Oluşturulma Tarihi: Eylül 19, 2002 15:48
Güney Amerika’da yaşayan Dinoponera quadriceps karıncalarının liderleri, kendilerine karşı gelenleri, işçilerine ısırtarak öldürüyorlar. Konuyla ilgili araştırma Sheffield Üniversitesi’nden Thibaud Monnin tarafından Nature dergisinde yayımlandı.
Dişi karınca lideri başkaldıran karıncanın bedenine bir salgı bulaştırmakla yetiniyor. Gerisini seksen kadar işçisi hallediyor. İşçi karıncaların bir kısmı hayvanı tutarken diğerleri günlerce ısırıyor. İşkence gören karınca şans eseri hayatta kaldığı takdirde sahip olduğu saygınlık derecesini yitiriyor. Monnin, araştırmaları sırasında karınca salgılarının, hayvanların içinde bulundukları sosyal statüye göre farklılık gösterdiğini fark etmiş. Sadece koloninin yöneticisi ceza sinyali verme yetisine sahip. Araştırmacı bu özelliğin liderlik pozisyonu ve gruptaki sınıf yapısını güçlendirdiğini sanıyor.
James Cook’a ait 230 yıllık mektup bulundu
Norfolk’da Bonhams Müzayede Evi’ne ait bir İngiliz köy evindeki bir tablonun arkasında bulunan 230 yıllık mektubun İngiliz denizci James Cook’a ait olduğu bildirilirken, uzmanlar tarihi mektuba yaklaşık 31 000 Euroluk değer biçtiler. Cook, İngiliz Amiralliğine yazdığı mektupta 1771 yılında Avustralya’ya yapmış olduğu keşif gezisinden başarıyla döneceğini müjdelerken, yolculukta meydana gelen aksiliklerden ve ölümlerden de söz ediyor. Gemisiyle üç yıl önce Plymouth’dan yola çıkan Cook, Kap Hoorn’dan Tahiti’ye kadar vardıktan sonra rotasını Yeni Zelanda ve Avustralya’ya yöneltmişti. Uzmanların bildirisine göre mektup, Cook’un dönüş yolculuğunda İngiliz sularında yazdığı ilk mektuptu. Fakat mektubun Norfolk’a ne şekilde ulaştığı henüz bilinmiyor. Bonhams Müzayede Evi’nden bir sözcünün yaptığı açıklamaya göre daha önceki Brancaster Hall sahipleri Yorkshire’deki Endeavour’un üretildiği ve Cook’un denizcilik eğitimi aldığı Whitby bölgesiyle ilişkisi bulunuyormuş.
Sonbaharda doğanlar daha uzun ömürlü
Frankfurter Allgemeine gazetesinde yayımlanan bir habere göre Rockstock Max-Planck Demografik Araştırmalar Enstitüsü, sonbaharda doğanların daha uzun yaşadığını bulmuş. Araştırma, Danimarka’da Ekim ve Aralık ayları arasında doğanların ortalama olarak üç ay, Avusturyalı sonbahar çocuklarının ise Nisan ve Haziran ayları arasında doğanlara kıyasla altı ay daha uzun yaşadıklarını gösteriyor. Araştırma, 1968 ve 1998 yılları arasında yaşamını yitiren ve o tarihte en az elli yaşında olan 2 milyonun üzerinde insanın doğum tarihini içermekte. Araştırmacılar Gabriele Doblhammer-Reiter ve James Vaupel buna neden olarak ana karnındaki bebeklerin yaz aylarında daha iyi beslendiklerini ve mevsimlere göre ortaya çıkan enfeksiyon hastalıklarını gösteriyorlar. Yeni yüzyılda doğan çocuklarda doğum ayı ve uzun ömür arasındaki ilişki zayıflayarak da olsa geçerliliğini sürdürecek. Araştırma sonucu Amerika’da yapılan ve ‘Proceedings of the National Academy of Sciences’ dergisinde yayımlanan çalışmayla da örtüşmekte. Kışın doğan Amerikalılar, yazın doğanlara göre ortalama olarak bir buçuk yıl daha uzun yaşıyorlar.
Dünyada 113 milyon çocuk eğitimden yoksun
Yeni bir araştırma sonucuna göre yaklaşık 113 çocuk eğitimden tamamen yoksun; 150 milyon öğrenci eğitimini yarıda bırakıyor ve dünya genelinde 877 milyon yetişkin okuma yazma bilmiyor. UNESCO Komisyonu, eğitimden yoksun olarak yetişenlerin %60’ının kızlardan oluştuğunu bildirdi. Okuryazar olmayan 877 milyon yetişkinin daha çok gelişmekte olan ülkelerde yaşadığını ve bunların üçte ikisinin de kadın olduğu saptanmış. Komisyona göre en büyük eğitim sorunları güney ve doğu Asya, Arap devletleri ve Afrika’da yaşanmakta. Okuma yazma bilmeyen 600 milyon kadar insanın ise Bangladeş, Brezilya, Çin, Hindistan, Endonezya, Mısır, Meksika, Nijerya ve Pakistan gibi dünyanın en yoksul ülkelerde yaşadığı açıklandı.
Avustralya üzerinde meteorit dağıldı
Anglo-Avustralya gözlemevinden astronom Bryan Boyle, bir meteoridin 5 Eylül’de güney Avustralya’nın yaklaşık 30km üzerinde dağıldığını bildirdi. Gökyüzünde beliren alevler, duman ve gürültü birçok Avustralyalıyı telaşlandırdı. Basından yansıyan haberlere göre güney Avustralya polisindeki telefonlar o gece mavi alevler ve duman bulutları gören insanların çağrılarıyla kilitlendi. Boyle’nin ABC radyosunda, meteoritten kopan parçaların dünyaya da çarpmış olabileceğini söylemesi üzerine astronomlar olası çarpma bölgelerini aramaya başladılar.
Bir hastada iki farklı HIV virüsü
Cenevre Üniversitesi’nden Bernard Hirschel, ‘New England Journal of Medicine’ dergisine bir hastada iki farklı HIV virüsünün saptandığını bildirdi. Virüs, hastaya ilk olarak 1998 yılında bulaşmıştı. Hastanın iki yıl süreyle başarılı bir biçimde tedavi edilip bir de bağışıklık sistemini güçlendiren bir etki maddesiyle aşılanmasından sonra ilaçları kesilmişti. Kısa bir süre kandaki virüs oranı yeniden yükselince doktorlar bunun farklı bir kökten olduğunu fark ettiler. Bu da AIds aşısı üretiminin sanıldığından çok daha zor olduğunu göstermekte. Doktorlara göre her iki enfeksiyon da korunmasız cinsel ilişkiyle bulaşmakta. HIV bağışıklığı üzerine henüz çok az şey bilindiğini vurgulayan Hirschel, olayın AIDS aşısı üretiminde önemli bir rol oynayacağın söyledi.
Yanardağlar püskürecek mi?
Elverişsiz hava koşullarının bazı durumlarda yanardağları hareketlendirebileceği bildirildi. New Scientist dergisindeki habere göre, lav toplayan volkan bacalarının yoğun yağışlar nedeniyle etkinleşmesi olası. Karayiplerdeki Monstserrat adasındaki volkanik etkinliklerin incelenmesi sırasında Adrian Matthews (Doğu Anglia Üniversitesi, İngiltere) ve ekibi son üç püskürmenin güçlü yağmurların etkisiyle gerçekleştiğini saptadı. Yağmur dönemleri ve püskürme arasındaki bağlantılar diğer yanardağlarda da göze çarpıyor. Hava koşullarından sadece lav toplayan bacalara sahip olan volkanlar etkilenmekte. Çok güçlü püskürdükleri için de en tehlikeli türleri oluştururlar. Geçtiğimiz yüzyılda meydana gelen püskürmelerinin %70’i bu volkan türlerinde gerçekleşmişti. Yağışların püskürme üzerindeki etkisini araştıran uzmanlar suyun bacadaki malzemeyi ıslatarak dayanıksız hale getirdiğini sanıyorlar. Fakat suyun çatlaklardan içeri sızarak buharlaşması da mümkün. Buharlaşma sırasında meydana gelen basınç böylece püskürmeye neden olabilir deniyor.
Neandertal bebeğine ait iskelet
1914 yılında bulunan ve on yıllardan beri kayıp olan Neandertal bebek iskeleti, güney Fransa’daki bir müzede ortaya çıktı. ‘Le Moustier 2’ buluntu yerine göre isimlendirilen bebek iskeleti antropolog Bruno Maureille’nin Nature dergisindeki açıklamasına göre şimdiye dek bulunan Neandertal iskeletlerinin en iyi korunmuş olanı. Sadece kürek kemikleri ve kasık kemiği eksik olan iskeletin modern insan ve Neandertal arasındaki yakınlık derecesi hakkında yeni bilgiler vermesi bekleniyor. Tahminlere göre bebek bundan 40 000 yıl önce henüz 4 aylıkken ölmüştü. 1914 yılında Dordogne bölgesindeki Le Moustier buluntu yerinde bulunan iskelet, 1921 yılında bilim adamlarına sunulmasının ardından esrarengiz bir biçimde kaybolmuştu.
Ağız boşluğundaki tümör sorunu
Aslında tanısı kolay olan ağız boşluğu tümörlerinin genelde çok geç teşhis edildiği açıklandı. Geçtiğimiz günlerde Münster’de gerçekleştirilen bir kongrede konuşan Avrupa Ağız-Çene ve Yüz Cerrahisi Birliği başkanı Ulrich Joos, hastaların %70’inin tümör çapının üç santimetreye ulaşmasından sonra bir uzmana göründüklerini açıkladı. Joss, ayrıca ağızlarında büyüyen şişlikler fark eden kişilerin kesinlikle bir doktora görünmelerini önerdi. ‘Erken tanıda iyileşme şansı daha yüksek’ diyor uzman. Avrupa genelinde her yıl 30 000 kişi ağız boşluğu kanserine yakalanmakta ve bunların çoğu da 50 yaşın üzerinde. Ağızdaki tümör gelişiminden aşırı alkol ve nikotin tüketimi sorumlu tutulmakta. Doktorlar genetik ilaçlarla iyileşme şansının yükseltilebileceğini söylüyorlar ama bu tür terapiler ancak 10 ila 15 yıl içinde gerçekleştirilebilecek.
Kutuplar sanılandan daha hızlı değişiyor
Nasa’nın gözlemlerine göre kutuplardaki buz tabakası tahmin edilenden çok daha hızlı değişmekte. Gelişmelerin dünya iklimi ve deniz seviyesi için getireceği olumsuzluklar küçümsenecek gibi değil. Özellikle de güneydoğu Grönland ve Antarktik’teki geniş alanlarda ölçümler yapan Nasa araştımacısı Eric Rignot, kutuplardaki buz tabakasının bin yıllar içinde değil on yıllar içinde değiştiğini bildirdi. En son teknolojilerle yapılan çalışmalara göre sadece Grönland, erime sonucu yılda 50 kilometreküplük kütle kaybına uğruyor. Grönland’daki erimeye bağlı olarak deniz seviyesinin 0,13mm kadar yükselmesi beklenirken, buzullardaki kaybın sadece birkaç sıcak yaz mevsimiyle açıklanamayacağı da söyleniyor. Grönland ve güney kutbundaki buz tabakasının tamamen erimesi durumunda deniz seviyesi 70m kadar yükselebilecek. Fakat yeni bir kar yağışı kutuplardaki erimeyi ve deniz seviyesindeki yükselmeyi önemli ölçüde etkileyebilir de ve bu da eriyen buz tabakası için asıl tehlikeyi oluşturur diyor Nasa.
Bebekler dudaklarının sol kenarıyla gülüyor
Bebek dili üzerinde uzun süredir araştıran bilim adamlarının kafa yordukları başlıca sorular şunlardı: Hiçbir anlam taşımayan ‘Bıbı’ ya da ‘Dada’ gibi sözcükler bazı uzmanların düşündüğü gibi ağız kaslarındaki motorik alıştırmaların bir ürünü mü? Yoksa bu sesler beyindeki konuşma merkezinde ilk sözcüklerin üretildiğini mi işaret ediyor?
New Hamshire Darthmouth Üniversitesi’nden Laura Ann Petitto ve McGi11 Üniversitesi’nden Siobhan Holowka, bebeklerde ilginç dudak hareketleri keşfettiler. ‘Science’ dergisinde yayımlanan sonuçlara göre insan beynindeki konuşma mekanizması anlamsız sözcüklerde de etkinleşmekte.
Araştırmacılar beş ila 12 aylık arasında olan ve beşi İngilizce diğerleri ise Fransızca konuşulan ailelere ait on bebeğin video görüntülerindeki dudak hareketlerini incelemişler. Bebekler ‘konuşurken’ dudaklarının sağ tarafını daha çok kullanıyor. Gözümüz tarafından düzeltildiği için, ‘sağ taraflı dudak asimetrisi’ olarak adlandırılan bu fenomeni hissetmeyiz. Araştırmacılar bu hareketi konuşma merkezini de barındıran sol beyin yarısının daha fazla etkinleşmesine bağlıyorlar.
Beyin merkezlerindeki etkinlikler genelde bedenin ters tarafında ortaya çıkar. Video görüntüleri bebeklerin genelde dudaklarının sol kenarıyla güldüklerini de gösteriyor. Bu ters etki duygulardan sorumlu olan sağ beyin yarısının etkinleştiğine işaret etmekte.
Bebeklerin ‘konuşmadan’ çıkardıkları seslerde tek taraflı dudak hareketinin görünmemesi ise konuşma merkezinin ilkel seslerde etkinleşmediğiyle açıklanmakta.
Buluş, ilk kez bebek dilinin sol beyin yarısındaki uzmanlaşmayı dolayısıyla da beyindeki konuşma fonksiyonlarının çok erken yaşlardan itibaren geliştiğini gösteriyor. Bebeklerin sol dudak kenarlarıyla gülmeleri de ifade edilen duyguların sağ beyin yarısındaki uygun merkezlerle ilintili olduğunu açıklamakta.
Çalışmanın küçük çocuklardaki konuşma bozukluğu tanısında da yararlı olacağına inanan araştırmacılar, ana baba ve doktorların sorunları ne kadar erken fark ederlerse tedavi de zamanında başlayabilir diyorlar.