Güncelleme Tarihi:
AVUSTRALYA'da kuşlarla insanlar adeta birlikte yaşıyor, alışveriş merkezlerindeki pasajların içerisinde güvercinler ve papağanlar uçuşuyor. İnsanlarla o kadar iç içe olmuşlar ki yemek yerken neredeyse tabağın içine girecekler!. Kuş avcılığını tamemen yasaklamışlar, ördek kaz gibi geçit hayvanlarının avı dahi yasak.
Kanguru, yabani deve avcılığı konulan limitler dahilinde yapılıyor. Eminim ki deve avı tuhafınıza gitmiştir!. Evet bildiğimiz kinci deveden bahsediyorum. Söylediklerine göre en değerli saf kan yabani atlar ve develer çöllerde yuvalanmışlar, bunları canlı yakalayıp Arap ülkelerine satanlar olduğu gibi vuranlar da varmış!
Kanguruların çoğalmalarını dengeleyelim derken, tavşanları ihmal etmiş olmalılar ki, şimdi başlarına en ciddi belayı sarmışlar. Adetlerini milyonlarla ifade ediyorlar. Avcılığı da yapılmayınca, öyle üremişler ki, bütün doğayı ve bahçeleri eşeleyip delişdeşik etmişler. Bu nedenle Avustralya'da çok rağbette olan yeşil alanlarda atla gezintiyi yasaklamışlar. Çünkü tavşanların açtığı çukurlarda tökezleyen çok kıymatli İngiliz atlarının ayakları kırılıyormuş. Her çareye başvurulmuş sonuçta zehirlemeye karar vermişler. Şimdi her tarafa zehiri saçıp katliam yapıyorlar. Bu duruma çevreciler isyan ediyor ama başka çareleri yok atları da feda edemiyorlar.
YARDIM İSTESİNLER!
Aklıma bizim avcılar geldi bu konuda. Türkiye'den yardım isteseler fazla değil, bir sene içinde hayvanat bahçesinde çocuklarına gösterecekleri tavşan dahi bulamazlar!..
Yazımın başlığını okuyunca aklınıza televizyon dizisindeki Memoli, ya da hangi yılanın kuyruğuna bastığım gelmiştir.! Ama bu acıttığım kel yılanın kuyruğu dahil, başka yılan hikayesi. Avustralya'da çevreyi betonlaştırmamak için, bahçe sınırlarına duvar yapılması yasaklanmış. Tahtadan ya da taşınabilir duvarları tercih ediyorlar. Bu nedenle kalın tel kafesler içine doldurdukları taş parçalarını dik dörtgen şeklinde sınır yapmak istedikleri yerlere getirip vinçlerle sıralıyorlar. İşlevi bitince de alıp götürüyorlar.
Bu şekilde atış poligonuna çekilmiş portatif taş duvarın üzerine oturmuş yorgunluk atıyordum. Aşağıya doğru sarkıttığım ayaklarıma yakın bir taş kovuğundan koca bir yılan kafasını uzatmaz mı! (tatlı dilimden olsa gerek!) Hiç korkmadım. Zira yılanlara şerbetliyim. Etraftaki ilgilileri uyarmamla birlikte çevreyi bir telaş sardı. Duvar şeritlerle yaklaşılması yasak ilan edildi ve başına 3 de polis dikildi. Çevreye toplanan halka ara sıra yılan merhaba dercesine kafayı uzatıyor, tekrar taşların içine çekiyordu.
Bu bekleyiş tam üç gün sürdü. Sonunda yılan insanlardan bir zarar gelmeyeceğini anlamış olmalı, süzülerek dışarı çıkıp çimenlerin üzerine uzandı. Beyaz önlüklü özel yılan tutucu geldi, bir çatal çubukla kafasını sıkıştırdı, kuyruğundan başına doğru şevkatle sıvazlayıp, boynundan yakaladığı gibi özel kafesin içine koydu. Adamın yanına sokulup ne yapacaklarını sordum. Önce üzerindeki şoku atmasını temin edeceğiz, sonra da doğal mekanına salacağız dedi. Parmağıyla 100 metre ilerideki bir yeşilliği gösterdi. Bu olay bana dokunmayan yılan 1000 yıl yaşasın özdeyişini hatırlattı!.