Mahalle maçları yokoldu

Güncelleme Tarihi:

Mahalle maçları yokoldu
Oluşturulma Tarihi: Şubat 08, 1998 00:00

Haberin Devamı

Türkiye'de neden kaleci yetişmiyor? Kaleler mi büyüdü, yoksa kaleciler mi küçüldü? Çok iyi hatırlıyorum. 1949 yılında rahmetli Erdoğan Atlıoğlu'nun arkasında yedek kaleciydim. 1932 doğumlu olduğuma göre, demek ki, yaşım 17... Galatasaray, Avusturya takımı Rapid'le oynuyordu. O zamanlar Avrupa kupası maçları yoktu. Özellikle Avusturya'dan her hafta bir takım gelirdi. Tabii, İngiltere'den de, Macaristan'dan da... Televizyon hak getire. Sadece maçları radyolardan dinleyebiliyoruz. Spor gazeteleri de yok. Spor sayfaları derseniz, o hepten yok. Nedenini bilmiyorum ama gazeteler pek spor sayfalarına itibar etmezlerdi. Neyse, bu konuya sonra döneceğiz.

İnönü Stadı'nın bozulmuş zemininde son yarım saat oynanıyordu. Rapid de 4-0 öndeydi. Birden yanıma Galatasaray'ın büyük futbolcusu, unutulmayacak futbolcularından biri olan Bülent Eken geldi. Ufak bir sakatlığı vardı hatırladığım kadarınca... Beni, elimden tuttu. Deniz tarafındaki Galatasaray kalesine doğru, numaralı tribünlerin önünden yürüyerek götürmeye başladı. Dizlerim titriyordu. Hani, kaçmak imkanım olsa, Bülent Eken'in elinden kurtulup, kendimi stadın dışına atacaktım ama olmadı.

Erdoğan Atlıoğlu ağabeyim, bana Galatasaray kalesini teslim ederken ilk kez Galatasaray kalesinde oynayacaktım. ‘‘Korkma Turgay’’ dedi ve ekledi: ‘‘Yüreğinle oyna, yeter’’. Kaleye geçtim, tribünler şaşırmıştı. Gencecik bir çocuk Galatasaray kalesindeydi. Herhalde, ‘‘Ne işi var bunun?’’ diye aralarında da konuşmuş olmalılar. Tribünler doluydu, kulaklarım uğulduyordu. Hiçbir şey göremez oldum. Sadece gözüm toptaydı...

Yetişecek kalecilere öğüdüm

Beni yetiştiren ve bana büyük emek veren Necdet Erdem ağabeyim bana şunu öğütlemişti: ‘‘Top tribüne de gitse, sakın gözünü toptan ayırma.’’ İşte ben de bu öğütü dinledim. O gün başladım, 20 senelik kalecilik hayatımda hiç vazgeçmedim. Ve hep faydasını gördüm.

Şimdi yetişecek ve halen Türk kalelerinde oynayan tüm kalecilere öğüdüm şu: ‘‘Gözünüzü asla toptan ayırmayın.’’ Evet, dönelim Rapid maçımıza... Ben, inanılmaz kurtarışlar yaptım. Yan toplarda sanki beni ileri doğru itiyordu. Çıkıp, Rapidli forvetlerden önce topa müdahale ediyordum. Ve yarım saat bana bir asır gibi geçti ama gol yemedim. Maç, 4-0 bitti. Benim de Galatasaray kalesine girmem ve hala iftiharla evimde sakladığım o günkü formam 20 yıl sırtımdan hiç çıkmadı. Tabii, bu arada sakatlıklar da geçirdim. Romanya milli maçında kaburgalarım kırıldı. O zamanlar oyuncu değiştirmek yoktu. Kaleye Can Bartu geçti. Bir kez de kolum kırıldı. İzmir'de Karşıyaka maçı oynuyorduk, 4-0 mağluptuk. Şimdiki futbolseverler hatırlamaz. Alsancak Stadı'nın zemini kömür tozu idi. Orada oynadığımız her maçtan sonra cımbızla masörümüz Yorgo Tagar adeta ufak bir operasyon yaparcasına bu kömür parçalarını etimden çekip çıkarırdı. Canım ne kadar yanardı bilir misiniz, anlatamam... Kolum o maçta kırıldı. Rahmetli Gündüz Kılıç ağabeyime ‘‘kaç dakika var?’’ diye soracaktım ki, birden kendimi havada ve sonra yerde buldum. Kolum kırılmıştı. Bunları niçin anlattım. 20 senelik kalecilik hayatımda, geçirdiğim sakatlıklardan dolayı oynamadığım 10 aylık bir süre olduğu için. Ben ve benim gibiler mahalle aralarındaki arsalardan yetiştik... Osmanbey'de oturuyorduk. Şair Nigar sokağındaydı evimiz. Belki güleceksiniz ama şimdi geçen otomobillerden bu sokakta karşıdan karşıya bir insan zor yürüyor. Ama o zamanlar 15 dakikada bir otomobil geçerdi. Biz de kaleleri sokağa kurar ve oynardık.

Türkiye'de futbolcu ve kaleci yetişmemesinin birinci nedeni, mahalle aralarındaki semt sahalarının yerini gökdelenlerin almasıdır. Mahalle takımlarımız vardı. Bizim takımın adı da Sarı Yıldız idi. Ben, Galatasaray genç takımında ve Galatasaray A takımında kaleci oynardım ama Sarı Yıldız'ın da santrforu idim. Bayağı güzel goller atardım. Kalecimiz de Şükrü Ersoy idi. Haa, gelelim benim 20 senelik futbol hayatımdaki kalecilere...

Ben, Erdoğan ve Osman ağabeylerden Galatasaray kalesini 1950 yılında teslim aldıktan sonra Türk futbolunun bir başka dev kalecisi Cihat Arman Fenerbahçe kalesini genç Şükrü'ye teslim etmişti. Şükrü, Vefa'da oynuyordu. Ama müthiş refleksi olan bir kaleciydi. Ve benim de en büyük rakibimdi. Daha sonra tabii, pek çok rakibim oldu. Size bir şey söyleyeyim mi... İster inanın ister inanmayın. Ben, toplu çalışma bittikten sonra, iyi topa vuran bir takım arkadaşımı karşıma alır, bir saat, bazen daha fazla şut attırırdım. Ali Sami Yen'in toprak ve balçık zemininde yerden yere atardım kendimi... İnanıyorum ki, o devrin kaleci arkadaşlarımın hepsi bu sıkıntıyı yaşamışlardır.

Bugünün starları

Şimdiki genç kaleci kuşağımızın zümrüt gibi çimen çalışma sahaları var. Eldivenleri var, eşofmanları var. Defilede giyilebilecek giyim kuşamları var. Bazen kendi kendime sorarım, acaba aynı özverili çalışmayı bu modern imkanlarla yapan kalecilerimiz var mı? Bilemem... Bir kalecinin bir maçta eline gelen topun zaman süresi, bir ila birbuçuk dakikadır. Yani, doksan dakikalık futbol oyununda kaleci bir, birbuçuk dakika oyunun içindedir. Bu nedenle, kalecilerin alışkanlık sağlamaları idmanlarda olur. Tekrar tekrar yan toplara çalışmalıdır. Bugün modern futbolda, uzak mesafeden atılan goller çok azdır. Parmakla sayılacak kadardır... Bir kaleci eğer zaman ayarını fevkalade yapabiliyorsa, her yan ortaya çıkıp müdahale edebiliyorsa, işte benim ölçülerimde kaleci odur.

Türkiye'deki bugünkü kaleci enflasyonunu kulüp yöneticileri gerçekleştirmiştir. Yetiştirmek, şans vermek yerine yabancı kaleci yıllardır ithal edilmektedir. Örnekleri de çoktur. Son örnek, Mrmiç ve Fevzi'dir. Fevzi benim çok beğendiğim bir kalecidir. Beşiktaş kalesinde devamlı oynasın, Rüştü ile milli takım kalesinde çekişir. Rüştü, son zamanların yetiştirdiği bir kalecinin her türlü özelliğini üstünde toplayan bir isimdir. Tek eksiği, kendine çok fazla güvenmesidir. Güvenmek güzel şeydir. Ama fazlası her sporcuya zarar vermiştir.

Bir kaleci eğer zaman ayarını fevkalade yapabiliyorsa, her yan ortaya çıkıp müdahale edebiliyorsa, işte benim ölçülerimde kaleci odur.

Genç kaleci kuşağımızın zümrüt gibi çimen çalışma sahaları var. Eldivenleri var, eşofmanları var. Defilede giyilebilecek giyim kuşamları var. Bazen kendi kendime sorarım, acaba aynı özverili çalışmayı bu modern imkanlarla yapan kalecilerimiz var mı? Bilemem.

Yabancı kaleci hiç olmadı

Benim 20 yıllık dönemimde yabancı kaleci yoktu. Şimdi sayacaklarım o zamanın sayılı bir kaç kalecisidir. Onların yanında ve arkasında daha niceleri vardı, sıra beklerlerdi. Özcan Arkoç... Onu Avrupa'ya ihraç ettik. Şükrü Ersoy... Onu da öyle. Avusturya'da oynadı. Ben, Arjantin'e gittim. Galatasaray astronomik bir rakam istedi, geri döndüm. Arkamda Bülent Gürbüz ve Yüksel Alkan vardı. Her ikisi de beni çok zorlamışlardır. Onlarla adeta savaşmışımdır. İstanbulsporlu Yılmaz, Göztepeli Ali, Beşiktaşlı Varol, Necmi ve Sabri, Fenerbahçeli Selahattin, Adaletli Ömer, İzmirsporlu Seyfi, İstanbulsporlu Sabih... Ve daha yazmakla bitmeyecek, oynama fırsatı bulamadığı için nice kaleciler.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!