindistan demeyiniz!" diyen bir Hindu ile karşılaştınız mı? Karşılaşamazsınız çünkü onlar dünyanın bilişim ve teknoloji merkezi olmakla meşguller şu an.

 

Bir de bize bakın... Hatırlarsınız bundan 3-5 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti Turizm Bakanlığı, ülkemizin İngilizce karşılığını Turkiye olarak değiştirmeye kalkışmıştı! Hedef, bir İngilizin diğer bir İngiliz'e "Let's go to Turkey" dediğinde diğer İngilizin "No no! Let's go to Turkiye!" diye arkadaşını düzeltmesi hedefleniyordu! Sonuç elbette hüsrandı. Neyse ki bu kampanya hiç ciddiye alınmadı da dünya iletişim saçmalıkları literatürüne 1 numaradan girmedik.

 

Yahu ne olur Turkey İngilizce hindi demekse? Okul yıllarında da böyle değil miydi? Bize yapılan bir esprinin bizi kızdırdığı anlaşılınca iyice üzerimize gelinmez miydi?

 

Sen gergin bir suratla "Bana Turkey deme ulan!" dersen, İngiliz gazeteleri de senin milli takımını yendikten sonra Hindiyi kızarttık der. Ne yani? Bizim gazetelerimiz de "Mısır'ı patlattık" diyip, koskoca firavun soyuna Patlamış Mısır Uygarlığı muamelesi yapmıyor mu?

 

Ben Turizm Bakanı olsaydım, hindiyi tanıtım maskotu yapardım. "Kendimle ben dalga geçersem, başkalarında benimle dalga geçecek motivasyon bırakmam" derdim. Üstüne üstüne giderdim. Çünkü, olmadığın gibi görünebileceğini düşünmek bir ütopya. Yok, yok ütopya sözü az gelir, gerzeklik!

 

Eğer, böyle bir şeyin şu hayatta mümkün olabileceğine inananlarınız halâ varsa, onlardan ricam bundan sonra bana buRAK değil Brad Pitt demeleridir. Birşeyi kırk kere söylersen olurmuş ya! Deneyelim görelim, haftaya sağ üst köşedeki şu fotoğraf değişir bakarsınız...

 

buRAK özDEMİR burak@strategica.gen.tr

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!