Güncelleme Tarihi:
Edgar Fernandes, Türkiye'ye geldiği günün ertesinde öldürüldü. Ne için mi? Kredi kartı ve İngiliz pasaportu için. Bu kadar basit. Pasaportu, Kapıkule'den çıktı Bulgaristan'a girdi, dört saat sonra da Yunanistan'a. Kredi kartına gelince, önce Türkiye'de kullanıldı, sonra da Malta'da. Ailesi günlerce yetkililerin ‘‘ölü’’ yerine ‘‘kayıptır’’ iddiasıyla karşılaştı. Ama aile yılmadı, İstanbul'da kalıp hikayenin aslını öğrenmeye çalıştı. Daha doğrusu kendileri araştırdı: Kendi telefonları, kendi bağlantıları, kendi faksları ve kendi imkanlarıyla sonunda gerçeğe ulaştı. Kimseyi suçlamıyorlar, sadece ‘‘Ülkenizin sistemi bu, yapacak bir şey yok, doğruya ulaşmak tahmin edilenden çok zaman alıyor Türkiye'de’’diyorlar.
Açıkçası kibarlık ediyorlar!
Son on yılda sadece Türkiye'de 174 İngiliz kayıplara karışmasının sebebi, ceplerinde taşıdıkları pasaport. İngiliz pasaportu üzerinde en kolay tahrifat yapılabilecek
pasaport. Dolayısıyla kapış kapış gidiyor ve beş bin ila on bin dolar arasında alıcı buluyorlar. İngiliz hükümeti de önümüzdeki sene ülke pasaportunu toptan değiştirmek üzere yeni bir yasa çıkarıyor...
Edgar'ın annesi Antoinette olmak istemezdim. Hiç! Çünkü ne zaman ‘‘hindi’’ görsem aklıma oğlumun öldürüldüğü ülke gelirdi. Katolik olmama rağmen, belki Noel'leri bile iple çekmezdim, varsın İngilizcesi ‘‘turkey’’ olan hindiyi başkaları yesindi, ben istemezdim.
Edgar'ın sevgilisi Evelyn olmak da istemezdim. Hiç! Sevgilimi nasıl yalnız başına o ülkeye tatile yolladığıma, iş yoğunluğuma, ‘‘Ne olacak ki Paskalya tatili, sadece bir hafta!’’ diyen halime, onun kaderine ve dolayısıyla kendi kaderime kahreder dururdum.
Edgar'ın abisi Mathias da olmak istemezdim. Hiç! Çünkü bilirdim ki, Türkiye gibi ‘‘düzen’’ ve ‘‘sistem’’ denilen şeyin esamesinin okunmadığı bir üçüncü dünya ülkesinde, her an her talihsizlik insanın başına gelebilirdi. Eğer bizzat ailesi olarak siz kardeşinizin başına ne geldiğini araştırmazsanız, bizzat kendiniz koşuşturmazsanız (sistem denilen bir şey yok ya!) o sonsuza kadar ‘‘kayıp’’ kalabilirdi.
Edgar'ın ablası Fatma, kuzeni Tony ya da arkadaşlarından biri de olmak istemezdim. Hiç. Çünkü Türkiye'ye tatile gitmeye niyetlenen herkese Edgar'ın inanılmaz hikayesini anlatırdım. Onları gerçekten vazgeçirmeye çalışırdım. Derdim ki: ‘‘Hele hele İngiliz pasaportu ve kredi kartlarıyla o ülkede dolanmak ha! Çok tehlikeli, çok tehlikeli!’’ Ve tabii hemen eklerdim, ‘‘Son on yılda, 174 İngiliz Türkiye'de kayıplara karıştı haberiniz var mı? Onlardan bir daha asla haber alınamadı!’’.
Ve tabii ben Edgar Fernandes de olmak istemezdim. Boku bokuna, tatilimi geçirmek üzere geldiğim bir ülkede ölmeyi hiç ama hiç dilemezdim. Ve sizler bu yazıyı okurken, benim Londra'da toprağa verilmeme diğer tüm İngilizler gibi ben de isyan ederdim!
KORUNMASIZDI
Edgar Fernandes 37 yaşındaydı.
Tenine bakıp Hint asıllı demek kolay ama...
Kenya'da dünyaya gelmiş, eskiden bir Portekiz sömürgesi (ve aslen geldiği yer) olan Hindistan Goa'da liseyi bitirmiş ve ardından İngiltere'ye üniversite eğitimi almaya gitmişti. O nedenle bir adet Portekiz ismine de sahipti. Dahası Hintlilerin aksine katolikti. Londra'da hayatını kurdu ve çalışmaya başladı. Zaten neredeyse tüm aile İngiliz vatandaşıydı, hiç de fena olmayan bir hayatları vardı.
Herkes gibi Edgar da eşsizdi...
Ama birçoklarının tersine, çok ‘‘açık’’tı da.
Ailesinin deyimiyle ‘‘korunmasız’’.
Onlar diyor ki, ‘‘Zaten bütün bunlar da, bu yüzden geldi başına!’’
UĞUR PANSİYON
7 Nisan'a kadar herşey normaldi.
Londra'da Hackney Kütüphanesinde çalışan (içki kullanmaz, sigara içmez, seks turizmiyle ilgilenmez, heteroseksüel) Edgar, Paskalya tatilini İngiltere dışında geçirmeye karar vermişti. Sadece bir haftası vardı, sevgilisinin de işi, onunla birlikte gelemeyecekti, Edgar tek başına tatile gidecekti. Türkiye diye tutturduğu yoktu, İspanya ya da Yunanistan da olabilirdi. Neden olmasındı? Ama lanet olsun, 230 pounda gidiş-dönüş bir Londra-İstanbul bileti bulmuştu ve ruhu baştan çıkmıştı! Bileti aldı. Günlüğüne ‘‘7 Nisan-gidiş-tatil!’’ yazdı. Ama bir hafta sonrasının tarihine de şunu eklemeyi atlamadı: ‘‘15 Nisan-İşbaşı!’’.
Sonradan ortaya çıkacaktı ama...
Heatrow Havalimanı'ndan kalkacak 17:30 İstanbul uçağına gitmeden, saat tam 12:15'de Türkiye'yi aradı. Çalıştığı kütüphanede eline geçirdiği bir rehberden kendisine Sultanahmet'te kalabileceği yerleri işaretlemişti. Tabii rehber üç sene öncesinin rehberi olduğu ve bu ülkede her an herşey değiştiği için, ilk aradığı numara artık bir otel değil, deri ceket satan bir dükkan oluvermişti! İkinci numarayı denedi. Uğurlu gelmişti. Yer bulmuştu. Rezervasyon yaptırdığı yerin adı ‘‘Uğur Pansiyon’’du.
Ne kadar ‘‘uğursuz’’ geleceğini belki anlamaya bile fırsat bulamayacaktı. Çünkü pansiyona yerleştiği günün ertesinde bir daha ondan haber alınamayacaktı...
PANİK BAŞLIYOR
Siz ne yaparsınız bu durumda?
Çocuğunuz, kardeşiniz ya da ne bileyim anneniz tatile gideceğini söylüyor ama geri dönmesi gereken tarihte gelmiyor...
Siz ne yapacak idiyseniz, Edgar'ın ailesi de onu yapıyor: Önce küçük endişeler, kaygılar duyuyor. Ama günler geçtikçe o endişeler, kaygılar, yerini paniğe bırakıyor.
Telefon faturasından aradığı son numaralara bakılıyor, Türkiye'de nereyi aradığı öğreniliyor, pansiyonla iletişime geçiliyor.
Ve bu işin öyle telefondan halledilemeyeceğini anlayınca atlayıp maaile Türkiye'ye geliniyor!
AİLE İŞ BAŞINDA
Bugün Edgar Fernandes'in başına neler geldiği öğrenilmişse ailesi sayesindedir. Eğer ailesi, bizzat bu işin peşine düşmeseydi, kaybolduğu ülkenin yetkililerinden medet umsaydı, o ‘‘kayıp bir İngiliz’’ olarak ‘‘unutmama alışkanlığını’’ günden güne kaybeden hafızalarımıza yerleşecekti...
Sonra yok olup gidecekti!
Gerçi şimdi de yok olacak.
Ama en azından ‘‘kaybolmuş’’ olarak değil, ‘‘öldürülmüş’’ olarak.
Ve Edgar Fernandes'in bir cinayete kurban gittiğini ortaya çıkaran Türk polisi değil, resmen ailesidir.
Bu da bu ülkede yaşayan herkes için utanç vericidir.