Güncelleme Tarihi:
Yarın: Politikaya giriyor
O, Türkiye'nin son 30 yılda yetiştirdiği en iyi futbolcu ve teknik adamlardan biri. Başarıları da ortada. Son görevi ise Türkiye Futbol Milli Takımı teknik Direktörlüğü... Mustafa Denizli'nin yaşamı futbolla özdeş. Varı yoğu futbol.
Ama hocanın iki özelliği var:
Bir tanesi Türkiye'nin en centilmen futbolcularından biri olması, ikincisi ise Türkiye'nin en çok kırmızı kart gören futbolcusu olması. Bu nasıl bir çelişki derseniz, hocanın arkadaşımız Yener Süsoy'a anlattıklarını okumalısınız...
Giritli Mehmet Ali Bey'le Selanikli Pembe Hanım, ikinci oğulları dünyaya gelince ona Mustafa adını verdiler. Takvimler 10 Kasım 1949'u gösteriyordu. Atatürk hayranı bir aile için, böyle bir günde Mustafa'dan daha güzel bir ad olamazdı. Sakarya Mahallesi'nin bu Mustafa'sının kaderi, Çeşme'nin sıcak kumlarından Türk Futboluna hem bir ‘‘yıldız’’, hem de bir ‘‘hoca’’ olarak yükselmek olacaktı.
Mustafa Denizli'nin dünyası yalnız futbolla sınırlı değildir. Siyaseti iyi bilir, sinemayı yakından izler, yemekten anlar, modayı izler, çok okur, çok gezer. Tek huysuzluğu, özel yaşamıyla ilgilenilmesidir. Sekiz yıldır birlikte olduğu aşkı, küçük kızı Lal'in annesi Çiğdem Kayalı'yı kıskanır ve asla birlikte fotoğraf çektirmez. Boşandığı eşi Jüliet'i de anlatmaz. Az ama öz konuşur. Tıpkı, okuyacağınız bu söyleşide olduğu gibi...
Mustafa Denizli'yi anlamak için geçmişine dönmek gerek.
- Bana göre Türkiye'nin en güzel turistik sayfiye yeri olan Çeşme'de doğup büyüdüm. Çok güzel bir aile ortamımız vardı. Babam Zaimoğlu Mehmet Ali'nin eskiden Çeşme'de üç tane kahvesi varmış. 63'lü yıllara kadar tütüncülük yaptık. Tütün işini sevmediğim için kendimi olağanüstü derecede futbola verdim. Tütüncülük ağır iştir, güneş batarken yatarsın, doğmadan kalkarsın. Bütün günün güneşin altında geçer. Sıra satmaya gelince onca çektiğin azabın, çilenin karşılığını alamazsın.
FUTBOL HİS MESELESİ
Çeşme'nin güneşi var, balığı var, denizi var, turisti var ama futbolu nereden çıktı?
- Ailemde futbolcu olan kimse yok. Rahmetli babam topa ayağını vurmamış. Futbol benim ilgimi beş altı yaşındayken çekti. Nerede top oynuyorlarsa aralarına dalardım, benden büyüklerin. Sünnet olduğumda rahmetli amcam bir top hediye etti. Pansumanların bitmesini beklemeden bir elimle entarimi tutup acılar içinde saatlerce top oynardım. Macar takımının bütün futbolcularını ezbere bilirdim. O zamanlar çikletler hediye olarak büyük takımların kartpostallarını verirdi. Kafamı 56'nın efsane Macar Milli Takımı'nın vişne çürüğü renkli Puşkaş'lı, Di Stefano 'lu kartpostalına takmıştım. Bir gün okula giderken bakkaldan çiklet almak istedim ama üzerimde param yoktu. İçime doğmuştu, ikramiyeli çikleti bulup kartpostalı alacaktım. Bütün ders boyunca kafam çikletteydi. Hissetme denilen olay var ya. Öğle tatilinde eve gidip annemden 10 kuruş aldım, doğru bakkala gittim. Elimi ciklet kutusuna atıp sabahki konsantrasyonumla çektim birini. Ellerim titreyerek açtım ve ikramiye bana çıktı Yener'ciğim. Kendimi bildim bileli böyle inancım var, zaten o inanç olmazsa bir şey yapamazsın.
FUTBOLCU OLAMAZSIN
Bakalım futbolculuk hayatı nasıl başlamış Hoca'nın?
- Daha 10 yaşındayken bütün idealim Çeşme Gençlik'te oynamaktı. Ama yaşım küçük olduğu için lisans çıkaramıyordum. Takımda oynamak için yalvarıyordum.
16 Eylül Çeşme'nin Kurtuluş Günü'nde özel maç yapılacaktı, lisans mecburiyeti de yok. Böylece ilk defa Seferihisar'la yapılan maçta Çeşme formasını giymek şerefine nail oldum. Resmi olarak formasını giydiğim ilk takım Altay, yaşım 15, aldığım para 3 bin lira. Babama verdim, o da arsa aldı. Derken sezon açıldı, çalışmalar başladı, antrenörümüz Bülent Eken'di. Beni A takımına almadılar. Dört ay genç takımda da oynatmadılar. Bu olay bana öyle koydu ki. Sene sonunda bana dediler ki ‘‘Mustafa iyi çocuksun, sen bundan sonra yalnız okuluna devam et’’... O zaman Namık Kemal Lisesi'nde okuyorum. Bu sözleri duyunca dondum, kaldım. Bütün Çeşme kendilerini başarıyla temsil etmemi beklerken, beni geriye postalamışlardı. Açıkça bana ‘‘Senden futbolcu olmaz’’ demişlerdi.
Artık futbolculuk hayatım bitmişti. Ama çalışıp, ne yapıp edip başaracaktım. Bütün arkadaşlarım sinemalara, diskolara giderken ben akşamları dokuzda yatağa girip sabahları güneş doğmadan kalkıyordum. Dayımın taze sağdığı sütümü içip utandığım için herkesten gizli plajlara gidiyordum. Kimseler görmeden saatlerce çalışıyordum kumların üstünde. Sene 1966. Hocama ‘‘Bir fırsat daha istiyorum’’ dedim. O sırada Bölge Genç Karması antrenörü rahmetli Ruhi Karaduman beni sahada görmüş, kim olduğumu sormuş. Antalya'da Türkiye Genç Karma Şampiyonası vardı. Genç Karma'ya seçildim ve Antalya'daki iki maçtan sonra Genç Milli Takıma çağrıldım.
HAKEMLERLE TARTIŞMA
Rumeli Hisarı'ndaki İskele'de balık yiyecektik, sözde. Mustafa'nın ‘‘manevi oğlu’’ Şef Adem, sipariş almaya hevesleniyor. Hoca ‘‘Yemeğe değil, sohbete geldik’’ demez mi?
- Ben kırmızı kart rekortmeniyim, 22 tane kırmızı kartım var. Hayatımında rakibimle yaptığım bir mücadeleden ötürü oyundan atılmadım. Bu kartlar hep haksızlıklara isyanımdan geldi. Takım kaptanı da olduğum için hakem hatalarını kabullenemiyordum. Hilmi Ok'la, Ertuğrul Dilek'le hiç tartışmazdım. Bunların dışındaki hemen bütün hakemlerle tartıştım. Bunlarda asla hakemlere saygısızlık yok, yapılan yanlışa itirazlarım var. Bizim zamanımızda hakemlerle futbolcular arasında ulaşılmaz bir mesafe vardı, şimdi daha yakınlar. Neredeyse konuşma hakkımız bile yoktu. Bir gün Fenerbahçe'yle oynuyoruz, bizim Uğur ceza alanına girdi. Altı pas çizgisinin orada öyle bir darbe aldı ki, omuzu kırıldı. Hakem Sabahattin Ladikli penaltı noktasını gösterdi. Ceza alanının dışındaydı, gelinceye kadar frikik oldu. Kendisine ‘‘Bu nasıl iştir?’’ dedim. O da ‘‘Çok konuşuyorsun’’ dedi beni dışarı attı. Ben Türkiye'nin en fazla sevilen futbolcularının başında gelirim. Altay'ın başında çıktığım Türkiye'nin her şehrinde seyirci beni çağırırdı. Saha içindeki centilmenliğimden dolayı sevilirdim.