Bugüne kadar yamyamlık bir sapkınlık veya hastalık durumu olarak görüldü. Ancak son birkaç yıldır yayımlanmış olan araştırmalara göre, yamyamlık, bizim düşünmeye bile cesaret edemeyeceğimiz kadar yaygın.
Buna benzer bütün olaylarda olduğu gibi, Alman yamyam Armin Meiwes de, Almanya’da küçük Rotenburg kasabasında yaşayan sessiz sakin bir insandı. En azından bütün komşuları onu öyle bilirdi. Ancak gerçek farklıydı. O sessizliğin ardında bir yamyam gizlendiğini bütün dünya öğrenecekti.
Meiwes, 2000 yılında Berlin’de internet üzerinden tanıştığı Jurgen B. adlı adamı kesip kısmen yiyen bir yamyamdı. Olayı daha çarpıcı yapan şey ise, kurban Jurgen B’nin gönüllü bir kurban olmasıydı.
Küresel medyanın da etkisiyle Meiwes olayı yamyamlığın gücünün bir hatırlatıcısı oldu.
Anthony Hopkins’in filmde çizdiği Hannibal Lecter karakterinden, gerçek yaşamdaki Donner Party’nin kanıtlarına (1846 aralığında Sierra Nevada Dağları’na yakın karaya oturan ve arkadaşlarını
yemek zorunda kalan ABD’li mahkumlar) kadar yamyamlık hikayeleri hep zorlayıcıydı.
Kim 1972’de And Dağları’nın uzak bir bölgesine çarpıp düşen uçaktaki Uruguaylı rugby takımı oyuncularının, ölü takım arkadaşlarını yemeğe zorlandıklarını unutabilir?
Ne hasta ne sapkın
Modern günlerin yamyamlığı büyüleyici, çünkü yamyamlık insan davranışının aşırı sapkınlığı olarak görülür: ya hayatta kalmak için seçilen son adım ya da hasta bir adamın işlediği hastalık suçu.
Hem arkeolojik hem de antropolojik çok sayıda kanıtlara karşın, bilim adamları yamyamlığın tarih öncesi toplumlarda sadece düzensiz bir özellik olduğuna inanıyorlar.
Ancak son bir kaç yıldır yayımlanmış olan araştırmalar, yamyamlığın, bizim düşünmeye bile cesaret edebileceğimizden çok daha yaygın olduğunu öne sürüyor.
Genetik ve biyokimyasal kanıtlar da bilim adamlarını insan eti tüketiminin bir zamanlar yaygın ve hatta sosyal olarak kabul edilirliği konusunda ikna etti.
Eğer haklılarsa, çoğumuz insan dostlarımızı yemeyle geçen hastalıklara karşı genetik korumaya sahibiz demektir.
Bu iddialar, bir kaç 10 yıla uzanan çok kutuplu tartışmaları da arttırdı. Son zamanlara kadar, tartışmalar iki kanıt üzerinde odaklandı: Bunlar, araştırmacılar ve antropologlar tarafından belgelendirilen yamyamlık hikayeleri ile arkeolojik sit alanlarında bulunan insan kemikleri üzerindeki kesik izleri idi.
Yamyamlığın yaygınlığına inananlardan birisi de İngiltere, Bradford Üniversitesi’nden arkeolog Timothy Taylor. O, yamyamlığın antropolojik kanıtlarının yüzyıllar öncesindeki eski Yunan hikayelerinden, Christopher Colombus ve Kaptan Cook gibi araştırmacılara, 20. yy’da Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde çalışan antropolog Edward Gifford’a kadar gittiğini belirtiyor.
Gifford, 1951’de, tarih öncesi Fijian kültürü üzerinde yaptığı bir araştırmadan
balık dışında insan etinin en yaygın kullanılan yiyecek olduğu sonucunu çıkardı:
‘Kesik izi taşıyan hayvan kemiklerinden, hayvanların insan beslenmesinin bir parçası olduğu sonucunu çıkarabiliriz; aynı mantık, kesik izi taşıyan insan kemiklerine de uygulanabilir’ görüşünde.
Bu gibi kemikler bütün tarih boyunca dünya üzerinde dönüp dolaştı. Son olarak, Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden paleoantropolog, Tim White, Etopya’da 160 bin yıl öncesine ait üç fosil çıkardı. Onlar modern insanlığın bilinen en eski fosil kafataslarıydı, ama hepsi bu değildi: her kafatası, etlerinin çıkarıldığını gösteren kesik izleri taşıyordu. (Nature, vol 423, p742)
White tarafından yapılan önceki çalışmalarda da Fransa’daki neandertal kalıntılarından yamyamlığın ‘zorlayıcı kanıtı’ olarak tarif ettiği 600 bin yıl öncesine ait kemikler üzerinde benzer kesik izleri bulunmuştu.
Pişirilen insanlar
Benzer kanıt aynı zamanda Arizona’da bulunan Houck K. olarak bilinen bir Anasazi sit alanında da bulundu. 1990’ların ilk yıllarında, 12. yy. ortalarına uzanan bu sit alanı, geniş bir insan kemiği topluluğunu içinde barındırıyordu.
Kemikler kesilip, pişirilmişliğin izlerini taşıyor: Hem kesik izleri var hem de uzun süre kaynamaya maruz bırakılmış gibi yıpranmış bir görüntü sergiliyorlardı.
Dahası, özellikle omurgalar kayıptı ve bazı araştırmacılar bazılarının kemik iliğini çıkarmak için küçük küçük parçalara ayrıldığını öne sürdüler.
‘Eski çağ kayıtlarında nereye bakarsanız bakın bu olayla karşılaşıyorsunuz. Fransa, İngiltere, Meksika ve Kuzey Amerika’da yamyamlıkla ilgili büyük kanıtlar var’ diyor White.
Şüpheciler ise, antropolog ya da araştırmacı olsun, hiç kimsenin bir yamyamlık olayına tanık olmadığına işaret ediyor. Bütün raporlar ikinci el ve bu yüzden güvenilir değilmiş. Papua Yeni Gine’nin yamyamlığa dair ‘cenaze şölenleri’ bile hiç bir zaman doğrulanmamış.
New York’ta Stony Brook Üniversitesi’nde antropoloji profesörü ve ‘İnsan Yeme Efsanesi’ kitabının yazarı Bill Arens, ‘Dünyadaki 10 bin antropolog dışında hiç kimse bir insanın yendiğine ya da kesildiğine tanık olmadı.’ diyor. Dahası kesik izleri yamyamlıktan ziyade, örneğin, düşmanlarla çatışma, infaz ya da cenaze merasimleri nedeniyle meydana gelmiş olabilir.
Yeni kanıtlar
Fakat son yıllarda Taylor gibi kişilerin görüşlerini destekleyen yeni kanıtlar ortaya çıktı. İlk bir kaç kanıt, şimdiki güneybatı Kolarado’da 850 yıl öncesine ait bir takım olaylarla ilgili.
Orada küçük bir köyde en az 7 kişi kesildi, pişirildi ve yendi. Bu sit alanındaki yamyamlık kanıtları çok açık ve eski Kolomb Amerikası’nda insanların öldürülüp yendiğinin ilk somut kanıtlarını oluşturuyor. (Nature, vol 407, p 74)
Cowboy Wash denen bu sit alanı, 3-5 metre çapında ve güneşte kurutulmuş tuğlalardan yapılmış 3 silindir evden oluşuyordu. Bulgular, evlerin 1150 civarında aniden terkedildiğini gösteriyor. İnsanlar yiyecek kaplarından taş parlatmada kullanılan aletlere ve süs eşyalarına kadar hemen herşeyi arkalarında bırakmışlardı.
Denver’daki Kolarado Tıp Fakültesi’nden patolog (hastalıkbilimci) Richard Marlar’ın ekibi, bir evin kalıntılarında 1000’den fazla insan kemiği ve kemik parçası buldu. Bazıları odaya saçılmış, diğerleri de odanın bir köşesinde toplanmıştı.
Daha detaylı araştırmalar kemiklerin üzerinde kesik izi ve iki taş alette de insan kanı izlerini ortaya çıkardı. Yanında ise bir pişirme kabının kalıntıları, fosilleşmiş insan dışkısı vardı.
Marlar ve ekibi yamyamlıktan şüphelendi ve bu yüzden yemek kabı ve dışkı üzerinde biyokimyasal testler yaptı. Onlar, depolama ve oksijeni taşımaya yarayan miyoglobin’inĞ sadece iskelet ve kalp kası üzerinde bulunan kırmızı renkli ve demir taşıyan bir protein- izlerini aradı.
Pişirilmiş ve yenmiş
Yemek pişirme kabının bir parçasını bağışıklık testine tabi tuttular. Analizler, insan miyoglobininin kapta var olduğunu gösterdi. Bunlar, 150’li yıllardan 1175’e kadar giden arkeolojik sit alanlarından alınan 29 örnekte de mevcuttu. Diğer bir deyişle insan eti bu sit alanında kesinlikle pişirilmişti.
Ama yenmiş miydi? Bunu anlamak için dışkılar da aynı analize tabi tutuldu. Mikroskop altında, dışkılardaki nişasta granüllerinin yokluğu, 36 saat öncesine kadar hiçbir bitki yenmediğini ve büyük olasılıkla sadece et tüketildiğini gösteriyordu.
Hiç kimse dışkılarda insan proteininin bulunmasına şaşırmazdı çünkü biz bağırsaklarımızdan sürekli artık hücreleri döküyorduk. Ama miyoglobinin bulunması hiç düşünülmüyordu. Güneybatı Amerika’da yamyamlığın ilk direkt kanıtıydı bu.
Ancak bazı antropologlar, bu bulguların nasıl yorumlanacağı konusunda dikkatli olunması gerektiğini düşünüyor.
Arens’a göre, pesifik yamyamlık olayları olabilir, ama ilk insan topluluklarında yamyamlığın yaygın olduğuna dair kanıt nerede?
College London Üniversitesi’nden John Collinge, kanıtları olduğuna inanıyor.
Geçen sene yayımlanan bir makalede (Science, vol 300, p 640) Collinge’in Simon Mead tarafından yönetilen takımı, kuru denen bir beyin hastalığının etkileri konulu çalışmalarını yayımladı. Bu hastalık, Papua Yeni Gine’nin uzak yerlerinden gelen Fore insanları arasında bulunuyor.
Ataları yemek
Kuru hastalığı, daha çok BSE (Deli Dana) ve CJD benzeri, cenaze şölenleri sırasında geçtiğine inanılan bir prion hastalığı. Fore’ların ölülerini yeme alışkanlıkları raporu, kuru araştırmalarının merkezini oluşturdu.
Avustralya koloni yetkilileri 1950’lerde cenaze şölenlerini yasakladıktan sonra, kuru hastalığının azalmaya başladığına ilişkin kanıtlar var. Kuru, özellikle şölenlerin ana katılımcıları oldukları söylenen kadınları ve çocukları etkiledi.
Collinge ve arkadaşları, hastalığın Fore nüfusu üzerindeki genetik etkisini araştırmaya başladı. Fore insanlarından oluşan geniş bir grubun genotiplerini analiz etti ve elde ettiği bilgileri, dünyadaki farklı etnik gruplardan 1000 adet genotiple karşılaştırdı.
50 yaşın üzerindeki Fore kadınlarının 4’te 3’ünden fazlası heterozigottu. İstatistiki olarak bu, umulandan çok daha fazlaydı. Fore’ların yamyamlık nedeniyle kuru’ya maruz kaldıkları için evrimsel baskı sonucu iki farklı gene de maruz oldukları açıklandı.
Eğer doğruysa, bu, dengeli seleksiyon kuramında görülebilecek nadir durumlardan biri. Buna göre, bir versiyonu diğerlerinden daha iyi olan bütün genler, evrimle birlikte değişir. Nüfusta sadece bir ya da iki değişken kalıcıdır: Bunlardan en iyi örnek hemoglobin genidir (sıtmaya karşı bir derece koruma sağlar). Bir değişkenin iki kopyasına sahip olmak ise, hücre kansızlığı ve Akdeniz anemisine neden olur.
En büyük keşif
New Scientist’te yayımlanan, bilim yazarı Richard Hollingham’ın bu araştırmasına göre, en büyük keşif şu: Collinge, dünya genelindeki etnik grupların DNA örneklerini analiz ettiği zaman, Fore’ların yalnız olmadığını keşfetti.
Heterozigotlar her nüfusta bulunuyor; yani bütün insan toplulukları prion hastalıklarına karşı doğuştan gelen bir dayanıkığa sahip.
Bu dayanıklığı veren şey ne? Muhtemelen seleksiyon baskısı, hasta hayvanları yemekten geldi.
Fakat Collinge, daha olası bir açıklama olarak, atalarımızın yamyam olmasını gösteriyor. Burada belirtilmek istenen şey, sapıklıktan öte, yamyamlığın geleneksel insan topluluklarında yaygın olduklarıydı.
White’a göre, biyokimyasal ve genetik çalışmalar yıllardır söylediği şeyi kanıtlıyor diyorn ve şunu belirtiyor: ‘Artık soru yamyamlık hiç varoldu mu değil, niçin varoldu’dur’.
O, insan eti tüketiminin yaşamsal yamyamlık denen beslenme ihtiyacından ötelere gittiğini öne sürüyor.
Taylor ise, ‘Gömülmüş Ruh’ (Forth Estate, 2002) adlı kitabında, yamyamlık için, pek çok neden sıralıyor.
Örneğin kızgınlık, ruhanilik ve hatta zevkten de olabilir.
Yeni kanıtlara karşın, atalarımızın insan eti tükettiğinin pek çok insan tarafından kabul edilmesinin hala çok zor bir olay.
Taylor’a göre, bunun üstesinden gelinememesinin nedeni, sadece bir tabu. İnsanlar sadece inanmak istemiyor!
Belki de, Alman yamyam Mewise’in, tutuklanmasının ardından polise yaptığı açıklamaya inanmak için yamyamlık yasasını kabul etmek artık çok büyük bir sıçrama olmayacak:
‘Almanya’da 800 civarında yamyam var’.