Mircea Lucescu birkaç gün önce bir fıtık ameliyatı geçirmişti. Ameliyatın hafifi olmaz. Arada bir yüzü gerilip buruşuyordu. Ama bu mimiklerin ameliyatla ilişkili olduğunu açıklamaya özen gösteriyordu. Lucescu konuşmayı geren, karşısındakini gerip bunalıma sokan biri değil. Uzlaşmacı ve kendisiyle barışık biri. Her şeyi hazmetmiş, içine sindirmiş. Lucescu'yla konuşurken bende şöyle bir izlenim uyandı: Bundan böyle
Galatasaray-
Beşiktaş maçları tam bir dostluk havası içinde geçecek, ama aradaki rekabet daha bir güçlenecek. Daha şimdiden, birçok Galatasaraylı, Lucescu sayesinde kendisini biraz da Beşiktaşlı gibi hissediyor. En azından ben böyle bir duygu içindeyim.
Mircea Lucescu ile ilk kez 2001 yılı kasım ayı başlarında karşılaşmıştım. Galatasaray'ın Florya Metin Oktay tesislerinde. Dört beş ay öncesinin şanlı şampiyon Galatasaray'ının yerinde yeller esiyordu. Arsenal'i yenip UEFA Kupası'nı, Real Madrid'i yenerek süper kupayı alan takımdan 11-12 oyuncu ayrılmıştı. Spor yazarları, futbol álimleri 2001-2002 futbol yılında Galatasaray'ın Süper Lig'de 4 ya da 5'ci olmasını ve UEFA Kupası'na katılmasını bile başarı olarak görüyorlardı. Ama 12. haftada Galatasaray'ın 29,
Fenerbahçe'nin 28, Beşiktaş'ın 21 puanı vardı. Bu puan farkı birkaç hafta sonra daha da açıldı. Sonuçta, kolu kanadı kırık, öksüz ve yetim Galatasaray takımı, Şampiyon Kulüpler Kupası'nda çeyrek finali kıl payı kaçırdı, kaçırmayabilirdi de... Ve zor gibi görünse de epeyce kolay lig şampiyonu oldu. Kasım ayı başlarında, bir Galatasaray Mucizesi'nden söz ediliyordu. Hürriyet gazetesi de, 'fákir'in kaleminden çıkan yazı dizisini 'Anka Kuşu Mucizesi' manşetiyle veriyordu. Ben, şampiyonlukla sonuçlanan bu mucizenin mimarı olarak, futbolculardan ve Galatasaray yönetiminden önce, takımın teknik direktörlüğünü yapan Mircea Lucescu'yu görüyorum. Hamarat bir ev hanımı gibi, mutfakta kalan artık malzemeyle muhteşem bir ziyafet masası hazırlamıştı. Parmaklarını yemedilerse de konukların karınları doymuştu. Sporda ve gösteri sanatlarında her başarının karşılığı ödüller, kupalardır. Başarı kazananın ünü kadar bankadaki hesabı da katlanır. Şampiyon teknik adam, kupayla, madalyayla ödüllendirilirken rütbesi ve maaş baremi de yükselir. Bir işadamından çok, derin bir entellektüele benzeyen Lucescu, şaşırtıcı bir insan. Yönettiği takımla Süper Kupayı almış, Avrupa'da takımına bir kez çeyrek final oynatmış, bir kez çeyrek finalin kapısından dönmüş; takımı bir kez lig ikincisi, bir kez şampiyon yapmış bir teknik adam değil de taşradan yeni gelmiş ürkek bir spor adamına benziyor. Mircea Lucescu'nun şampiyon Galatasaray'dan ayrılıp Beşiktaş'ın başına geçmesi hiç de sıradan bir olay değil. Kimbilir, belki de Türkiye futbolunun kaderini etkileyecek bir tercih ve bir başlangıç. Bu konuda bakalım Lucescu neler düşünüyor
Geçen yıl Galatasaray'ı çalıştırırken biri size bugünlerde Beşiktaş'ın başında olacağınızı söylese ne derdiniz?
-Bir teknik direktör kendi geleceği için proje yapamaz çalışırken, maçtan maça yaşar. Ciddi bir teknik direktör, takımı, takımın taraftarını, futbolcuları düşünür. Bu nedenle, geçen yıl Galatasaray'dan başka bir takımı düşünmem olanaksızdı. Düşündüysem rakip olarak düşünmüşümdür.
Sizin özel bir kişiliğiniz olduğunu düşünüyorum. Çalıştırdığı takımı lig onunculuğundan lig beşinciliğine çıkartan bir antrenör hemen fiyatını yükseltir. Oysa siz Beşiktaş'la yıllığı 900 bin dolara sözleşme imzaladınız.
-Hayır doğru değil bu. Beşiktaş'la, Galatasaray'la yaptığım ilk sözleşmenin benzerini yaptım. Aynı koşullar, aynı ücret. Yani geçen yıl yaptığımız sözleşme değil. Çünkü geçen yıl bazı málî sıkıntılar vardı. Yöneticilere benimki başta olmak üzere herkesin ücretinden yüzde 10 kısıntı yapılmasını önermiştim. Beşiktaş'la sözleşme imzalarken, Galatasaray'ı şampiyon yapmış bir teknik direktör olarak değil, Türkiye'ye yeni gelmiş bir teknik adam gibi bir ücret talep ettim.
Yani Beşiktaş'a gelirken kıdeminizi, şampiyon sıfatınızı unutup sıfırdan başladınız.
-Evet öyle diyebilirsiniz. Türkiye'ye yeni gelmiş biri gibi. Türkiye'de kazandığım başarıdan yararlanmak, onun rantını yemek istemedim. Beşiktaş'ta her şeye yeniden başlamak istedim. Bana yakışan da bu olsa gerekir.
ŞOVMEN DEĞİLİM
Basında, Beşiktaş'ın size villa ya da konak önerdiği ama sizin basit bir apartman dairesi ile yetindiğiniz yazıldı.
-Doğrudur. Basit bir daire istedim. Dört oda bir salon. Oğlum geliyor, bazan memleketten konuklar geliyor. Gösterişe gerek yok. Ben bir şovmen değil, bir emekçiyim. Spor emekçisiyim.
Dünyanın her yanında spor basını genellikle kışkırtıcılık da yapar. Sizin Beşiktaş'a transferinizin ardından, dünyanın birçok kulübünden çok parlak teklifler almanıza karşın, Galatasaray'dan intikam almak için, 'Vandetta' için Türkiye'de kaldığınız söylendi ve yazıldı.
- Hayır, kesinlikle hayır. İntikam ilkel, eğitimsiz insanların duygusudur. Zeki, aklı başında, kültür sahibi bir insan intikam gibi ilkel duygulara sahip olamaz. Türkiye'de kaldım, çünkü Galatasaray'la yaptıklarımı başka bir takımla da yapabileceğimi kanıtlamak için, Galatarasay'ı taşıdığım başarılara Beşiktaş'ı da ulaştırabileceğime inandığım için. Kanıtlamak dediysem başkalarına kanıtlamak değil, kendime kanıtlamak için. Ayrıca İstanbul'u seviyorum. İstanbul, Romanya'daki evimden 50 dakika uzaklıkta. İstanbul'un tarihi herkes gibi beni de etkiliyor. Eşim ve ailem seviyor. Burada mutluyuz. İnsan mutlu olduğu kentten ayrılır mı? Kalışım, kendimle bahse girmekten başka bir şey değil.
90 MİLYON TASARRUF
Ilımlı taraftarlar Galatasaray'ın size karşı nankörce davrandığını düşünüyorlar. Hatta Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve öteki takım taraftarlarının size karşı bir tür sempati koalisyonu oluşturdukları söyleniyor.
-Bilmiyorum. İlgilenmediğim için böyle bir atmosferin varlığından haberim yok. Ama elde ettiğimiz sonuçlarla Galatasaray taraftarının kalbini kazandığımı biliyorum. Davranışımla, yaşama tarzımla, sükûnetimle, terbiyemle, yaptıklarımla insanların sempatisini kazandım. Her zaman Galatasaray'ın çıkarlarını düşünüp savundum; iki yıl içinde takımda 90 milyon dolar civarında para tasarrufu yapıldı. Takım bir kez 2. bir kez şampiyon oldu. Avrupa'da çok başarılı oldu. Böyle bir manzara karşısında insanların aklına nankörlüğün gelmesi normal sayılabilir ama gelmemeli.
Galatasaray'a geldiğiniz zaman, 12 oyuncunun ayrılmasının yarattığı yıkıma karşın takımda bir mücadele ruhu, savaşkan futbolcular buldunuz. Böyle bir motivasyonu Beşiktaş'ta da bulacağınızı umuyor musunuz?
- Ben geldiğimde saldırgan bir oyun zihniyeti buldum. Futbolcuların bireysel marifetleri yüksekti. Ben bu takıma kollektivite, ortaklık ruhu bağlamında katkıda bulunmaya çalıştım. Oyuncuların zekálarına hitap ettim, saldırganlık zihniyetine organize sabırı eklemek istedim. İkinci yıl, dağılan takımdan kalanlarla, çok iyi örgütlenmiş bir takım yarattım.
Aynı başarıyı Beşiktaş'la yakalayabilecek misiniz?
- Beşiktaş'ın oyuncuları mücadeleciydiler ancak çok gençtiler. Böyle bir takımın başa oynaması için 2-3 yıla ihtiyacı vardır. Onlarda eksik olan galibiyet zihniyetiydi, iradesiydi, galibiyet bilinciydi, galibiyet karakteriydi. Bu nedenle ilkin onları galibiyet ruhuyla tanıştıracağım. Benim yapacağım oyuncuların olgunlaşmasını hızlandırmak. Ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde olgunlaşmalarını, yetişkin olmalarını sağlamak. Beşiktaş'ın söylediklerimin dışında hiçbir eksikliği yok. İş bana kalıyor.
NEYİN ÖCÜNÜ ALACAĞIM?
Size gelince, siz, sabırlı ve metotlu çalışmanın simgesisiniz. Sabırsız olabilecek bir Yönetim Kurulu'yla uyum içinde çalışabilecek misiniz?
- Umarım şampiyonluk için sabırsızlık göstermezler. Dileğim, çalışmalarımı değerlendirmek için gereken sabrı göstermeleri. Başarıya giden yolda kimse kimsenin ayağına halı sermez. Bunu birlikte yapacağız.
Galatasaray'ın internet sitesinde yaklaşık 40 bin kişinin katıldığı büyük anketin sonuçlarına göre, 10 Galatasaraylıdan 6'sı Fatih Terim'i, 4'ü de sizi istiyor. Bu açıdan bakanlar, ligin önümüzdeki yıl bir Lucescu-Fatih Terim düellosuna sahne olacağını ileri sürüyorlar.
- Şuna bir açıklık getirelim, herkes bilsin, öğrensin ve unutmasın ki benim, daha önce de söylediğim gibi, bir 'vendatta' davam söz konusu değil. Kimden neyin ve niçin öcünü alacağım? Bunlar saçma şeyler. İntikam duygusu onur ve haysiyet sahibi insanlara yakışmaz. Yani bana yakışmaz. Beşiktaş'a, bütün taraftarlarına karşı büyük sorumluluklarım var. Galatasaray benim için bir 'geçmiş' artık, gurur duyduğum bir geçmiş.
TERİM'E BÖYLE BİR TAKIM TESLİM ETTİĞİM İÇİN GURUR DUYUYORUM
Galatasaray'ın bana karşı davranışını normal buluyorum. Bir başka yeniliğe, bir başka heyecana gereksinim duymuş olabilirler. Fatih Terim'le anlaşmalarını da çok doğal karşılıyorum. Şampiyonlar Ligi'ne doğrudan katılacak olması da çok mutlu ediyor beni. Daha önce hiçbir Türk takımı böyle bir başlangıç yapmadı. Terim'e böyle bir takım teslim ettiğim için gurur duyuyorum. O da bana iki yıl önce şampiyon bir takım emanet etmişti.
BİR ANTRENÖR OYUNCUSUNA SADECE KARİZMA DEĞİL SÜKUNET DE KAZANDIRMALI
Bizim meslekte maçı kazanırsınız, herkes sevinir, ama siz sevinemezsiniz, gene 'Bu maçı nasıl kazanırım' diye önünüzdeki maçı düşünürsünüz. Bu nedenle her teknik direktör yıl sonunda suyu sıkılmış limona benzer. Bir antrenör oyuncusuna sadece karizma değil sükûnet de kazandırmak zorundadır. Bir futbol adamı her hafta sonu bir dram yaşamaya adaydır. Her haftanın sonunda işine son verilebilir!
İyi bir antrenör, iyi bir iş yöneticisidir aynı zamanda
Bir gazetede yazan, eski Beşiktaşlı futbolculardan biri, sizin disiplin zaaflarınız olduğunu ileri sürdü. Gerçekten de böyle bir önyargı var: Sizin zayıf ve otoritesiz bir çalıştırıcı olduğunuz düşünülüyor.
- Güldürmeyin beni. Ama gülüyorum. Geldiğim zaman, saldırgan oyunu ve büyük oyuncuların deneyimleri sayesinde maç kazanmaya alışmış bir takımı miras olarak aldım. Futbol sahasında böyle bir karaktere sahip olan takımın dışarda süt kuzusuna dönüştüğünü düşünmek olanaksız elbette. Bir futbol takımı elbette bir rahibe manastırı değildir. Geldiğimde, disiplin kavramının ne anlama geldiğinden habersiz biri 'bu adamda disiplin yok' diye yazdı. Ardından herkes papağan gibi tekrarladı bu cümleyi, düşünmeden.
Bana gelince, bir humanist, ádil ve dürüst olmak için büyük çaba gösteren biri olarak görüyorum sizi. Bu kişilik yapınızda, 'eski rejim' sırasında gördüğünüz eğitimin bir payı olabilir mi?
- Ailemle geçirdiğim ilk yedi yılın etkisinden söz edilebilir. Çünkü 'eski rejim'de de dürüst ve dürüst olmayan insanlar vardı, tıpkı şimdiki gibi. Elbette eğitimimin kişiliğimde önemli bir etkisi olmuştur. 20 yıldan fazla okullarda okudum.
Liseden sonra neler okudunuz?
- Ekonomi Bilimleri Akademisi'nde okudum. Bitirenler dış ticaret yöneticisi, diplomat oluyorlardı. Söylediğiniz gibi bir 'nomenklotura' (yeni sınıf) söz konusu değil, öğrencileri en yoksullar arasından seçerlerdi. Üniversitedeyken milli takımın kaptanıydım. Arkadaşlar maçlardan sonra diskoteklere giderken ben ders kitaplarımla boğuşuyordum. Öğrendiklerimi futbolcularımın eğitimi için kullanıyorum elbette. İyi bir antrenör, iyi bir insan olduğu kadar iyi bir iş yöneticisidir. Futbolcuyu anlamadan hiçbir şey yapamazsınız.
Sizi eleştirenler, sizin gençlere fırsat vermediğinizi, Galatasaray'da altyapıyı ihmal ettiğinizi ileri sürüyorlar. Sizi, ufku ve kafası dar, korkak bir teknik adam olarak tanımlıyorlar. Rizikoya girmezmişsiniz.
- (Kahkahayla gülüyor) Böyle bir şeye inanmak için insanın budala olması gerekir. Bir insanı koro halinde yerin dibine batırmak ya da göklere çıkarmak mümkün değildir. Adil olmak için insan tek başına düşünmek zorundadır. Bir insan için neye göre karar vereceksiniz, söylenti ve safsatalara göre mi yoksa gerçeklere göre mi? Gözleri görenler, birçok genç futbolcunun benim verdiğim şanslarla yükseldiğini görecektir. Ama altyapılardan her zaman büyük futbolcular çıkmaz. Bu şans işidir. Ama ne yazık ki Türkiye'de yeteneğine gerçekten inanacağım genç bir oyuncuyla karşılaşmadım. Şanssızlık, kötü bir rastlantı.