Bilim adamları, Arjantin karıncalarının Avrupa’da nasıl barışçı hale geldiklerini araştırdılar ve şu sonuca vardılar: Yabancı bir diyarda daha az düşmanın olduğu bu koşullarda, işbirliğinin en verimli ve üretken biçimini yarattılar.
Dünyanın en büyük karınca kolonisinin Güney Avrupa’yı, İspanya’nın Atlantik kıyısından Akdeniz’de İtalya’ya kadar olan bölgeyi istila ettiği tespit edildi. Milyarlarca karınca, milyonlarca yuva ve ağa sahip ve tek bir ‘halk’ olarak yaşıyor. Bu karıncaların kökeni Arjantin. Bu nedenle de Arjantin karıncaları olarak tanınıyorlar.
Milyarlarca karınca tek bir ‘millet’ olarak yaşadığı için birbirlerini tanıyor ve aynı yuvadan olmasalar da birbirlerine aynı yuvanın elemanlarıymış gibi davranıyor. Diğer karıncaların aksine, bunların aralarında muazzam bir destek ve işbirliği saptandı. Yeni yayımlanan bir araştırma, bu tür bir işbirliğinin nasıl geliştiği ve bu kadar çok karıncanın barış içinde bir arada nasıl yaşadığı konusundaki tartışmaları hızlandırdı. (16 Nisan tarihli Amerikan Bilimler Akademisi’nin yayın organı "Proceedings")
Bu karıncalar Arjantin’de Linepithema humile adıyla tanınıyorlar ve aslında birbiriyle savaşan ve rekabet eden karıncalar olarak biliniyorlar. Ancak Avrupa’ya geldikten sonra aralarında savaşın nasıl ve neden sona erdiği ve barış içinde yaşamaya başladıkları bilim insanlarının büyük ilgisini çekti.
100 yıl önce
Arjantin karıncaları 20. yüzyılda insanlarla birlikte Arjantin’den Avrupa’ya geldiler ve Avrupa’da şimdi saptanabildiği kadarıyla en az 6000 kilometrelik bir alana yayıldılar. California’daki akrabaları gibi, yuvalar arasında gidip gelen ve başka yuvalardaki kraliçeleri besleyen işçi karıncalara sahip bu yaratıklar, alışılmadık bir süperkoloni oluşturmuş durumdalar.
Bu göçmen karıncalar arasındaki görülmemiş uyumun, aralarındaki genetik farkın birbirlerini ayrı türler olarak görmeyecek kadar azalmasından ve hepsinin birbirini hısım-akraba olarak görmesinden kaynaklandığı görüşü ileri sürülüyordu.
California’da yapılan genetik çalışmalara göre, Arjantin karıncaları arasındaki işbirliği rastlantı sonucu ortaya çıkmıştı, karınca nüfusu genetik olarak bir sıkışma yaşamıştı ve bu sırada genetik özelliklerinin yarısını yitirmişti. Bu görüş, karıncaların dostu düşmandan ayırmasını sağlayan genlerin de bu arada yittiğini belirtiyordu.
Ancak Lozan Üniversitesi (İsviçre) araştırmacılarından çevre bilimci Tatiana Giraud ve arkadaşları, Avrupa’daki karınca koloninin büyüklüğünü anlamak ve bu kuramın doğru olup olmadığını araştırmak amacıyla, Güney Avrupa kıyılarındaki 33 ayrı yerden karınca topladı ve bunlara davranış ve genetik testi uyguladı.
Yiten özellikler
Önce, farklı yerlerden getirdikleri karınca çiftlerini küçük bir cam boruya koyup birbirlerine saldırıp saldırmadıklarına baktılar. 30 ayrı yerden gelen karıncalar hiçbir saldırganlık göstermedi, ama İspanya’nın doğusundaki bir başka süperkoloniden getirilen karıncalarla dövüştüler.
İkincisi, araştırmacılar 22 genetik özelliği, Arjantin’deki bir karınca topluluğunun özellikleriyle karşılaştırdı ve Avrupa’daki Arjantin karıncalarının bu 22 genetik özellikten %30’undan azını yitirdiğini gördü.
Araştırmacılar, Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinin 16 Nisan sayısında, bu yitimin, böylesine büyük bir süperkoloninin davranış değişikliğini açıklamaya yetmeyecek kadar küçük olduğunu ileri sürdüler. Eski açıklama yerine, yeni bir çevrede yayılmaya çalışan Arjantin karıncalarının, kendi türleri için daha yararlı olduğu için işbirliği yolunu seçtikleri belirtildi.
Danimarka, Almanya, Fransa ve İsviçreden biyologlar ve böcekbilimciler, ‘barış içinde bir arada yaşamanın’ ortaya çıkışını şöyle açıklıyor: ‘Çünkü yabancı bir diyarda daha az düşmanın olduğu bu koşullarda, işbirliğinin en verimli ve üretken biçimini yarattılar. Yurtlarının savunması için yaptıkları savaşların sayısı çok azaldı, işçilerin sayısı çok arttı, ağlar ve yuvalar yanyana inşa edildi’.
Ancak, Avrupa’da 6 bin kilometre karelik bir alanı istila eden karıncaların savaşçı olmadıkları ve pasifist oldukları da ileri sürülemez. Çünkü İspanya’da daha küçük bir başka karınca kolonisi ile karşılaştıklarında ölümüne savaştıkları görüldü.
Georgia Üniversitesi’nden böcekbilimci Kenneth Ross, verilerin tartışılamayacak bir gerçeklik içerdiğini, ama bu duruma kesin bir yorum getirmenin güç olduğunu söylüyor ve ‘Karıncaların birbirini tanımasını sağlayan geni daha iyi bilmemiz gerekiyor, ama bu da bugün için tam bir kara kutu’ diyor.
Kraliçeden uzaklaşma
Araştırmayı yapan Keller, insanoğlunun bu kadar büyük bir karınca kolonisini görmediğini, bir karıncanın ta İspanya’dan İtalya’ya kadar özgürce gelebilecek durumda olduğunu söyledi ve şunları ekledi: ‘Aslında bu durum evrimin yasalarına da aykırı. İşçi karıncalar, anneleri kraliçe karıncanın yanından ayrılmazlar. Koloni büyüdükçe, kraliçe arı ile akrabalık da zayıflıyor. Bazı yuvalarda işçilerin kraliçe ile akrabalık derecesi sıfır’.
Bilim adamları, Avrupadaki karıncaların Arjantin karıncalarının ‘vatan toprağını savunmak’ tutumunu terk ettiklerini ve barışçı hale gelerek bir nüfus patlaması yaşadıklarını belirtiyorlar. Keller, karıncaların uzak akrabalarına hoşgörülü davranmalarının nedenini, genlerindeki değişiklikte arıyor. Bir gendeki hatanın bu duruma yol açabileceği belirtiliyor. Bu karınca zincirinde, İspanya’nın Katalanya sahillerinde yaşayan sadece bir küçük süper koloni, bu karıncalar arasındaki ittifaka girmeyi reddediyor. Yabancı karıncalara karşı topraklarını ölümüne savunuyorlar. Bilim adamları bu barışçı havanın aslında karıncaların geleceğini tehlikeye soktuğuna işaret etmekte. Savaş olmazsa, karıncalar arasında bazı işbirliği gereği de ortadan kalkıyor, belki işçi karınca olarak doğmak da gerekmiyor. Böylece karıncalar arasındaki işbölümü de uzun zaman içinde tehlikeye girecek, belki de kraliçeler gözden düşecek, hatta açlıktan kırılacak...
Karıncalar hakkında bana en sık sorulan soru şudur: ‘‘Mutfağımdaki karıncaları ne yapayım?’’ Ben de hep aynı cevabı veririm: ‘‘Bastığınız yere dikkat edin. Küçük hayatlara karşı dikkatli olun. Onları çikolatalı kek kırıntılarıyla besleyin. Ton balığı ve çırpılmış krema da severler. Bir büyüteç alın. Onları yakından inceleyin. Böylece neredeyse başka bir gezegende oluşmuş bir toplumsal hayatı incelemiş kadar olursunuz...’
Şimdilik yaklaşık 9500 tanımlanmış karınca türü var. Dünyanın en küçük karıncalarından oluşan bir koloni, dünyanın en büyük karıncasının beyin haznesine rahatça sığabilir. İncelediğim bir karınca takımı, Pheidole, sadece Yeni Dünya'da 285 isimlendirilmiş türe sahip. Harvard Üniversitesi’ndeki Karşılaştırmalı Hayvanbilim Müzesi’ndeki koleksiyonda 600 kadar türe sahibim. İki üç ayda bir toplayıcılardan daha bir sürü tür geliyor.
Karıncalar yaklaşık 100 milyon yıldır varlar; son 50 milyon yıldır da nüfusu en kalabalık böcekler arasında yer alıyorlar.
En savaşçı
İnsanoğlunun ve yakın atalarının bütün tarihinin elli katı bir süre boyunca, karıncalar başrol oynamayı nasıl başardı?
Bir karınca kolonisi bir çeşit üstorganizma olarak görülebilir. Devasa, amipvari bir bütün; beslenme alanını yorgan gibi örter, yiyecek toplar, düşmanları yuvaya yaklaşmadan meşgul etmek için akıncılar gönderir. Aynı zamanda kraliçeyi ve onuna birlikte yuvada duran olgunlaşmamış karıncaları kollarlar.
Bütün bunları işleri paylaşarak büyük bir beceriyle yaparlar. Daha da önemlisi aynı anda yaparlar. Yapılması gereken işler ancak çok kısa bir zaman bekletilir. Tüm düşmanlara meydan okunur; bir ağaçtan düşmüş gafil bir tırtıl hemen yuvaya taşınır. Aynı zamanda bireyler koloninin üretkenliğini azaltmadan, koloni uğruna kendi hayatlarını intihar hamleleriyle riske atabilir, hatta feda edebilirler.
Karınca toplulukları, yalnız olsun, toplumsal olsun bütün hayvan grupları arasında en savaşçı olanlarıdır. Çoğu karınca türü sık sık bölge savaşlarına tutuşur, bu esnada kısır işçilerin intihar saldırıları sonucu belirler. Örneğin, Güneybatı çöllerinde, Dorymyrmex takımının öncüleri, Myrmecocystus takımından rakiplerinin yuvasını bulunca kendi kolonilerinden takviye getirir, yuvanın ağzını kuşatır, deliğin yanına taş parçaları taşıyıp aşağı yuvarlarlar. Karşı koymaya devam eden her Myrmecocystus, dışarıya çıkışlarını en azından geçici olarak engelleyen cürufun altında kalır.
El bombası gibi
Malezya yağmur ormanında, Camponotus türünden işçi karıncalar, çene altından başlayıp gövdenin büyük kısmını kaplayan çifte guddeyi aşırı biçimde irileştirmiştir. Bu hazneler yapışkan toksik bir kimyasal maddeyle doludur. Düşman saldırısına uğradıklarında ve aşırı zorlama altında, karın kaslarını sıkarak, yürüyen bir elbombası gibi düşmanlarının yüzünde patlayabilirler. Bu karıncalardan biri birkaç düşmanın hayatına karşılık kendi hayatını verebilir.
Karınca toplumsal hayatının başarılı olmasının bir başka sebebi, kolonilerin yuvayı, bir kale içindeki klimalı bir fabrika gibi muhafaza etmek için çalışmalarıdır. Yuvanın içinde kraliçe ve bakıcı -işçiler yavruları büyütmek ve nüfusu artırmak için hummalı bir faaliyet yürütür. Yuva, düşmanları uzak tutacak şekilde inşa edilmiştir. Genellikle çok saldırgan bir işçi birliği tarafından korunur, çoğu türde bu kuvvet uzmanlaşmış bir asker kastından oluşur.
Bütün bu hayranlık uyandıracak kadar karmaşık faaliyetler içgüdüseldir ve genlerle belirlenir. Öğrenimleri ya da ‘‘kültürel olarak aktarılmaları’’ imkansızdır.
Karıncalar aleminin yüksek uygarlıkları denebilecek iki örnek:
Soyları en az 50 milyon yıl öncesine dayanan Afrika ve Asya örücü karıncaları (Oecophylla cinsi) tropik ormanların ağaç tepelerinde yaşar. Bu karıncalar, sadece bireyleri iri olduğundan değil, kalabalık bir nüfusa sahip olduklarından ormanın çatı katmanının büyük bir kısmına hükmeder.
Olgun kolonilerde 200.000'den fazla işçi vardır. Dikkat çekici bir iletişim sistemi koloninin pek çok ağacın tepesine yayılmasına imkan verir, binlerce metrekarelik bir alan demektir bu. Roma İmparatorluğu’nun en parlak döneminde olduğu gibi, bu bölge ulaşım ağlarıyla birbirine sıkı sıkı bağlanır.
Karıncalar aynı zamanda garnizonlar oluşturur, bu garnizonlardaki işçiler av yakalamaya gider ve yuvayı korurlar.
Kraliçeyi döllemek
Her kolonide sadece bir tane ana kraliçe vardır. Ona kızları refakat eder. Koloni sadece dişilerden oluşan bir toplumdur. Erkekler kısa süreliğine yetiştirilir ve yuvada tutulur, varlık sebepleri evlilik uçuşlarında bakire bir kraliçeyi döllemektir. Bu görevi yerine getirdikten hemen sonra ölürler. Bu türün işçileri büyüklüklerine göre iki kasta ayrılır.
İri işçiler kraliçenin beslenmesi, avlanma, yuva yapımı ve korunması gibi koloninin günlük işlerini yürütürler. Ufak işçiler çoğunlukla yavrulara bakmak üzerinde uzmanlaşırlar; onlar bakıcı kastıdır.
Her koloninin yüzlerce çadırı, ipek ağlarla birbirine bağlanmış yaprak kümeleri vardır. Bir çadırda binlerce işçi bulunabilir. Koloninin bölgesinin sınırına yakın çadırlarda daha ziyade en yaşlı işçiler barınır, karınca toplumlarında savaşçıları genelde bu grup oluşturur. Bunlar koloniyi korumak için hayatını riske atmaya en meyilli karıncalardır.
Seferberlik ilanı
Örücü karıncalar, hayvanlar alemindeki belki de en karmaşık kimyasal sisteme sahiptir. İşçilerin en az beş ayrı seferberlik ilan etme sistemi vardır, bunlar salgının hangi bağlamda boşaltıldığına bağlı olarak birbirinden ayrılır, aynı zamanda karıncaların bunlara eşlik eden hareketleri de önemlidir (örneğin nasıl dokundukları, yaklaştıkları, koştukları ya da öteki karıncaların üzerinde durdukları).
Bir araya gelen işaretler karıncalara nasıl bir durumla karşı karşıya olduklarını gösterir ve gerekli tepkiyi vermelerini sağlar. Dilimize çevrildiğinde örücü karıncanın beş seferberlik sistemi şunlardır: ‘‘Düşman yakında’’, ‘‘düşman uzakta’’, ‘‘ulaşabileceğimiz yeni bir bölge keşfedildi’’, ‘‘üzerine çadır yapmaya uygun yeni bir alan’’ ve ‘‘
yemek.’’
Yaprakkesen uygarlığı
Yüksek bir uygarlık düzeyine verilebilecek başka örnek, Yeni Dünya tropik kuşağında yaşayan yaprakkesen karıncadır. Koloniler hemen hemen tümüyle yapraklar ve başka bitkiler üzerinde yetişen bir mantarla beslenirler, bunun taze taze toplanması gerekir. Aynı zamanda az da olsa bitki özleriyle beslenirler. Yakınlarında sadece bir tür mantar yetişir, o da tamamen karıncalara bağımlıdır.
Koloniyi tek bir kraliçe yaratır; kraliçe başparmağınızın yarı büyüklüğünde devasa bir böcektir. Bakireyken kanatları hala düşmemiştir. Ayrı bir koloni kurmak için ana yuvasından ayrılır. Havada kızkardeşleri ve başka kolonilerin kraliçeleri ile birlikte, kısa hayatlarını anlamlandıran tek eylem için havlaanmış olan erkeklerle buluşur. Havadayken beş altı erkekle çiftleşir, bütün spermleri yumurta kanalının yakınındaki küçük elastiki bir kesede toplar. Yaklaşık 150 milyon dişi işçi yapmak için gerekli yumurtaları döllemeye yetecek bir miktardır bu; koloninin 10 ila 15 yıllık ömrünün herhangi bir anında bunların 2 - 3 milyonu hayatta olacaktır.
Sonra kraliçe yere iner ve kuru, zarımsı kanatları özel ek yerlerinden üşer. Yerde bir delik açar ve yumurtaları bırakıp bir koloni başlatmaya hazırlanır. Ama orada dur, diyebilirsiniz: Mantar bahçesini nasıl kuracak? Ana yuvasından ayrılmadan önce kraliçe dikkatle mantar lifleri toplayıp ağzındaki özel bir cebe yerleştirmişti. Şimdi lifleri bu cepten çıkarır, yumurtalarını bırakır ve yumurtalar ve kendi dışkılarını kullanarak yuvanın zemininde bir mantar bahçesinin temellerini atar.
Karıncalar yaprakların ve mantarın işlenmesini en iri işçilerden kademeli olarak en küçüklere aktaran durmak bilmez bir montaj hattı oluştururlar. Binlercesi bir arada iş gören en büyük işçi karıncalar yuvadan yüz metreye kadar uzaklaşarak yaprakları, çiçekleri ve sapları belirli bir şekilde keserler. Kesik parçaları başlarının üzerinde şemsiye gibi taşıyarak ve karınlarının bitimindeki zehir bezinden bırakılmış dimetilprazini takip ederek yuvaya geri dönerler.
Bu madde o kadar güçlüdür ki sadece bir iki molekülü bir karıncayı harekete geçirmeye yeter. Bu kimyasal maddeyi tanımlayan kimyacılar, azami kuramsal verimle kullanılması halinde bir gramının bir karınca dizisini dünyanın etrafında iki kere döndürebileceğini söylemektedirler.
Parçalar yuvaya geldiğinde biraz daha küçük bir işçiler sınıfına teslim edilir, bunlar yaprakları yaklaşık bir milimetrelik parçalara böler. Bu parçaları onlardan da daha küçük işçiler alır, onları çiğneyip küçük topaklar haline getirdikten sonra üzerine dışkılarlar, böylece yaprak parçalarını sindirimi kolaylaştırıcı enzimlere bulaşmış olurlar.
Mantar bahçesi
Karıncaların beslendiği mantarlarda bulunan bu enzimler karıncanın bağırsağında her nasılsa sindirilmeden yol alır. Daha da küçük işçiler, çiğnenmiş ve işlemden geçmiş yaprak topaklarını kullanarak mantar bahçesinin üzerine sünger benzeri bir yapı inşa ederler. Biraz daha küçük işçiler başka yerlerde büyüyen mantarları getirip toprakların üzerine eker. İşçilerin en küçükleri (en kalabalık kast onlarınkidir) mantarın bakımını üstlenir yabancı mantarları aralardan temizleyip karmaşık bahçıvanlık manevraları yaparlar.
Mantarın büyüyen yığın arasından sebze gibi toplanıp yenebilen lezzetli küçük şişkin uçları vardır.
Karıncalar pek çok açıdan yaratıcılığımıza meydan okumakta ve dikkatimizi çekmektedir. Toplumsal düzenleri bizimkinden hemen hemen her bakımdan farklıdır. Değil ilk insanlardan, ilk primatlardan bile çok önce karaların büyük bölümünün kontrolünü ele geçirmişlerdir.
Bu yazı, 20. yüzyılın en ünlü hayvanbilimcilerinden biri olan Edward O. Wilson’ın, Tübitak Popüler Kitapları arasında yayımlanan Doğanın Gizli Bahçesi (In Search of Nature) kitabının ’Karıncalar arasında’ bölümünden özetlenmiştir.Demokratik
seçimİngiliz araştırmacılar, karıncaların yuvalarının yerlerini belirlerken, aralarında ‘demokratik oylama’ yaptıklarını açıkladı. Bath Üniversitesi’nde hayvan davranışları konusunda uzman olan Stephen Pratt’e göre, binlerce karıncadan oluşan topluluk yeni yuva yerlerini belirlerken neredeyse demokratik kurallara uygun davranıyor.
Pratt, kendi laboratuvarında bulunan karınca yuvasını bozdu ve sonra da karıncaların yeni yuva arayışlarını izledi. Karıncalardan biri uygun bir yuva bulduğunu diğerlerine
haber verip bir grup karıncaya kendisini takip ettirdi. Diğerleri yuvaya gidip döndükten sonra gerideki karıncaların da yeni yuvayı ziyaret ettikleri görüldü. Herkes yuvada mutabık olduktan sonra, önce larvalar ve yumurtalar yeni yuvaya taşındı.
Karıncalarda güçlü yön duygusu
Karıncaların beyinlerinde bir çeşit iki boyutlu harita bulunuyor. Yiyecek seferinden dönüşte, doğruya yakın bir şekilde, yuvalarından ne kadar uzakta bulunduklarını biliyorlar. Berlin Humboldt Üniversitesi’nden bir grup ile Avustralyalı bilimcilerin ortak araştırmasına göre, yapılan deneylerde karıncaların güçlü yön duyguları saptandı.
Berlinli Biyolog Bernhard Ronacher ve arkadaşları, laboratuvarlarında bir çeşit sahil karıncalarına (Cataglyphis fortis), düz bir ortamda yiyecek arattırdılar. Karıncalar eşgüdümsüz kuyruklar halinde yola çıktılar. Yiyeceklerini bulduktan sonra ise yuvalarına disiplinli ve tek bir çizgi halinde döndüler.
Araştırmacılar eve dönüş yollarındaki araziyi biraz değiştirmiş ve şaşırtmacalar koymuşlardı. Buna rağmen karıncaların yuvalarına giden yolu hiç şaşırmadıkları ve direkt yolu buldukları görüldü.