Güncelleme Tarihi:
DOĞUŞTAN LEICESTER’LI
LEICESTER’ın öyküsünü anlatan gazeteci William Armstrong, Leicester’ın merkezinde, eski püskü Filbert Street Stadı’na bakan bir hastanede doğdu. Yıllarca elinde tuttuğu kombine ona çok az zafer duygusu, bolca ligde kalma öyküsü yaşattı. Geçen hafta muhtemel şampiyonun evine gittiğinde, şehir nefesini tutmuş vaziyetteydi. Leicester’ın öyküsünü bir de vefakâr, cefakâr bir taraftardan dinleyin.
****
Bu iş oldu sayılır. Geriye üç maç kaldı ve “küçük balık” denen takımımız Leicester City yedi puanlık açık farkla Premier Lig’in tepesinde. Pazar günü Old Trafford’da Manchester United deplasmanına çıkacağız, kazanırsak şampiyonluğu alıp tarih kitaplarına geçeceğiz.
Bizim için gerçek ötesi bir sezon oldu, hâlâ olan bitene inanmakta zorlanıyoruz.Artık klişeler de tükendi.‘Futbolun peri masalı’ dendi, ‘mucize’ dendi, hatta ‘son jenerasyonun en çarpıcı spor öyküsü’ dendi...
Daha geçen ağustosta iddia şirketleri, Leicester’ın ligi kazanması için 1’e 5 bin veriyordu. (Kıyaslama adına söylüyorum, aynı şirketler U2 grubunun solisti Bono’nun bir sonraki Papa olmasına da aynı oranı veriyor.)
İlk üçte olmaya alışmamız aylar sürdü. Şampiyonluk adayı olmaya alışmamız aylar sürdü. Fakat yine de bir yandan çok garip hissediyorduk. Leicester’ın merkezinde bulunan ve eski püskü fakat karizmatik Filbert Street Stadı’na bakan Royal Infirmary Hastanesi’nde doğmuşum. Maalesef eski stat artık yerinde yok. Issızlık içinde geçen 2000’li yılların başlarında kombinem vardı. ‘Tilkiler’in taraftarları olarak çok meşakkatli zamanlar geçirdik. Yaklaşık on yıl önce kulüp iflas etti, neredeyse kapanıyordu. Önce üçüncü ligin dibine çakıldık ama sonra olağan koşullarındaki halimiz olan en üst iki lig arasında gidip gelen bir ‘yoyo takım’ olma statüsüne geri kavuştuk. Konya gibi düşünün.
Şampiyon olmaya en son 1929’da, ligi ikinci bitirdiğimizde yaklaşmıştık, altın çağımız ise sıralamanın ortalarına tutunduğumuz 90’lı yılların sonlarıydı. 2014-2015’te küme düşmekten son anda kurtulduktan sonra geçen yaz takımın başına Cladio Ranieri geldi. Çoğu taraftar 64 yaşındaki İtalyan’ın gelişini kaygıyla karşıladı. Sıcakkanlı bir adamdı ama 10 yıldan uzun zamandır Premier Lig’de bir takım çalıştırmamıştı ve ardında birçok başarısızlık öyküsü bırakmıştı. İngilizcesi hala berbattı. Pek çok yorumcu, bedbaht bir şekilde küme düşeceğimizi düşünüyordu. Ben de öyle düşünüyordum. Hepimiz yanıldık. Taşradaki birçok başka İngiliz şehri gibi Leicester da bir zamanlar sanayide önemli bir rol oynamıştı. En parlak günlerini 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında, İmparatorluk’un mensucat ve tekstil ticareti olması sayesinde yaşanmıştı. Tabii bu sektörler başka yerlere, mesela Bağcılar’a taşınmadan epey önceydi. Leicester o zamanlardan bu yana kendisine yeni bir rol arıyor. Her zaman hemen batısındaki Birmingham’ın ve kuzeyindeki Nottingham’ın gölgesinde kaldı. İngiltere’nin güneyindekiler bizim sert kuzeyliler olduğumuzu, güneyindekiler ise yumuşak başlı güneyliler olduğumuzu düşünür. Belki de bize özgü tek ilginç şey, şehrin demografik yapısıdır. 300,000 nüfusuyla İngiltere’nin Londra’dan sonra etnik çeşitlilik açısından en zengin şehridir. 20. yüzyılın ortalarında göç dalgasının başlamasından bu yana Leicester, Pakistanlıların, Polonyalıların, Batı Hindistanlıların, Pencabilerin ve Guceratların yaşadığı bir şehir oldu. Şehrin en önemli kültürel etkinliği Diwali adlı Hint Festivali.
London School of Economics’in yaptığı bir çalışmaya göre, şehirdeki Narborough Road, İngiltere’nin en çok kültürlü caddesi, buradaki esnaf, 22 farklı dil konuşuyor.
Irka bağlı gerilimler burada nispeten az, şehir de İngiliz çok kültürlülüğünün bir başarı öyküsü olarak görülür. Takım, tarihsel olarak beyaz İngiliz işçi sınıfının bir ürünüydü ama zamanla kentin renkliliğini yansıtmaya başladı. Genellikle en tepelere layık görülmeyen bu şehri ve takımı ama her ikisini de birden bire uluslararası medyanın spot ışıklarının altında görmek şaşırtıcı. Leicester sade bir yerdir. Geçen hafta sonu memleketime gittiğimde gördüm ki etraftaki birkaç ilave bayrak, ateşli birkaç sohbet olmasa, orada şu an bir tarih yaşandığını fark etmezsiniz bile.
Peki, tüm bunlar nasıl oldu?
İdeal 11›imizin transfer bedeli 23 milyon sterlin. Bu da Manchester City’nin Raheem Sterling için verdiği 49 milyon sterlinin yarısından az yapar. Şu ana kadar 34 lig maçında 17 gol atıp 11 asist yapan ve geçen hafta federasyonun Yılın En İyi Oyuncusu seçtiği Riyad Mahrez’i, Ocak 2014’te Fransa İkinci Ligi’nden 400 bin sterline aldık. Bu da bir Sterling parasına 112 Mahrez alabilirsiniz demek! Bu sezonun son maçında Chelsea’nin karşısına çıktığımızda ekibin toplam ederi Londra takımının Diego Costa’sından az olacak. Cezaevi kaçkını gibi görünen halk kahramanı Jamie Vardy göz alıcı sürati ve attığı 22 golle ligin zirvesine taşıdı. Mayıs 2012›de 1 milyon sterine, yarı amatör Fleetwood Town’dan gelmişti. (Fleetwood English Conference’ta oynuyor, bu da TFF 3. Ligi’ne denk gelir.) Orta saha dinamomuz Kante lig tarihinin top çalma rekorunu kırdı, şu ara Real Madrid’in transfer listesinin başında.
Yine de Leicester’ın bir çetin cevizin inat öyküsü olduğunu söylemek kolaya kaçmak olur. Başarıyı arka tarafta olan bitenler hazırladı. Takım üst düzeydeki oyuncu tarama ekibi ve antrenman sistemiyle her zaman gurur duydu; altyapısı da hep birinci sınıftı. Kulüp, spor bilimini performanslardan marjinal fayda sağlamak üzere sonuna kadar kullanıyor. Ranieri’nin sakatlıklarla uğraşmak zorunda kalmadığı için çok şanslı olduğunu düşünebilirsiniz ama bunun da ardında fizik-kondisyon çalışmalarının üst düzeyde olması ve yepyeni iyileştirme teknikleri var. Şubattan beri oyuncuların performansında bir gerginlik sezilse de takım tökezlemedi, kalenin önüne otobüs çeker pozisyonuna düşmedi.
Geçen haftaki 4-0’lık Swansea zaferi, iyi bir planın iyi bir uygulamasıydı: Topa hâkimiyet sadece yüzde 38’di ama rakipten daha çok kaleyi bulan şutumuz vardı. Goller yine nefes kesen bir tempoyla yapılan yıldırım kontralardan geldi. Ve Mahrez yine golcüler listesindeydi...
Peki, şimdi ne olacak?
Ranieri’nin adamları kupanın bir ucunu tutu. Bugünkü konumlarından sonra kaybederlerse büyük bir yıkım olur. Bu arada, belki de gelecek yıl Şampiyonlar Ligi’nde bir Türk takımıyla eşleşirler. İşler şu an öyle görünüyor ki ‘sadece’ Şampiyonlar Ligi’ne kalmakla yetinirsek çok üzüleceğiz.
Böyle bir seneyi gölgede bırakacak bir yılı hayal bile etmek zor. Ama Leicester’ın bu sezonu gösterdi ki imkânsız dediğimiz şey aslında sadece zihnimizde.