Güncelleme Tarihi:
Randevu yerimiz Karaca Arboretumu'ydu. 09:30 Yalova feribotunda bir köşeye çekilmiş, pazar gazetelerini hatmetmekle meşguldu. Çok sevdiği kareli gömleği, toprak rengi, eski yeleği, pantolonu, montuyla her zamanki gibi rahat ve keyifliydi. ‘‘Henüz ikinci kırkımdayım’’ diyen Hayrettin Karaca ile 78'lik ömrünün tüm kıyılarında, tepelerinde dolaştık. Bir röportajdan ziyade baba-kız dertleşmesinin sıcaklığında, içtenliğinde, lezzetinde bir şeydi.
Doğum gününüz 4 Nisan 1922. Geçmişteki tüm acılarınıza karşın siz huzurlu, mutlu, dinamik, savaşçı bir insansınız. Bunun sırrı çocukluğunuzda mı?
Ben bir kasaba çocuğuyum. Bandırma'lıyım. Bu büyük bir nimet, bir şans. İstanbul'a alışamadım, sevemedim. Kasaba hayatının tadını bulamadım. Bandırma'daki günlerimiz müthiş bir dayanışmaydı. Her şey taksim edilirdi. Komşuya saygı, komşunun hakkı vardı. Bir evde pişen diğer evlere de düşerdi. Evler kagir, fırın kerpiçtendi. Ekmek pişirilecek, yarın fırın yakılacak diye herkesi haberdar ederdik. Sepetle taşırdık her şeyi. Omuzlarım düşerdi. Bizler saygılı, sorumlu, paylaşmayı bilen, yaşama sevinci olan çocuklardık. Sokağın başında birimizin babası belirdiğinde hepimiz evlerimize dağılırdık. Eve girme, akşam yemeği vakti gelip, çatmış demekti. Hamburger-cips-cola zamaneleri ise büyüklerinin karşısında hiç fütursuz ayaklarını uzatıp oturabiliyor, çılgınca tüketmeyi marifet sayıyor. Dinamik bir insanım çünkü hep hareket halindeydik. 38 evde yaşadım. Habire taşınıyorduk. Bandırma'dan başka Uşak, İstanbul, Bursa'da oturduk.
Hayli yaramaz olduğunuzu söylediler. Doğru mu?
Oyuna doyamazdım ki. Yalınayak koşturmak anlatılmaz bir keyifdir. İlk günler biraz ayaklarınızı ısırır, ama sonra alışırsınız. Bunun adı yaramazlık olabilir mi? Sevimli bir çocukmuşum, halamın kızı olmadığından, annem kız elbisesi giydirmiş, saçlarıma kurdelalar takıp, fotoğraf çektirmiş. Bunları bir kenara bırakıp asıl sırrımı açıklayayım. Kimse bilmez bir zamanlar konuşmakta ne zorluklar çektiğimi. 3.5 yaşında kekeme oluverdim. Nedeni meçhul.
Nasıl geçti kekemeliğiniz?
Ortaokul çağlarındaydım. 14-15 yaşlarında. O sıralar Arnavutköy'de oturuyoruz. Üç kafadar, üç Rum kızının peşine takıldık. Cıvıl, cıvıllar. Bir süre sonra kızlar ayazmaya girip, gözlerden kayboldu. Şaşırdık, kaldık. Kızlardan biri daha sonra ortaya çıktı, ‘‘lacivert ceketli gelsin’’ dedi. Bir baktım ki benim ceketim lacivert, ama nasıl gideyim? Hakikaten yakışıklıydım. Bir zamanlar biz de kartaldık. Yakışıklı olmasına yakışıklıyım, ama konuşamıyorum ki çapkınlık yapayım. Hangi kız kekeme erkeğe dayanır ki? Arkadaşlarım zorla ittiler, ama kaçtım. 9'uncu sınıfın yaz tatilinde şarkı söylerken geçiverdi kekemeliğim. ‘‘Ruhumda bahar açtı. O'nun şen gülü sendin’’ şarkısını söylüyordum. Sonraları nağmeli konuşmaya başladım. Kelimeleri uzatıyordum. Halen ilk sözcükte bu farklılık hissedilebilir.
GECELİK GİYERDİK
Ailesinden sonra bir çocukta en derin izler bırakan kişi ilkokul öğretmeni ve ilk eğitim çağıdır. Nasıl bir insandı öğretmeniniz?
Zehra öğretmenim özel şefkat gösterdi bana. Annemin adı da Zehra'dır. 1985'te kaybettim annemi. O'nu çok özlüyorum. Kekemeliğimden çok çekti hocalar. Haylazlık yapmadım, çünkü bizler sorumluluğumuzun bilincindeydik. Daimi yatılıydım. İlkokulda pijamayla tanıştım. Bizler gecelik giyerdik. Boğaziçi Lisesi'nden mezun oldum.
Ya üniversite?
Tarih ve edebiyat okumak isterdim, ama koşullar elvermedi. Harp yıllarıydı. Çorapçı Halil yani babam ABD'ye gitmeme onay vermedi. Fabrika beni bekliyordu. Bilgilenmek için illa yüksek öğrenim de şart değil. Sadece Yalova'daki evimde 3 bin kitap, 46 bin dia, 15 bin fotoğraf, on binlerce doküman ve mektup var. Okumak, bilgilenmek bir ibadettir. Okumamak Cumhuriyet'e ihanettir.
Siz bir Cumhuriyet çocuğusunuz. O günlerden söz edelim mi?
Cumhuriyet tarihinin romanını yazacağım. Bu benim görevim. Bilenin bilmeyene borcu vardır. Zaten özel hayatım Cumhuriyet'le özdeş. 10'uncu yıl marşını söylerken 11 yaşındaydım. Şimdiki gençlerin Cumhuriyet'in özel tarihini bilmesi gerekli. Onlar yokluk, sıkıntı nedir bilmiyor.
EKMEĞİMİ PAYLAŞIRIM
Ne zaman para kazanmaya başladınız?
6.5 yaşında işe başladım. Çorap imalathanemizde 160 işçi çalışıyordu. Kadın işçilerin çalıştığı ilk yerlerden biriydi. Elle sarılıyordu makaralar. Patron oğluyum ya çıkrığı ben çevirirdim. Günde 4.5 kilo yani bir paket iplik sarıyordum. 12.5 kuruş haftalık alıyordum. Bununla da dondurma yiyordum. Hem sabah, hem akşam, 1-1.5 kilo dondurma vız gelir. 4-5 bardak süt içilmez mi, dondurma da yenir. 10 paraya normal, 20 paraya külahlı alırdık. Bir vişnelisi vardı ki doyumsuzdu. Dondurma yapmak için Kapıdağ'dan kar getirilirdi. Rahmetli ninem dondurmadan hasta olmayayım diye haftalığımı çekip alırdı kimi zaman...
Karaca ne zaman kuruldu?
Karaca'nın kuruluş tarihi 1917'dir, kayıtlarda Karacabeyli Kocazade Çorapçı Halil olarak geçer. Liseden sonra işe ilk girdiğimde çok sıkıldım. Bir an önce emekli olup kurtulmak istiyordum. Çalışmak yerine başka şeylerdeydi aklım, fikrim. İş hayatımı sorumluluk yönlendirdi. Hayatımı gönlümce yaşayamadım. 24 yaşındayken babam tüm sorumluluğu verdi. Her işi yapardım. Ustabaşı, satın alma müdürü, yani ‘‘one-man job’’.1961'de ilk Türk trikosunu Danimarka'ya sattım. Zaten kafama koyduğumu mutlaka yaparım. Beş kıtada satılan ilk, Türk sanayi ürünü sahibiyim. 1963'de fuarlara katıldım. Hep ilklere imza attım. 1956'da babam öldü. 1980'de tüm işlerimi oğlum Atay'a devrettim ve Karaca Arboretum için kolları sıvadım. Daha sonra da TEMA Vakfı geldi.
Nereye yönlendirildiysem oraya gidiyorum
Sağlıklı yaşamak tabii ki önemli ama kader, kısmet. Yaşlılığı seviyorum. Gençlik delice koşturma, sorumluluk çağı. Şimdi 78'imde huzurluyum. Bütün zamanımı Hayrettin'e tahsis edebilmek, istediğimle uğraşabilmek ancak nasip oldu. 40 yaşında işadamı olduğum günleri özlemiyorum. Daha yapacak çok işim var.
Doğa tutkusu kanınızda, ruhunuzda var...
Tatillerde köylere gider, mısır kırar, bostan gezer, bağbozumlarını yaşardım. Ortaokuldan beri mani toplarım. Zaten kasaba çocuğuyum. Dış gezilerimde hep botanik bahçelerini gezdim. Arboretumlara ilgim ve bilgim gelişti. Karaca Arboretum'un arazisinde elma, armut ağaçları vardı. 135 dönümlük araziyi 1974'te paylaştık. Senin ismini unutabilirim, ama bitkilerin isimlerini asla unutmam ve karıştırmam. İlk aşkım bodur, kozalaklı ağaçlardır. Bilim adamı değilim, ama çok gezdim, gördüm, okudum. 330 bin km. yaptım. Türkiye'deki açlığı, yoksulluğu, çaresizliği yaşadım. Yatmadığım çadır kalmadı. Bunun sebebi topraktır. Birikimi paylaşmak, erozyona çare ararken, Nihat Gökyiğit'le bir sohbet sırasında doğdu TEMA ve müthiş bir destek gördü.
ÇOK İŞİM VAR
Bir gününüz nasıl geçiyor?
Erken kalkarım. 8-9'da TEMA'dayım. Nereye yönlendirildiysem oraya gidiyorum. Listeye endeksli bir hayatım var. Bu hayattan memnun muyum? Memnun değilim desem yalan olur. Dar zamanlarda bol sorumlulukla yaşıyorum. Bazen bir hayli bunaltıcı oluyor. Kitap yazmak, belgesel hazırlamak istiyorum. Ama zaman sınırlı. Benimkisi hem ağlarım, hem giderim şeklinde bir hayat.
Aile yaşamınız ?
Sevim Hanım çok özeldir. Sosyal, kararlı, mücadeleci, zevkli, zariftir. Benim gibi bir adamın 51 yıldır kahrını çekiyor. Bu bir kahramanlıktır. O'na madalya vermeleri gerekli. Ey anlayın! İki oğlumu kaybettim, iki kızım 7 torunum, iki torun çocuğum var. Hatıralarımla mutluyum. Yeniden dünyaya gelsem yine aynı hayatı yaşardım.
Uzun ömrün sırrı var mı?
Belki vardır, ama ben bilmiyorum. Beş kez ameliyat oldum. Mikrop kapabilir, ölebilirdim. Sağlıklı yaşamak tabii ki önemli ama kader, kısmet. Yaşlılığı seviyorum. Gençlik delice koşturma, sorumluluk çağı. Şimdi 78'imde huzurluyum. Bütün zamanımı Hayrettin'e tahsis edebilmek, istediğimle uğraşabilmek ancak nasip oldu. 40 yaşında işadamı olduğum günleri özlemiyorum. Daha yapacak çok işim var.