Oluşturulma Tarihi: Aralık 01, 2002 00:00
KUŞ uçtu. Üstelik de, bu defa tam uçtu.Gitti gider dahi gider, kanat çırptığı ufuklardan yuvaya bir daha hiç dönmeyecek.Kızımı kastediyorum...*HANIMEFENDİLERİ zaten üç sene önce annesinden ayrılıp sevgilisiyle birlikte ikamet etmeye başlamıştı ama, şimdi artık hem şehir, hem de ülke değiştiriyor.Eh, mezuniyet filmini bitirip tezimizi de jüri önünde savunduktan sonra yaldızlı diplomayı 'iftihar' mührüyle aldık ya, artık kocaman bir 's-i-n-e-m-a-c-ı' sıfatı taşıyoruz.İdealimizdeki hedef tabii ki kameranın arkasına geçip önce belgesel, ardından da kurgu yapıtlar üreterek ismimizi 'beyaz perde tarihine' yazdırmaktır.Fakat, oraya kadar daha çok fırın ekmek
yemek gerekiyor.Henüz meslekte ite kaka emeklemek, piyasada zar zor tutunmak ve de bilhassa, peder parası olmadan ve maddeten hafif hafif kendi ayaklarımızın üzerinde durmak çağındayız.Peyderpey ve günü birliğine, falanca stüdyoda üçüncü asistanlık, filanca platoda 'script girl'lük, fişmekan masada montajcılık çıksa, balıklama üzerine atlayacağız.Atlayacağız da, hani nerede?Malum, zaten bu sinema - tiyatro - televizyon branşında ekmek kapanın elinde kalıyor ve her halükarda da köprü başlarını hanidir aç kurtlar tutmuş.Bırakın şiş göbek prodüktörlerin öyle akademiden yeni bitme toy kızcağızlara 'buyur, bildiğin gibi çek' diye açık çek imzalamasını, beş saniyelik bir reklam filminde beş saniye merceğe göz dayayabilmek için bile büyük mucize gerekir.Tek çare, şansını, söz konusu piyasanın mümkün mertebe geniş olduğu mekan ve diyarlarda denemek!*KIZIM da buna karar vermiş ki, telefonda resmen 'tebliğ etti'.'Baba' dedi, 'sevgilimle birlikte vardığımız sonuç, mesleğimizde bir şeyler yapabilmemiz için buradan tası tarağı toplayıp Paris'e yerleşmek oldu. İnanılmayacak tesadüf eseri de orada hemen stüdyo bulduk, işte sana eyvallah, gidiyorum'.Akan sular durur, ne cevap vereyim ki? Ne cevap verebilirim ki?Nutkum tutuldu ve 'bir de başbaşa konuşalım, hadi hayırlısı' diye ahizeyi kapattım.Kapattım ve de tabii anında, artık konuşulacak hiçbir şeyin kalmadığını anladım.Kuş zaten yuvadan uçmuştu da, başta dediğim gibi, işte şimdi de hiç dönmeyeceği ufuklara uçuyor.*UÇACAK tabii... Artık o da çeyrek yüzyılı devirdiğine göre, geç bile kaldı sayılır.Yuvadan başka ufuklara çoktaan kanat çırpmış olmak ne kelime, deli babası onun yaşındayken hem o yuvaya nankör gaga vurmuştu, hem de gittiği yerleri gizli tutmuştu.Allah'ı var, pederine oranla inanılmaz derecede 'uslu' (!) bir ergenlik ve ilk gençlik çağı yaşayan kerimem, her şey hale yola girdikten sonra ve suyun doğal mecrasına uyarak hayata atılıyor.Madem ki mesleki gerekçeler öyle gerektiriyor, Paris'e de gider, Hollywood'a da gider, Patagonya'ya da gider...Babası buna ilişkin olarak tek şöyleyemez ve ona ancak bok yemek düşer.*MEŞRU hakkıdır, gidecek, uçaçak ve inşallah en zirvede kanat çırpacak ama, ne de olsa yavrusunu Zümrüd-ü Anka kuşu addeden kuzgun babayım, içimde acılar cız etti.Şimdi koskoca bir sinemacı olarak hayata atılan kızımın annesinin karnından forsepsle çıkan o saçsız ve minik vücudu; lök gibi doldurduğu altını değiştirirken, öğürmemek için burnuma soktuğum kolonyalı pamuk tamponlar; anamektebine, ilkokula, liseye başladığı referans günler; buluğ çağı krizleri sırasında yaptığı haytalıklar; giyim tarzında, müzik zevkinde, estetik gustoda yaşadığı evrim süreçleri, hepsi bir bir, ne O'nun, ne de dünyanın en usta sinemacısının asla karelere düşemeyeceği bir
film şeridi olarak gözümün önünden aktı.Sonra birden kendimi toparladım ve 'sevgilini de al, bu akşam yemeğe davetlimsiniz' diye kerimeme hemen telefon açtım.Onların da çok sevdiği bir lokantada randevulaştık.*BEN, aradaki yaş farkı kızıma benden daha yakın olan bir refakatçiyle birlikte lokantaya vardığımda, kızım ve sevgilisi masaya oturmuşlar ve aperitiflerini ısmarlamışlardı.Önce o yeni refakatçiden dolayı çok hafif ve çok anlık bir sessizlik olduysa da, sonra birden muazzam bir sevgi kucaklaşması yaşadık. Haniyse bütün müşteriler bize baktı.Ardından, bütün yemek boyunca, inanın, 'neden gidiyorsun, illa gerekli mi, burada bir şey yapılamaz mı' türünden soruları çağrıştıracak tek bir kelime dahi etmedim.Neden edecek mişim ki? Baba olmam bana böyle bir hak ve salahiyeti vermez ki...Sadece, oraya taşınırken neleri alıp, neleri bırakacaklarına; hangi kitap ve eşyaları bende, hangilerini annesinde istifleyeceklerine; yerleştiklerinde ne tür zorluklarla karşılaşabileceklerine; ilk aylarda kira ve geçim parasını nereden bulacaklarına dair pratik şeylerden konuştuk.Tabii bu mesele gündeme geldiğinde de, kuzgun baba Zümrüd-ü Anka yavrusuna, masanın altından ve genç refakatçisine çaktırmayarak, bir şeyler uzatıverdi.*SONRA, şen şakrak yemek bitti ve hepimiz yağmurlu geceye çıktık. Ayrılıyoruz.Onlar Paris'e hemen gideceklerinden, bir daha bu kadar uzun görüşeceğimiz şüpheli...Önce, gerçekten çok sevdiğim oğlanı öptüm ve 'kızıma mukayyit ol, bundan böyle sana emanet' dedim.Ardından kızımı uzun, upuzun, çok uzun kucakladım ve sadecene şunu söyledim:'Uç kuşum, uç! En yükseklere ve en uzaklara uç!''Başka hiç şey demeden, hemen ve aniden, refakatçimle birlikte, kızımınkinden farklı olan ve de olması gereken yakın, bildik ve kolay yağmurlara saptım.
button