Birbirlerinden çok farklı iki olayın geçerliliğini kanıtlamak amacıyla saygın bilim insanlarından oluşan iki ekip tarafından yapılan araştırmaların sonuçları açıklandı. Ekiplerden biri salt rastlantıya bağlı olarak beklenenden çok daha belirgin bir sonuca ulaşırken, ikincisi, farkın güçlükle ayırt edilebileceği bir sonuçla karşımıza çıkıyordu.
Sizce bunlardan hangisi daha inandırıcı bir kanıt sayılabilir?
Çoğumuz bu soruyu çok aptalca bulup, ilkinin daha somut bir kanıt olduğunu öne sürecektir. Ancak, soruda bir tuzak olabileceğini sezenler, yanıt vermeden önce bu konuda daha ayrıntılı bir bilgi edinmeye çalışacaklardır.
Güçlü temellere dayanmayan sonuç, sürekli yinelenen kalp krizlerine karşı etkili olabilecek yeni bir ilaçla ilgili araştırmalar yapan tıp öğrencilerinden oluşan uluslararası bir ekipten geldi.
Ekip, ilaçla bir başka kalp krizi olasılığının yalnızca çok ufak bir oranda azaldığını, bu oranın salt şansa bağlı olarak gerçekleşmesi beklenen düşüşe hemen hemen eşit olduğunu ortaya koydu.
Çok daha somut ve görünüşe bakılırsa altıncı duyunun var olduğu görüşünü destekleyen kanıt ise, Edinburgh Üniversitesi Koestler Parapsikoloji Birimi ekibinden geldi.
Yine de, gönlünüz somut verilerden mi yana? Yoksa, salt deneylerden elde edilen sonuçların bilimsel bir bulgunun üstünlüğünü kanıtlamaya neden yeterli olamadığı yönünde farklı gerekçeler mi bulmaya çalışıyorsunuz? Öyle ise, yalnız değilsiniz.
Altıncı duyu var mı?
Yıllardır saygın kurumlardan bilim insanları tarafından sürdürülen araştırmalar altıncı duyunun bir gerçeklik olduğu yönünde çeşitli kanıtlar ortaya koydu.
Bu araştırmalardan elde edilen sonuçlar çok daha belirgin ve istatistiksel açıdan çok daha kayda değer olduklarından, genellikle klinik ilaç deneylerinden elde edilenlerden çok daha etkileyicidirler.
Dahası, altıncı duyuyla ilgili deneyler sürekli yinelenmiş ve elde edilen sonuçlarda hep bir tutarlılık olduğu görülmüştür. Kısacası, bilimsel kanıt toplamanın tüm kuralları gereğince altıncı duyu sorunu çözüme ulaşmıştır.
Gelgelelim, bilim insanlarının büyük bir bölümü yine de bu bulguları inandırıcı bulmamakta ve altıncı duyunun varlığını yadsımaktalar.
Çalışmalarının böylesine ısrarla reddedilmesine karşın, parapsikoloji uzmanları inandırıcı kanıtların bulunması yönündeki çabalarını sürdürüyor.
Bilimsel kanıtların gerçeklik konusunda herkesi eninde sonunda tek bir görüşte birleştirmesi gerekirken, neden böylesi bir görüş ayrılığı söz konusu?
Çarpıcı farklılık
Toplumbilimciler ve tarih uzmanları bilimin varsayılan işleviyle gerçek yaşamda olup bitenler arasında çarpıcı bir farklılık olduğuna sık sık parmak bastılar.
Bilim insanları bu tür kuşkuları kimilerinin başından geçen kişisel ya da akıl erdirilmesi olanaksız öyküler olarak algılayıp sürekli gözardı ederlerken, bilimsel sürecin bizzat kendisinde bir yanlışlık olduğu yönündeki kuşkular sağlam temellere dayanmaktaydı.
Kanıtların, bilimsel bir kuramla ilgili inancımızı nasıl değiştirebileceğini ortaya koyan son derece özenli matematiksel bir çözümleme, bu durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermekteydi. Tüm bunların hiçe sayılması hiç de kolay değildi.
Matematikçi Frank Ramsey ve Bruno de Finetti’nin birbirlerinden bağımsız olarak 1930’larda vardıkları kapsamlı sonuç, tartışmanın hareket noktasını oluşturuyor.
İnancın sayısal değerleri
Iki matematikçi, olasılık kuramından yola çıkılarak varılan kimi görüşlerden yararlanmak suretiyle, soyut bir kavram olan inancın sayısal değerlerle belirtilebileceğini ortaya koydu.
Özellikle de, bir kurama olan inancınızın sıfıra yakın inançsızlıktan, 1’e yakın kesinliğe uzanan nesnel bir ölçekte sayılara dökülebileceğini kanıtladılar. Araştırmacılar, ayrıca, inançlarınızın Baye kuramı adıyla bilinen kuralı izlediği sürece, bilimsel uslamlamanın mantıklı olduğunu da gözler önüne serdi.
Olasılık kuramında çok yaygın kullanılan Baye kuralı, bir olgunun meydana gelme olasılığının, gelişmelerin ışığında nasıl değişebileceğini gösterir. Ramsey ve de Finetti, bir kurama olan inancın yeni kanıtlar ortaya çıktıkça güncelleşmesinde de aynı kuralın geçerli olduğunu ortaya koydular.
Kural basit
Kural, neyse ki, son derece basit: inancınızın ilk baştaki düzeyini alıp bunu, olasılık oranı olarak bilinen, yeni kanıtın gücüyle çarpmanız yeterli. Bu işlem kuramın doğru olması durumunda elde edilecek bu tür kanıtlara kıyasla yanlış olması durumunda elde edilecek kanıtların göreli olasılıklarını verir. Bulguların kuramla uyumlu olması durumunda olasılık oranı yüksek olur ve buna bağlı olarak kurama duyulan inancın da güçlenmesine neden olur.
Ancak Ramsey-de Finetti çözümlemesi sizi hiç beklenmedik bir durumla karşı karşıya bırakır. Inancın ilk baştaki düzeyine nasıl ulaşılacaktır?
Bilimsel araştırmaların birçoğu insanların ilk aşamadaki inançlarını dayandırabilecekleri bir yığın anlayış ve kanıtı içerir. Oysa, doğaüstü gibi yepyeni ve tartışmalı araştırma dallarında böylesi bir durum söz konusu değildir. Bu gibi durumlarda yalnızca duygular, sezgiler ve eğitime dayalı kestirimlere bel bağlanır. Bir başka deyişle, bunlar tümden kişiseldirler.
Geleneğe uymuyor
Insanı huzursuz eden bu sonuç bilimin geleneksel görüşüne tümden ters düşmektedir. Bilim dergilerinde her hafta bir yığın kuramı destekleyici somut kanıtlar ve bunların ciddiye alınmasını gerektiren istatistiksel veriler yayımlanmaktadır. Baye kuramı tüm bu sürecin bilimsel her sonucun kökenindeki öznelliğin yok edilmesi için girişilen ustalıklı bir çabadan başka bir şey olmadığını öne sürer.
Bu görüş bilime inananlar arasında öfkeye yol açmakla birlikte, bilim insanlarının birçoğu günlük çalışmalarında öznelliğin büyük bir payı olduğunu kabul etmektedirler. Kapalı kapılar ardında, salt akla yatkın bulmadıkları için, söz gelimi kanserle beslenme arasındaki yeni bir bağlantı iddiasını görmezden gelirler.
Bu tür önyargılar yalnızca yaşam bilimleriyle de kısıtlı değildir. Kuramsal fizikçiler bile zaman zaman kişisel görüşlere sığınırlar. Yeni ortaya attığı özel görecelik kuramının ilk deneysel sınavda karşıt kuramlara yenik düşmesi üzerine Albert Einstein tüm kanıtları bir yana itip, öteki kuramların olasılığının daha düşük olduğunu öne sürmüştü.
Etki altındayız
Ayırdında olsun ya da olmasınlar, bilim insanlarının düşünceleri Baye kuramının etkisi altındadır ve bunun en çarpıcı göstergesi de altıncı duyu ile ilgili araştırmalar karşısında sergiledikleri tavırdır.
Artık elimizde geleneksel bilim ölçütlerine göre son derece çarpıcı ve kayda değer kanıtlar olmasına karşın, bilim çevreleri altıncı duyunun bir gerçeklik olduğunu kabul etmezler ve sıradışı iddiaların sıradışı kanıtlar gerektirdiğini öne sürerler.
Bu tutum Baye kuramına özgü uslamlamanın kusursuz bir örneğidir. Iyi de, kanıtta ‘sıradışı’ düzeyine ulaşıldığına kim karar verir? ‘Sıradışı’ herkeste farklı çağrışımlar yapabilen, anlamı kişiye göre değişebilen bir kavramdır.
Nihayetinde, altıncı duyu ile ilgili tartışmaların özünde yatan şey kanıtların gücü, ya da kanıttan yoksunluk değildir. Yine de, kuşkucuların tepkisi hep aynı olmuş, olumlu bulguların kökeni ne olursa olsun, bu asla altıncı duyuya mal edilmemiştir. Kesinlikle başka bir şey söz konusu olmalıdır; ya deneyde bir yanlışlık yapılmıştır, ya da verilerin değerlendirilmesinde bir yanılgıya düşülmüştür. Hatta, sahtekarlık bile söz konusu olabilir.
Her ikisi de doğru
Böylesi bir tepki parapsikoloji uzmanlarının haklı olarak gücenmelerine yol açmaktadır. Bu kişiler bilimin başka bir alanında hoş karşılanmayan bulguların da benzer bir yaklaşımla geri çevrilebileceğinden yakınıyor, altıncı duyu ile ilgili olumlu bulgulara eleştiri getirenlerin bunlara kolaylıkla kulp takabileceklerini öne sürüyorlar. Öte yandan, kuşkucular nihai bir sonuca ulaşmadan önce getirilen farklı açıklamaları elemeden geçirmenin doğru olduğunda ısrar ediyorlar.
Baye kuramı her iki görüşün de doğru olduğunu ortaya koyuyor. Ancak, farklı açıklamalarla ilgili çekişmelerin asla nesnel bir biçimde sonlandırılamayacağı gibi tatsız bir gerçeği de gözler önüne seriyor. Bunun nedeni bilimsel bir kuramın sınanmasına yönelik her girişimin, deneyin tasarımıyla ilgili kestirimler, veri çözümlemesi ve hatta araştırmacıların kafa yapıları gibi bir yığın ‘yardımcı varsayımı’ da içermesinden kaynaklanıyor.
Örneğin, klinik deneyler sonucunda inanılması güç sonuçlarla karşı karşıya kalan tıp uzmanları bu sonuçların başka bir açıklaması olup olmayacağını anlamak için öteki araştırmacılarla sürekli olarak yakın bir ilişki içindedirler.
Endüstrinin maddi destek sağladığı akademik araştırmaların olumlu bulgular üretmeye daha eğilimli oldukları düşünülürse, böyle yapmakta haklılar da. Tıp uzmanları bulguların çarpıtılmış olduğundan kuşku duyarlarsa, istatistiksel olarak ne denli çarpıcı olurlarsa olsunlar, yine de sonuçlara olan inançları sarsılacaktır.
Iki taraf asla bulaşamaz
Altıncı duyu ile ilgili araştırmalar söz konusu olduğunda, bilim insanlarının kafa yapısının can alıcı bir önem taşıdığı görülüyor. Kimi araştırmalar inançlı olanların kuşkuculara kıyasla daha çok olumlu sonuçlar elde ettiklerini gösteriyor.
Kuşkucular için bu durum altıncı duyu ile ilgili tüm kanıtlara bir açıklama getirdiğini ısrarla öne sürdükleri yardımcı varsayımların bir kanıtıdır. Gerçekten inananlar üstünkörü ya da aldatıcı uygulamalarında olayı kanıtlamak için kafa patlatırlar. Oysa, ötekiler bunu yalnızca araştırmanın birçok farklı dalında gözlenen kafa karıştırıcı bir başka durum olarak değerlendirirler.
Yine de, araştırmacılar ancak tüm başka seçenekler ortadan kalktıktan sonra sonuçlarının doğru olduğunu öne sürebilirler. Ramsey-de Finetti çözümlemesi, bir kez daha, kanıtların sınanmakta olan kuramla uyumlu olduğunu söylemenin ne zaman güvenli olacağını belirleyen matematiksel kuralı sağlar. Gelgelelim bu kural, ne yazık ki, birbirleriyle yarışan yorumların olasılığıyla ilgili kestirimleri, yani yine kişisel bir şeyi gerektirir.
Kanıtlar gerek
Parapsikoloji uzmanlarının en ciddi kuşkuları böylelikle tümden doğrulanmış olur. Altıncı duyu ile ilgili olarak kuşkucuları her açıdan inandıracak kanıtlar bulmak olanaksızdır.
Ancak bunu parapsikolojinin boş ve yararsız olduğunun nihai kanıtı olarak görenler şunu da asla unutmamalıdırlar: tüm bilimsel araştırmalar için de aynı şey geçerlidir. Yardımcı varsayımlar her zaman vardır ve kanıtların bunları, ya da sınanmakta olan kuramı destekleyip desteklemediğine karar vermek salt yargıya dayalı bir işlemdir.
Bilimsel kuramların asla kanıtlanamayacağı, yalnızca yanlışlığının ortaya konabileceğini savunan ünlü ‘çürütülebilirlik’ kavramı da bu nedenle insanın gönlüne su serpen bir söylem.
Gerçek yaşamda bilim insanları akılalmaz sonuçlara bir açıklama getirmek için binbir yolu düşleyebilirler. Parapsikoloji söz konusu olduğunda tek fark bilim insanlarının sonuçlara bir açıklama getirmek amacıyla yetersizlikten komploya dek uzanan herhangi bir şeye sığınmak gibi rahatsızlıklarının olmamasıdır.
Bu nedenle, parapsikoloji uzmanlarının yapabilecekleri tek şey, bilim insanlarını altıncı duyunun var olduğuna zamanla inandırma umuduyla daha çok kanıt toplamayı sürdürmek olsa gerek.
Matematiksel denklem
Baye kuramı bir kurama duyulan inancın kanıtlar güçlendikçe arttığını savunur. Matematiksel açıdan bu, kuramın doğru olması durumunda bu tür kanıtlar elde etme olasılığının yanlış olması durumunda elde edilenlere oranı olan, olasılık oranı ile ifade edilir. Öyle olunca, söz gelimi, kuram doğru olduğunda kanıtların ortaya çıkma olasılığı yanlış olduğunda ortaya çıkma olasılığından 10 kat yüksek ise, olasılık oranı 10’a eşittir ve kurama duyulan inanç da on katına çıkar.
Tüm bunlar tepeden tırnağa mantıklı. Gelgelelim, ham veriler olasılık oranına nasıl dönüştürülür? Sorunun yanıtı, bu konuda kesin ve değişmez bir kuralın olmadığıdır. Burada yine yargı, görüş ve eğitime dayalı kestirimler devreye girer. Öznellik bir kez daha kendini belli eder ve bu kez toplanan kanıtların gerçeği ortaya koyacağı yönündeki bilimin en temel ilkesini yerle bir eder.
Parapsikoloji bir kez daha bizlere ders olur. Saygın araştırmacılar art arda yapılan son derece kapsamlı deneyler sonucunda altıncı duyunun varlığını ortaya koyan kanıtlar elde ettiler. Bunların birçoğu, üstünkörü yöntembilim ya da hile karıştığı gibi gerekçelere sığınmak yerine, kanıtların altıncı duyunun varlığına işaret ettiği sonucuna varacaktır. Böyle olunca, olasılık oranı yüksek olduğundan altıncı duyunun var olduğu inancını da güçlendirmelidir. Ya da, en azından parapsikoloji uzmanları öyle olduğuna inanırlar.
Durum güç
Öte yandan, kuşkucular kanıtlarla ilgili herhangi bir sonucun altıncı duyunun varlığından çok daha olası olduğunu öne sürdüklerinden olasılık oranı düşük olur. Böyle olunca da yeni bulunan herhangi bir kanıt gerçekte altıncı duyuya olan inançlarını azaltır.
Sonucun bilimsel süreçte herkesçe kabul edilen görüşten farklı olması güçtür. Her iki taraf da tam olarak aynı ham verilerden yola çıkıp haklı biçimlerde tümden farklı sonuçlara ulaşır. Zira, verilerin nedeni konusunda taraflar kökten farklı örneklerden yola çıkarlar. Bir taraf sonuçların daha büyük bir olasılıkla altıncı duyudan kaynaklandığında ısrar ederken, öteki taraf bu görüşe yalnızca karşı çıkmakla yetinir.
Durum daha da sarpa sarar. Kanıtlar biriktikçe taraflar olasılık oranı konusundaki farklı görüşlerinden ötürü yalnızca görüş birliğine varmakta zorlanmakla kalmayıp, giderek birbirlerinden daha da uzaklaşırlar. Işin kötüsü, iki taraf verilerin nedeni konusunda bir uzlaşmaya varmadığı sürece, böylesi bir görüş birliği umudundan söz edilemez.
Ne yapmalı?
Onca yıl boyunca toplanan veriler altıncı duyunun varlığını kanıtlar mı? Bu sorunun nesnel bir yanıtı olmayacağı bu noktada artık açıkça anlaşılmış olmalıdır. Bunun parapsikoloji uzmanlarının suçu olmadığı da anlaşılmış olsa gerek. Böylesi bir durum, gerçeklik konusunda nesnel bir görüşe varma beklentimizi salt bilimin karşılayamayacağı gerçeğini yansıtmaktadır.
New Scientist’te yayımlanan makaleye göre, Parapsikoloji bilimsel sürecin sınırlarını bilimin tüm öteki disiplinlerinden çok daha fazla zorlamakta ve nerede gediklerin oluştuğunu gözler önüne sermektedir. Özellikle de, öteki bilimlerin tersine, herhangi bir sorunun yalnızca veriler aracılığıyla çözüme ulaştırılamayacağını ortaya koymaktadır.
Altıncı duyunun varlığı konusunda yapılması gereken tek şey, iki tarafın da altıncı duyuyla ilgili deneylerden elde edilen sonuçlar için belli bir modelde anlaşmaktır. Bu da, sonuçları herkesçe kabul edilebilecek deneylerin hep birlikte, iyi niyetle sürdürülmesi anlamına gelir. Çünkü, bilimsel çıkarsamanın matematiği çok basit bir kurala dayanır: tüm kanıtların geçerliliğinin ardında yatan tek şey güvendir.