Oluşturulma Tarihi: Ocak 30, 2005 00:54
Bağırsak, meme, akciğer veya prostat kanseri hastalarına durmadan yeni ve pahalı ilaçlar verilmekte. Bir Alman epidemiyoloji uzmanı şimdi kemoterapi sayesinde hayatta kalma şansını araştırdı. Sonuç: Sözde gelişmelere rağmen hastalar eskisinden daha fazla yaşamıyorlar.
Münih Üniversitesi’ne bağlı Gro§hadern Kliniği’nde görevli uzman Dieter Hölzel, bağırsak, meme, akciğer ve prostattaki metastazlı tümörlerle hayatta kalma şansı 25 yıldan bu yana hiç değişmedi, diyor.
Hölzel onkoloji uzmanlarıyla birlikte 1978 yılından sonraki tıbbi gelişmelerle tedavi gören binlerce kanser hastasının verilerini incelemiş. Bulduğu sonuçlar Spiegel dergisinde (41) yayımlandı.
Özellikle de metastazlı tümörlere sahip hastalar için kemoterapi son çaredir. On yıllardan bu yana durmadan yeni hücre zehirleri kullanılmakta. Genelde çok pahalı olan bu ilaçlarla doktorlar hastalara daha uzun yaşam vaat ediyor.
Örneğin "Taxotere" ilacının reklam panosunda "Yaşam süresi için bir şans", "Taxol" ilacınınkinde ise "Yaşama bir gelecek verin" parolası var.
Kimi doktorlar da kemoterapinin son 20 yıl içinde çok daha etkili hale geldiğine inanıyor.
Korkunç şüphe!
Ama ne var ki hasta verileri bu doktorların görüşleriyle örtüşmemekte. Hayatta kalma şansı son on yıllarda hiç değişmedi. Günümüz kanser hastaları da 25 yıl önceki hastalar kadar çabuk ölüyor.
Bağırsak kanserinde hafif bir iyileşme görülürken meme kanseri geçen yıllarda daha da kötüleşti. Hölzel, özellikle de meme kanserindeki hayatta kalma şansında görülen gerilemenin kemoterapiyle ilgili olmasından kuşkulanıyor.
Epidemiyoloji uzmanın iddiası, lenf kanseri, Morbus Hodgkin, lösemi, sarkom ve erbezi kanserinin ilaçlı tedavisi için geçerli değil. Bu hastalıklar artık birçok durumda iyileştirilebilmekte. Doktorların endişesi ilerlemiş kanser türlerinin kemoterapiyle tedavi edilememesine dayanmakta.
Son elli yılda milyonlarca insan kemoterapi tedavisi gördü. Hastalığın ileri safhasında bulunan ilk lenfosarkom hastası 1942 yılında Amerikalı doktorlar tarafından hardal gazıyla tedavi edilmiş ve tümör kitlesi mucizevi bir şekilde küçülmüştü. Gerçi üç ay sonra ilacın etkisi yok olmuş ve hasta da ölmüştü ama kemoterapi devri buna rağmen başladı.
İlk araştırma
Hücre zehirleri (sitostatik ilaçlar) hücrelerin çoğalmasını farklı biçimlerde engelliyor. Tümör hücreleri, diğer birçok beden hücresinden daha fazla bölündükleri için urlar ve metastazlar sitostatik ilaçların etkisinde kalır. İlaçların etkisiyle urlar küçülebilir hatta tamamen yok olabilirler de.
Ama bununla birlikte hızlı bölünen sağlıklı hücreler de zarar görebilir: örneğin saç kökü hücreleri ve kemik iliği hücreleri gibi.
Zehir kürü lösemi ve lenfomlarda ilginç bir şekilde etkili olunca, yavaş yavaş organlarında tümör olan hastalarda da uygulanmaya başlandı. Peki bu hastalar kemoterapi sayesinde daha mı uzun yaşıyor? Karşılaştırmalı bir araştırma hiçbir zaman gerçekleştirilmedi.
Belki de bu soru hiçbir zaman yanıtlanamayacak. Üreticiler klinik çalışmalarda hep eski ilaçlarla yenilerini karşılaştırmakla yetindi, tedavi olmayan kontrol grupları bulunmuyordu. Bir ilacın piyasaya sürülebilmesi için bir avuç denek üzerinde herhangi bir olumlu etkinin "istatistiksel açıdan önemli" olarak gösterilmesi yeterli oluyor.
Zararsız ilaç yok
Oysa ilaçlar hiç de zararsız değildir. Eski kemoterapi ilaçlarının bazıları, hastaları birkaç hafta içinde öldürüyordu ve bu yüzden de piyasada kalıcı olamadı.
Ama diğer ilaçları almanın da diri diri cehenneme gitmekten farkı yoktu. Saçları dökülen, iştahsızlaşan, iyice halsiz düşen hastalar iltihaplardan yakınıyorlardı. Hatta bazı doktorlarda, sitostatik ilaçların, metastazları geçici bir süre için küçültmekten başka bir şeye yaramadığı kuşkusu bile doğmuştu.
Artık hayatta olmayan Hamburg-Eppendorf Üniversite Kliniği yöneticisi Klaus Thomsen, 1985 yılında bir kongrede şu açıklamayı yapmıştı: "Git gide daha fazla doktor bu tür bir tedavinin üzerimde uygulanmasını istemezdim demesi, bizleri ciddi olarak düşündürmeli."
İtiraf etme zorluğu
Ve bu açıklamadan on yıl sonra da Heidelberg Üniversitesi epidemioloji uzmanı Ulrich Abel kemoterapinin yararından kuşku duyacaktı. Bilim adamı bir yıl boyu kemoterapi ile ilgili birkaç bin makaleyi inceledikten sonra kemoterapinin yaşam süresini veya kalitesini yükselttiğini gösteren herhangi bir sonuca ulaşamadı.
Fakat kemoterapi buna rağmen yaygınlaştı. Çünkü doktorlar hastalarına çaresiz olduklarını itiraf etmek istemedikleri için, zehir kürü tıbbın bir dogması haline geldi.
Bu durum aynı zamanda birçok kişiyi mutlu ediyor. Doktor hastasına bir tedavi sunabildiği için, hasta tedavi olabildiği için ve ilaç endüstrisi de ilaçlarını pazarlayabildiği için mutlu.
Kemoterapideki gelişmeler, daha çok yan etkilerin giderilmesine dayanıyor. Hücre zehirleri eskiden hastaları, hastanede yatması gerekecek kadar halsiz bırakırdı. Bugün artık saç dökülmesine, kusma, iştahsızlık, ishal ve kabız gibi şikayetlere karşı ilaçlar bulunmakta. Hatta kemoterapilerin birçoğu artık ayakta uygulanabilmekte.
İlaç sayısı arttı, ama
İlaç üreticileri yıldan yıla yeni sitostatik ilaçlar sürüyor pazara; yetmişli yıllarda beş ilaç vardı, bugün bu sayı 25’e çıktı. Oysa hastaların yaşama şansında o zamandan yana hiçbir değişiklik olmadı. Kemoterapinin yararlı olduğunu savunanların iddiası başlıca iki araştırmaya dayanıyor.
Örneğin Fransız araştırmacılar 724 metastazlı meme kanseri hastasın verilerini incelemiş. Buna göre kanser tanısından üç yıl sonraki hayatta kalma şansı %27’den (1987 ila 1993 yılında tedavi görenler) %43’e (1994 ila 2000 yılları arasında tedavi görenler) yükselmiş.
Epidemiyoloji uzmanı burada bir aldatmacının bulunduğunu söylüyor. Hölzel, metastazlı meme kanseri vakalarının 1994-2000 yılları arasında daha erken teşhis edildiği kanısında. Tanı sırasında hastalık o kadar ilerlememiş olduğu için de hastalar hastalığın teşhis edilmesinden sonra daha uzun yaşamışlardı ki burada tedavinin hiçbir etkisi olmamıştı.
Olumlu gelişme olarak sunulan diğer bir bulgu da, Texas Üniversitesi’nin 2003 yılında sunmuş olduğu bir araştırma. Bu araştırmaya göre metastazlı meme kanseri hastalarının hayatta kalma şansı 1974’den 2000 yıllarına dek %10’dan %44’e çıkmış.
Bu çalışma sırasında metastazlı ve metastazsız hastalar karşılaştırılmış. Ve daha önceki araştırmada olduğu gibi burada da yeni hastalar, daha iyi teşhis imkanlarına sahipti.
Hedef, kanserin temel genleri
Araştırmacılar kanser türleri arasında belli farklılıklar olduğuna, ancak türü ne olursa olsun, bir temel gen dizisinin her zaman harekete geçtiğine ve bu genlerin kanser hücrelerinin hızla yayılmasında büyük bir payı olabileceğine dikkat çekiyor.
Kanser kolay kolay üstesinden gelinemeyen bir hastalıktır. Bunun bir nedeni her kanserli ur türünün genetik açıdan farklı bir yapıya sahip olmasından kaynaklanır. Örneğin, prostat urlarında bir dizi gen etkin olurken, meme kanserinde tümden farklı bir genler öbeği devreye girer. Bu yüzden çoğu onkoloji uzmanı kanserin gerçekte her biri özel ilgi isteyen birbirinden farklı bir hastalıklar dizisi olduğu görüşünde birleşirler.
Ancak konuya daha geniş bir bakış açısından yaklaşan Michigan Üniversitesi klinik biyoloji uzmanlarından Daniel Rhodes ve Arul Chinnaiyan, kanser türleri arasında meslektaşlarının gözden kaçırdıkları ortak bir özelliği ortaya çıkardılar. İnsana özgü tüm kanser türlerinin ardında yatan bu temel genler dizisi kansere olası bir çözüm getirebilir.
Rhodes ile Chinnaiyan bilgi yığını içinde kimi ortak özellikleri ortaya çıkartmak amacıyla kanserle ilgili çeşitli araştırma sonuçlarını içeren online bir veritabanını gözden geçirdiler.
Ortak özellikler
Araştırmaların her birinde on binlerce gen tarayarak belirli birkaç kanserli doku türünde etkin olan genleri belirlemeye çalışan Rhodes ekibi tüm kanser türlerinde ortak 67 geni ortaya çıkarttı.
İkinci bir çözümleme saldırgan türlerle ilintili farklı, ancak çakışan 69 genlik bir başka gen öbeğini su yüzüne çıkarttı.
Araştırmacılar kanser türleri arasında belli farklılıklar olduğuna, ancak türü ne olursa olsun, bu temel gen dizisinin her zaman devinime geçtiğine ve bu genlerin kanser hücrelerinin hızla yayılmasında büyük bir payı olabileceğine dikkat çekiyorlar.
Rhodes bu genlerin bir bölümünün aynı anda hedef alınması suretiyle kansere köklü bir çözüm getirilebileceğine inanıyor.