Oluşturulma Tarihi: Eylül 17, 2005 00:40
Bilim, felaketten önce şöyle uyarıyordu: ‘Kenti denizden koruyan Mississippi deltasında bir yıl içinde yetmiş kilometrekarelik bataklık yok olacak. Yaklaşık olarak iki saatte bir yok olan bir hektarlık kara parçasıyla, deltaya akacak ve New Orleans’ı sular altında bırakacak olan sel tehlikesi artmakta.
Sel nedeniyle kentteki bir milyonluk nüfus ve civar bölgelerdeki bir milyon kişinin dünyayla ilişkisi kesilecektir. Bölgenin boşaltılması kaçış yollarının yetersizliği yüzünden pek mümkün görülmemekte. Louisiana (LSU) Üniversitesi bilim adamları bilgisayar modelleriyle yüzlerce olası kasırga senaryoları tasarladı. Bilim adamlarının hesaplarına göre 100.000’i aşkın insan yaşamını yitirebilir.’
Louisiana eyaletinin en büyük kenti olan New Orleans aynı zamanda bölgenin endüstri merkezidir. Kent, ününü en başta kendisiyle adeta özdeşleştirilen caz müziğine borçlu. Kentin görünümü Fransız ve İspanyol kültürünün etkisini taşıyan tarihi yapılarla tamamlanmakta.
1718 yılında Fransızlar tarafından kurulan ve 1762 yılında İspanyolların eline geçen kent, Amerikan kenti oluşundan 102 yıl sonra en büyük felaketini yaşadı.
Mississippi deltasında kurulu kent, deniz seviyesinin yaklaşık iki metre altında ve kuzeyde Pontchartrain gölünden, güneyde ve batıda ise Mississippi ırmağından setlerle korunuyor. İlk setler Fransızlar tarafından neredeyse 300 yıl önce kurulmaya başlandı. Fakat taşkınlar olmayınca, balçık, bataklık bölgede birikmek yerine nehir deltasında kalıyor. Bu ve diğer bazı faktörlerin bir araya gelmesiyle kent durmadan çöküyor ve dolayısıyla da sel riski en zayıf fırtınalarda bile yükseliyor.
Felaket geliyorum diyor
New Orleans bölgesi on ayda bir Manhattan büyüklüğünde bir arazi parçası yitirmekte.
Setlerin kurulmasına bağlı toprak kaybının getireceği felaket aslında birkaç yıl önce Louisiana Üniversitesi bilim adamları tarafından öncelenmişti.
Bu konuya geniş bir yer ayıran Spektrum dergisi (www.wissenschaft-online.de/spektrum, Ağustos 2005) New Orleans’i bir felaket bekliyor diye uyarak şu açıklamayı yapıyordu:
Kenti denizden koruyan Mississippi deltasında bir yıl içinde yetmiş kilometrekarelik bataklık yok olacak. Yaklaşık olarak iki saatte bir yok olan bir hektarlık kara parçasıyla, deltaya akacak ve New Orleans’ı sular altında bırakacak sel tehlikesi artmakta. Sel nedeniyle kentteki bir milyonluk nüfus ve civar bölgelerdeki bir milyon kişinin dünyayla ilişkisi kesilecektir. Bölgenin boşaltılması kaçış yollarının yetersizliği yüzünden pek mümkün görülmemekte. Louisiana (LSU) Üniversitesi bilim adamları bilgisayar modelleriyle yüzlerce olası kasırga senaryoları tasarladılar. Bilim adamlarının hesaplarına göre 100.000’i aşkın insan yaşamını yitirebilir.
Ya Venedik ya Atlantis
Evet New Orleans’ta felaketin kaçınılmaz olduğu çok eskiden beri belliydi. Sonuçta her yıl kentin çok yakınında şiddetli kasırgalar yaşanmakta. Betsy kasırgası 1965 yılında New Orleans’in bazı bölgelerini suyun üç metre altında bıraktı. 1992 yılında meydana gelen Andrew kasırgası kenti 150km yakınından geçti. Altı yıl sonra son anda doğuya yönelen Georges kasırgası buna rağmen milyarlarca dolar hasar bıraktı. Bunun nedeni insanların girişimiyle yapay olarak hızlandırılan doğal süreçlerdir: Kanal çukurları ve bataklık bölgelerdeki drenaj yolları.
Bilim adamları kentin kurtulması için tek şansın yeni girişimler olduğunu söylüyor. LSU uzmanları projelerden birinin bir an önce yerine getirilmemesi halinde Mississipi deltasının 2090 yılına dek yok olacağını da çok iyi biliyor.
Sulara gömülen kent o zaman hemen deniz kenarında yer alacak, iyimser durumda ikinci bir Venedik en kötü durumda ise modern Atlantis haline gelecektir.
New Orleans dışında, Amerika’nın diğer bazı bölgelerinde ve dünyanın diğer enlemlerinde de benzer tehlikeler söz konusu. Mesela Venezüella’daki Orinoco deltası, Mısır’daki Nil deltası ve Vietnam’daki Mekong deltası gibi. Avrupa’da ise Ren, Ron ve Po deltaları da sürekli toprak kaybediyor. Küresel ısınma bu yüzyılda deniz seviyesinde önemli bir yükselmeye neden olacak olursa, kıyı kentlerinde önlemlerin alınması gerekir.
New Orleans Üniversitesi jeologu Shea Penland, Amerikan ordusunun emrinde setlerin kurulmasından sorumlu. Güney Orleans’taki seksen kilometre uzunluğundaki bataklı bölgenin neden ölmekte olduğunu şu şekilde açıklıyor:
Çöküş hızlandı
Mississippi yüz yıllar boyu taşkınlarla muazzam tortu taşıyarak alçak deltasını oluşturdu. Gerçi kum ve balçık zamanla kurumuştu ama kendi ağırlıkları yüzünden sıkışıyor ve çöküyordu. Fakat bundan sonraki selde tortul tabakaları yenileniyordu. Amerikan ordusu bir kongre önerisinden sonra 1879 yılından bu yana Mississippi ırmağına setle engel olmakta. Bu şekilde kentin ve endüstri alanları selden korunacaktı.
Mississippi bugün Louisiana’nın kuzeyinden Meksiko körfezine kadar setlerle engellenmekte. Bu şekilde tortul nakli durmuş ve uzun bir arazi parçası taşkınlarda suyun altında kalan bölgenin altına kadar çökmüştür. Bataklık bölgesinin yok olmasından sonra New Orleans’ı denizden koruyan sistem de yok olmuş. Gerçi bir kasırganın seli sekiz metreyi aşabiliyor, ama sel yirmi kilometrelik bataklık bölgede aktığında yüksekliği azalmakta. Çünkü bataklık bölge daha çok su yutuyor.
LSU Üniversitesi jeodezi mühendisi Cliff Mugnier, aynı zamanda Amerikan ordusunun mühendislik ekibinde de çalışıyor. Mugnier’in açıklamasına göre deltanın altında, balçık tabakalarından oluşan ve yüz metre derine inen toprak yüzyıllar boyu sellerle birikmişti. Mühendisler nehre set çektikten sonra kent ve endüstri büyük bataklık alanlarını kuruttular. Sellerin engellenmesi ve bataklık bölgelerin drenajı yüzünden yer altı su seviyesi düşmüş. Bu gelişmeye bağlı olarak da üst balçık tabakaları kuruyarak sıkışmış ve sertleşmiş. Bu da kentin doğal çöküşünü hızlandırmıştır, diyor bilim adamı.
Ne yapılmalıydı
Ama olumsuz gelişme bu kadarıyla da kalmadı. Delta çukurluğu derinleşince her sağanak yağışta sel altında kalıyordu. Mühendisler bunun üzerine biriken yağmur suyunu toplayan kanallar ve pompalar kurdu. Pompaların görevi basit su yollarından oluşan kanallardaki suyu toplamak. Ancak bu şekilde daha çok su pompalandığı için kuraklaşma ve çökme süreci hızlandırılmakta. "Kendi sorunumuzu daha da kötüleştiriyoruz" diyor Mugnier.
Bilim adamlarının birçoğu bir konuda hemfikir: Sel sularını yutacak dev bataklık bölgeleri yeniden oluşturulmalı ve tuzlu deniz suyunun bataklık bölgelerin yenilenmesini engellememesi için önlemler alınmalı.
Ne var ki bu önlem alınmadığı için Eylül 1998’de Georges kasırgası hızlı ilerleyen beş metre dalgalarıyla neredeyse Pontchartrain gölünü aşarak New Orleans’e girecekti ve bu da LSU bilim adamlarının ilk model hesaplarına göre yaptıkları uyarılarla örtüşüyordu. Georges kasırgasının iki derece kadar doğuya yönelmesi kenti korumuştu.
Fakat kentin tam da bu şekilde kıl payı kurtulması bilim adamlarına, mühendislere ve politikacılara Mississippi deltasının felaketle burun buruna yaşadığını gösterdi. Ve bunun üzerine "Coast 2050" projesi hazırlandı.
Eğer New Orleans’ta projedeki önlemler alınmadığı takdirde bir milyon kişi sürekli bölgeyi terk etmek, diğer bir milyon kişi de etrafı durmadan yeni setlerle çevrilen çökmekte olan bir çukurlukta yaşamak zorunda kalacak. Aynı şey iklim değişimine bağlı felaketler için de geçerli.
2001 yılında meydana gelen ilk kasırga Allison, Haziran ayında bir hafta boyu günde yüz milimetre yağış bırakınca pompalar neredeyse işlemez hale geliyordu. O halde Katrina kasırgasında pompaların tamamen yetersiz kalışına şaşmamak gerekir.
Kurtarma projeleri uygulanmazsa, kenti felaket bekliyor.
Küresel ısınma kasırgaları şiddetlendiriyor
Katrina kasırgası ve kasırgalardaki artışın ve daha şiddetli yaşanmalarının küresel ısınmayla bir ilgisi var mı? Bilim adamlarının bu konudaki görüşleri farklı. Örneğin 1992 yılında meydana gelen Andrew kasırgasını bizzat yaşayan Amerikalı meteorolog Stanley Goldenberg, "Andrew, Kuzey Atlantik’te bir çok şiddetli kasırganın meydana geldiği bir dönemin başlangıcıydı" diyor Spiegel dergisinde (Spiegel 36/2005).
1920 Ğ1960 yılları arasındaki kasırga etkinliği çok fazlaydı; 90’lı yıllarda azalan bu etki o zamandan bu yana hissedilebilir bir şekilde artmakta. Yani Katrina’nın geleceği belliydi ve olağanüstü bir örnek olarak bile görünmüyordu.
Bilim adamı bu yüzden Katrina’yı insanlığa bağlı iklim değişimine bir kanıt olarak gösteren çevrecilere ve politikacılara katılmıyor. Colorado Üniversitesi iklim uzmanı Roger Pielke de sera etkisi ve kasırgalar arasındaki ilişkinin henüz kanıtlanmadığını söylüyor.
İki misli artış
Kasırgaların oluşması için su buharıyla yeterince beslenmeleri gerekir; bunun için de okyanuslardaki su sıcaklığı en az 26 derece olmalı.
İşte tam da bu konuya parmak basan Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Kerry Emanuel, Nature dergisinde (www.nature.com, 31.07.05) küresel ısınmanın kasırgaları ve tayfunları şiddetlendirdiğini açıklıyor. Emanuel elli yıldır meydana gelen kasırgaları değerlendirince kasırgaların git gide daha uzun sürdüğünü ve şiddetlendiğini ve bu zaman zarfından iki misli arttığını görmüş.
"Kasırgaların şiddetlenişi, bu fenomenden denizlerdeki sıcaklık artışının sorumlu olduğu anlamına gelmekte" diyor bilim adamı. Emanuel’in sonuçları öte yandan Potsdam İklim Araştırmaları Enstitüsü’nden Friedricih-Wilhelm Gerstengarbe’nin sonuçlarıyla da örtüşmekte. "Karayipler’deki deniz sıcaklığı özellikle son 30 yılda arttı, bu nedenle daha fazla kasırga meydana gelebilir" diyor Gerstengrabe de.
Alman kasırga uzmanı Ernst Rauch ise Die Zeit gazetesindeki (36/2005) bir söyleşide, kasırga sayısındaki doğal oynamaların çoğalma eğiliminde olduğunu söylerken, kasırga sayısının gerek sakin dönemlerde gerekse bol fırtınalı dönemlerde arttığını hatırlatıyor. Kesin nedenin ne olduğu bilinmese de kasırgalardaki gelişmeler, küresel ısınmaya bağlı öncelemelerle de uyuyor diyor.
Kasırgalardan nasıl korunmalı?
New Orleans’taki yapıların birçoğu ahşap, yani güçlü fırtınalara ve kasırgalara karşı dayanıksız. Ahşap bu bölgede geleneksel bir yapı türü, insanlar bu geleneklerini kolay değiştirmiyorlar. Bu tür bölgelerde tuğla ve betondan daha sağlam yapıların inşa edilmesi gerekir, diyor Alman bilim adamı Ernst Rauch. Rauch, felaketlerden korunmak için ikili bir strateji önermekte. Kısa vadede zararı önleyen yani bir tür uyum stratejisi bu. CO2 emisyonu her ne kadar Kyoto Protokolü’nün öngördüğünden daha hızlı gerilese de, olumlu etki bundan bir hatta iki kuşak sonra hissedilebilecek. Enerji tasarrufu önemlidir ve tek bir strateji artık yeterli değil diyor uzman.