Güncelleme Tarihi:
Bu akşam Galatasaray – Beşiktaş maçı var.
Maçın skoru aslında kağıt üzerinde belli, çünkü onca mühendis oturmuş, düşünmüş ve Galatasaray’a 1.50 vermiş.
Ya pek iddaa oynamıyorum, ya da denk gelmedi, fakat ben Kadıköy’deki Fenerbahçe – Galatasaray maçlarında bile 1.5’u görmedim.
Burada bir kere yapılacak en güzel hareket ya üst, ya da Beşiktaş’a oynamak.
Ya da skor oynayalım derseniz, 3-1 9 veriyor, 4-1 18, 4-2 ise 55.
Amacım kimseyi yermek değil, lakin Beşiktaşlılar nedense bu maçtan umutlu. Emrah Öner yazıyor
Hatta Manchester maçından daha umutlu.
Bence Beşiktaş’ın 2 şansı var.
Bir, eğer akşam maç saatinde, Allah korusun, İstanbul’da fırtına koparsa, Sami Yen’deki maç iptal olacak.
İki, eğer ilki kopmazsa, Beşiktaş ikinci fırtınanın da kopmamasını bekleyecek. Çünkü Baros-Keita-Arda-Kewell, eğer yorgun değillerse, Beşiktaş’ın çatıya çıkması gerekecek.
Dediğim gibi, amacım kimseyle dalga geçmek falan değil.
Fakat kim olursa olsun, bir takımın Sami Yen’de son 11 senede sadece 1 galibiyeti, ligde son 10 derbide (Trabzon’u saymıyorum) 3 galibiyeti, son 20 derbide 5 galibiyeti bulunuyor, ve o takım bu sene buldozer gibi ezen rakibinin evine gidiyor ise, bence biraz daha sağlıklı düşünmesi gerekir. Bu arada Beşiktaşlıların hakem yazıları hazırdır bile. 1912’deki pozisyon ofsayttı, ama 2009 senesinde hakem aynısını vermedi vs..
Bir tüyo vermek gerekirse; Beşiktaş, Hakan Balta üzerinden yüklenmeli.
Ben hayatımda Hakan Balta kadar alakasız bir sol bek görmedim. Kanatta Sabri’den daha alakasız duruyor.
Leo Franco da yan toplarda hiç yok. O yüzden Beşiktaş sağlı sollu bindirmeli.
Fakat Beşiktaş’ın malesef havaya sıçrayacak adamı yok.
Beşiktaş, Tabata’yı da aldı ve kadro iyice kısaldı.
Halbuki, bu takıma 10 değil, 10.5 değil, 1.90 iyi bir forvet lazımdı.
Belki kafa hakimiyeti olan tek adam Nobre, o da zaten ligin belirli bir bölümünde hiç yok.
Ne güzeldi Beşiktaş’da eskiden Nouma, İlhan Mansız vardı.
Rıza’sı vardı, ortalardı. Zeki’si vardı, Feyyaz’ı, Ali’si vardı. Hava toplarını hep alırlardı.
Wilson’u vardı. Keliyle şut çekerdi.
Bir de İlhan İrem vardı, Elvan gazoz vardı, İnanç Dünyası vardı...
Neyse, fazla dağıtmadan introdaki konuya dönelim.
Konu, tabi ki A Milli Takım.
Hayatta en sevmediğim şey, “Bakın ben size söylemiştim” demek.
O yüzden yazar oldum.
“Bakın ben bunu yazmıştım” demek için...
(İspanya maçı sonrası)
http://www.hurriyet.com.tr/spor/yazarlar/11344854.asp
Fakat bu konulardan artık o kadar bıktık ki, tekrar tekrar yazmaktan, çizmekten, konuşmaktan...
Artık o kadar soğuduk ki Milli Takımdan, elememe maçlarından,
O kadar sıkıldık ki padişah antrenörlerden, fetihlerden,
Belediye kadroculuğu gibi kurulan takım kadrolarından,
Agresifliklerden, gırtlak kesmelerden,
4 puan ve +10 averaj farkından sonra hala basın toplantısında hakemlere kıpkırmızı suratla giydirmekten,
Üstte 5 düğme açık beyaz gömleklerden,
Maçtan sonra, 13 yaşında fondotenden yüzü gözükmeyen 40 görünümlü kızlarına sarılıp ağlayan başkanlardan, teknik direktörlerden,
Biatçılıktan,
Sahada her top kaptırdığında, her yanlış pas ve her yamuk şutta, çocukların yedek kulübesine korku dolu bakışlarından,
Takımında oynamayan adamı ben oynatırım dahiliklerinden,
Muhabir sorularının terslenmesinden,
Yıllardır orada şamaroğlanı olan Müfit Erkasap’tan,
Hakan Balta’dan, Emre’den, Kazım’dan, Gökhan Zan’dan,
Elimizdeki tek forvet Genç Semih’den,
Genç kelimesinden,
Sabri kelimesinden,
Niye istifa edeyim ki kelimesinden,
Final maçı kelimesinden,
Henüz her şey bitmedi kelimesinden,
Dünya üçüncüsü, Avrupa üçüncüsü kelimesinden,
Basketbol dururken, futbol kelimesinden,
O kadar bıktık ki, senden...
Ve senin futbol terimlerinden....
O kadar gına geldi ki...
Ne olur...
İyi yolda olduğumuzu söyleyen kim varsa,
Takımdan memnun kim varsa,
Seni orada isteyen, seven kim varsa,
Arkana oturt, harakirini yap, hepsini yok et ve ne olur git.