Güncelleme Tarihi:
Gazete tirajları tüm çabalara karşın toplam 3.5 milyonu zar zor aşabiliyor... Bu rakamın içine farklı fiyatlarda satılan büyük promosyonlu gazeteler de dahil... Zaten gazetelerde promosyonlar kalktığı zaman bu rakam da hemen aşağı düşüyor...
Bu da toplum olarak gazete okumaktan çok, gazetenin ‘‘cabası’’na, yani üste verdiği öteberiye meraklı olduğumuz gerçeğini ortaya koyuyor...
Aslında milleti gazete okumaya alıştırmak için tersini yaparak, öteberi satıyormuş gibi yapıp, gazeteleri de sanki promosyonmuş gibi yanında vermek lazım... Bakın o zaman promosyon oldukları için gazeteler nasıl rağbet görüyorlar!..
Çok kişice belki kınanıyor ama, uyuşturucu vs. vermedikçe, okur da kandırılmadıkça ben kişisel olarak promosyona karşı değilim...
Bugün yüzbinlerce okuyucu, gazeteler sayesinde ansiklopedi sahibi olmuştur. Dahası, bu nedenle evlerde bu ansiklopedileri koymak için ucundan kenarından küçük kitaplıklar oluşturulmuştur...
O hafife aldığımız tabak çanak, masa örtüsü vs. promosyonlarının, yirmibirinci yüzyıla yaklaştığımız şu günlerde aynı kaptan yemek yiyen ailelerimizin bir bölümüne belki de yararı olmuştur, kimbilir?..
Ayrıca size bir sır vereyim... Gazeteler yalnızca okurlarına değil, çalışanlarına da promosyon veriyorlar... Örneğin bana her otuz günün sonunda kupon falan biriktirmeden maaş veriyorlar... Bunu maaş olarak düşündüğümde kafam bozuluyor ama, sanki gazetenin bana verdiği bir promosyonmuş gibi düşündüğümde bayağı hoş bir duyguya kapılıyor, gazeteme minnettar bile oluyorum...
* * *
Bu promosyon işi aslında yeni bir şey değil...
Örneğin yirmi küsur yıl çalıştığım bir zamanların ünlü Günaydın gazetesindeki bir promosyonu anımsıyorum... Ben promosyon diye ona derim işte...
O günler Günaydın Gazetesi olarak her gün 50 aileye, köfte, şiş, pirzola ve biftekten oluşan ‘‘karışık ızgara’’ verdik... Bunu sakın bu kampanyayı küçümsediğim biçiminde almayın... Tersine bence bugüne dek yapılmış en gerçekçi promosyon kampanyasıdır... Biliyorsunuz gazete okurunun kalbine giden yol, biraz da midesinden geçer!.. Ve şimdi gelelim bu müthiş kampanyanın nasıl akla geldiğine...
O zamanki Günaydın'ın patronu Haldun Simavi, okurun nabzına göre gazete vermesini bilen gerçekten müthiş bir gazeteciydi...
Pay Kuponu vs. adı altında, basında ilk promosyonları da o yapmıştı.
Ünlü lokantacı ve yemek uzmanı Beyti ise Haldun Bey'in yakın dostuydu...
Beyti her nedense o aralar Günaydın'a fazlaca gelip gitmeye başladı... Ve sevgili Beyti'nin ortalıkta fazla dolanıp durmasından, Haldun Bey'in kafasında yeni bir promosyon şimşeği çaktı...
Gazete arası köfteye o günler işte öyle başladık...
Bir sabah gazeteye erken gelmiştim... Yazıişlerinde dolanıyordum... Telefon çaldı. Açtım, arayan bir okurdu...
‘‘Gazetenizden şikayetçiyim...’’ dedi. ‘‘Acaba gazetede yanlış bir haber falan mı çıktı?’’ diye düşünürken de, ‘‘Dün gelen köfteler iyi pişmemişti...’’ deyip kapattı telefonu...
* * *
Ben basında epeyce eskiyimdir... Zaten bizden önceki kuşak da İbrahim Müteferrika kuşağıdır...
İşte ben hem ‘‘bir kısım basın’’ olarak bugünkü durumumuza ışık tutmak, hem de eski yıllardaki basının durumu hakkında sizleri aydınlatabilmek için, ülkemizde matbaayı ilk kuran, ilk gazeteleri, dergileri yayımlayan İbrahim Müteferrika ile sizler için bir söyleşi yaptım...
Tabii bugüne dek hiç tanışmadığım Sayın Müteferrika ile bir araya gelebilmek için, geçmişimizden sorumlu sevgili Murat Bardakçı'nın yardımını istedim...
Sevgili Murat beni kırmadı... Bizi İbrahim Bey'le bir araya getirdi...
Şimdi sizlere, İbrahim Müteferrika ile yaptığımız söyleşiyi, virgülüne dokunmadan sunuyorum...
Yalnız bir hatırlatma olarak sizlere küçük de olsa Sayın Müteferrika hakkında bazı bilgiler vermek istiyorum...
Aslen Macar olan Müteferrika, 1674 yılında doğmuş... Macar kralının Osmanlılar'a isyanı üzerine çıkan savaşta İstanbul'a kaçıp Müslümün olmuş ve İbrahim Müteferrika adını almış... Bab-ı Ali'de ilk matbaayı açan Müteferrika, 16 üniteli tam otomatik kurutmalı bir Goss makina getirtmiş... Fakat makineyi çalıştıramamış... Ve sonunda bizim Hürriyet'in baskı şefi Raif ustanın büyük dedesi kendisine yardımcı olmuş... İlk matbaa ülkemizde faaliyete geçmiş...
* * *
İyi günler Sayın Müteferrika... Siz çok ünlü ve tecrübeli bir matbaacı ve yayımcısınız... Bize biraz eski günlerden söz eder misiniz?.. Sizin zamanınızda gazeteler nasıldı?.. Örneğin kağıt bugünlerde olduğu gibi, o zamanlar da böyle pahalı mıydı?..
- Biz gazeteleri kağıda değül, üçüncü hamur keçi derisine kasar idük... Şimdiki adı selüloz ve kağıttan gelen SEKA'ya o devirler SEKE denir idü...Yani selüloz ve keçi... Ve SEKE her Allah'ın günü zam üstüne zam eyler, derimizi soyar idü...
Peki Sayın Müteferrika, o günlerde gazetelerin satışları nasıldı?
- Be hey cahil çocuk!.. Bu da sual olunur mu?.. Tabii ki günde onbeş milyon satar idü... Benim çıkardığım cerideler padişahımız efendimizin idü... Her kim ki ceride almayıp 'kelle kuponu' biriktirmez, kellesi gider, her ay otuz kupon biriktirip getiren kelleyi kurtarır idü...
Sanırım o zamanki tüm gazeteler, yani cerideler Bab-ı Ali'de çıkar idü... pardon... idi.
- Önceleri Bab-ı Ali'de çıkar idü... Sonra nasıl olduysa birden Mısır çöllerine taşındık... Zaten o Ehram dedikleri yapılar aslında bizden kalmadır... Asıl adları da 'Ehram ül Towers', 'Ehram Plaza', 'Ehram Center'dır...
Dilerseniz biraz da gazetelerin o günlerdeki ilan durumundan söz edelim... İlan gelirlerinin gazeteler için ne denli önemli olduğu malum... Sizin zamanınızda da ilan var mıydı?.. Ne tür ilanlar vardı?..
- O günlerde tüm cihanda herkes birbirine savaş ilan ettiğinden, bizim ceridelerde tam sayfa, yarım sayfa bol bol savaş ilanları olur idü... Ayrıca küçük savaşlar için de 'Küçük ilan' sayfalarımız mevcut idü...
Peki sizin ceridelerde de güzel hatun resimleri neşrolunur muydu?..
- Önceleri neşrolunur idü... Fakat Devletlumuz ceridenin arka sayfasında gördüğü ol hatunları haremine kapatır olunca, elde hatun kalmadı...
Ve size son sorum Sayın Müteferrika... Biliyorsunuz biz bugün okurlarımıza adına promosyon dediğimiz, Arcopal sofra takımı, televizyon vs. veriyoruz... Sizin zamanınızda da gazeteler okurlarına böyle şeyler veriyorlar mıydı?..
- Ah evlat ah!.. Vermez olur muyuz?.. Şu sizin verdiğiniz Arcopal takımı, 'sahan takımı' olarak o devirler önce biz verdik... Derken iş büyüdü... İşler iyi gitmeyince okurlara önce Eflak ve Boğdan'ı verdik... Arkadan Suriye, Mısır, Sırbistan derken ipin ucu kaçtı... Osmanlı İmparatorluğu da böyle battı zaten... Neyse sen beni daha fazla lafa tutma da ben gidip şu televizyon kuponlarını yatırayım...
Size bu söyleşi için çok çok teşekkür ediyorum Sayın İbrahim Müteferrika...