Oluşturulma Tarihi: Ocak 13, 2002 00:00
YAPI Kredi'nin gençlik bankacılığı reklamında hedef 12-17 yaş gençliğini, belki de bu yaş gençliğinin anne-babalarını, Yapı Kredi'ye çekmek. Reklam, basın reklamlarında da görüldüğü gibi, Yapı Kredi'nin gençlere özel ürünlerini tanıtacağı diğer televizyon reklamlarına da altlık yapıyor.Türkiye nüfusunun, hálá genç bir nüfus olduğunu ve % 30'unu 0-14 yaş grubunun oluşturduğunu düşündüğünüzde Yapı Kerdi'nin niye gençlik bankacılığına sahip çıkmaya çalıştığını da anlıyorsunuz.Bu reklamı her izleyişimde içimden bir iki hula-hup çevirmek geldiğini de söyleyeyim. Yapı Kredi çalışanlarının bankonun üstüne çıkıp hula-hup çevirdikleri son plan var ya, işte orada hula-hup çevirme isteğim doruğa çıkıyor. Yapı Kredi'nin burada gençlerin dilinden anladığını ima ettiğini sanırım siz de anlamışınızdır.Reklam gençlik duygusunu şiddetle yaratıyor. Üstelik kriz kriz insanın içini de ısıtıyor. Yapı Kredi'nin ‘‘gençlik hep vardı, şimdi de gençlik bankacılığı’’ özünü çok anlamlandıramadım ama, bu reklamda iş yapan ayrıntılar değil bütün. İş yapan sözler değil 1978'in ünlü müzikali ‘‘Grease’’in müziği ve onunla eşlenmiş hareketli görüntüler. ( * * * * )Amerika kriz stresini hula-hup'la atmış...ARAŞTIRMACI gazeteci kişiliğim baskın çıkınca bir de sizin için hula-hup'un tarihini öğreneyim dedim. Karşıma ilginç bir rastlantı çıktı. Hula-hup (hula-hype) ABD'de 1958 yılında moda olmuş. O yıl ABD ikinci dünya savaşından sonraki en kötü ekonomik krizini yaşıyormuş. Krizin yarattığı stresten kurtulmak isteyen Amerikalılar Frizbi'nin de mucidi Arthur Spud ve Richard Knerr tarafından Avustralya'dan getirilen çember şeklinde, ağaçtan yapılmış egzersiz aracına dört elle sarılmışlar. California'dan tüm ABD'ye yayılan hula-hup o yıl 1.98 dolardan 70 milyon adet satılmış. Amerikalılar Georgia Gibbs, Teresa Brewer ve Bette Johnson'un hula-hup'u konu alan şarkıları ile kendilerinden geçmişler. Daha sonra plastikten yapılmaya başlayan ve düzinelerce taklidi çıkan Hulo-hup, Türkiye dahil tüm dünyaya yayılmış. Bize de çare olur mu dersiniz? Yine bir denesek mi?Dünya devleri ile nasıl mücadele edilir?BU hafta Hindistan'dan bir öykümüz var. Hindistan 1980'nin ortalarında motosiklet sektörünü dünya pazarlarına açtı. O zamanlar Hindistan'ın en büyük scooter ve motosiklet üreticisi Bajaj Oto idi. Dünya devi Honda Hindistan pazarından pay alabilmek için hemen oracıkta bitiverdi. Honda'nın Bajaj Oto'yu kısa sürede midesine indireceğinden süphesi yoktu. Çünkü onun dünyaca tanınan bir markası, üstün teknolojisi ve kalitesi vardı.Honda nasıl böyle düşünmesin! Motosikletleri batılı pazarlarda müthiş bir başarılar kazanmış, Hindistan'a yakın ülkeler Tayland ve Malezya'da da yerli üreticileri perişan etmişti.Bajaj'ın yöneticileri durumu gözden geçirdiklerinde Honda'nın ilk bakışta avantaj olarak görülen üstünlüklerinin aslında çok da önemli üstünlükler olmadığını saptadılar. Motosiklet sektörü teknolojik açıdan olgunluğa ulaşmış, diğer sektörlerle karşılaştırıldığında göreli olarak dinamik olmayan bir sektördü. Honda ürün geliştirmeye yatırım yaparak avantaj kazanıyordu. Bajaj Oto'nun ise o taraklarda çok fazla bezi yoktu. Hindistan motosiklet ve scooter pazarı Honda'nın varolan pazarlarından oldukça farklı bir yapı gösteriyordu. Hintli motosiklet kullanıcıları düşük maliyetli, kalıcı ürünler ve kolayca ulaşabilecekleri tamirciler istiyorlardı. Bajaj Oto da özellikle ülke yüzeyine yayılmış dağıtım ağıyla Hintlilere istediğini veriyordu. Honda belli başlı şehirlerde, üstün modelleriyle pazara girdi.Bajaj Ailesi, ‘‘bağımsızlıktan’’ yana bir aile olarak Honda ile işbirliğine yanaşmadı. Rekabet avantajı yaratabileceği iki alana, dağıtım kanalı ve ürün geliştirmeye daha fazla para yatırmaya karar verdi. Ve bu strateji Honda'nın sonunun hazırladı. Yerel üreticileri yanına alarak pazara giren Honda 1998 yılına gelindiğinde sadece pazarın % 11'ini ele geçirebilmişti. Bajaj Oto ise çok küçük bir pazar kaybı ile % 77'ye demir atmıştı. Honda'nın Hindistan macerası hüsranla bitti, pazardan çekilmek zorunda kaldı.Bu olaydan çıkartılacak ders şu: Dünya devleri karşısında yenilgi kader değil. Yeterki yerli üreticinin eli armut toplamasın, öncelikle sektöründeki global baskıları iyi değerlendirsin. Eğer bu global baskılar çok güçlü ise vakit geçirmeden rekabet edebileceği alanları saptayarak, bugünden o alanlara yatırım yapmaya başlasın. Aksi takdirde şimdiden dizini dövmeye başlayabilir!Sinan Çetin aradı ve dedi ki...‘‘SİNAN Çetin'in Köylüleri’’ başlıklı yazıma aldığım mesajlar gösteriyor ki, okurlarım 21. yüzyılda Türk köylüsünün in mi yoksa cin mi olduğu konusunda ikiye bölünmüş durumdalar! Yarısı, Sinan Çetin'in haklı olduğunu, zaten hepsinin şabalak olduğunu düşünüyor. Diğer yarısı da Çetin'in onları çektiği reklamlarda az bile şabalak gösterdiğini, gerçekte şabalak kare olduklarını söylüyor. (Gördüğünüz gibi reklamların etkisi müthiş!)Sinan Çetin de aradı. ‘‘Ne o Hamamcılar derneğinden sonra şimdi sen toplum muhafızlığına mı soyundun Hoca? Ben Türk insanının kalbine hitap eden reklamlar yapıyorum, kimseyi aşağılamak gibi de bir niyetim yok’’ dedi. Ben de ‘‘Köylüler hálá % 35 gibi bir nüfus büyüklüğü oluştursalar da, medyada temsil açısından azınlık sayılırlar. Bu nedenle onların reklam gibi etkili ve kapsayıcı mesaj taşıyıcı da sürekli bu şekilde resmedilmesi, toplumu farkında olmadan basmakalıp bir profile doğru götürür. Bu reklamın istenmeyen etkisidir. Her reklam sektörü çalışanı reklamın istenmeyen etkilerini, toplumsal sorumluluk gereği düşünmek zorundadır, buna dikkat çekmek istedim’’ dedim. İyi değil mi? Medeni bir konuşma olmuş değil mi? Severim Sinan'ı. Bir de reklam ajansı kurup şu işleri oradan yapsa daha çok seveceğim!ÇekirgelikMilletin gözü deveyi çömleğe sokar. (Anonim)
button