Huysuz İhtiyar... Eflatun ve Musti (Eflatun’un fendi ve Sülün Osman)

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar... Eflatun ve Musti (Eflatun’un fendi ve Sülün Osman)
Oluşturulma Tarihi: Eylül 19, 1997 00:00

Haberin Devamı

Eflatun Nuri, 10 yıl sonra telefon edip ‘‘Sana geleceğim’’ dedi. Ben de ‘‘Cumartesi beklerim, tek izin günüm o dedim.’’ O da ‘‘Peki’’ deyip perşembe günü geldi tabii...

Artık gözleri pek iyi seçemediği için kibrit kutusunda örümcek ve kolunda tahta kurusu beslemekten vazgeçmiş, şimdi on onbeş tavuğu varmış. Muhabbetimizin sabaha karşı olan kısmında Sülün Osman'la olan macerasını anlattı.

Sülün Osman Galata Köprüsü'nü ve İstanbul tramvaylarını satan adamdı. Beyazıt'taki saat kulesini de şöyle satmıştı:

‘‘Hemşerim sen bu saate baktın değil mi?’’

‘‘Hee, baktım beyim. Hatta bakıp saatimi bile ayarladım.’’

‘‘O zaman 1 lira vereceksin.’’ (Dolar 230 kuruştu)

‘‘Aboo!.. Saate bakmak ne pahalıymış burada?’’

‘‘Ne sandın ya!.. Atalarımız İstanbul'un taşı, toprağı ve saati altındandır diye boşuna mı laf etmişler? Sen nerelisin hemşerim?..’’

‘‘Adana'nın köyünden...’’

‘‘Tamam be!.. Ben de bu herife niye kanım ısındı diyordum. Benim babam da Adana'lıydı. Ama bu saati alınca İstanbul'a yerleştik.’’

‘‘Galanallaa!.. Bu saat satılık mıydı?..’’

‘‘Satılık, ama herkese değil. Babamın Erkan-ı Harbiye'de emmioğlu vardı. Onun için bize sattılar. Ama babam öldü, ben de yeni evlendim. Gece, gündüz burada dikilip para toplamaktan bıktım.’’

‘‘Sat gitsin öyleyse...’’

‘‘Öyle herkese satılır mı? Erkan-ı Harbiye adamdan hesap sorar. Bir hısım mısım olmalı ki satayım. Ama İstanbul'da hısım ne gezer?..’’

Uzatmayalım hemen hısım çıkılır. Günde en az 200 kişinin bakıp 200 papel bayılacağı saat, sıkı bir pazarlıktan sonra 500 liraya satılır. Çünkü kurnaz Adanalı, bütün İstanbullular gibi enayi olan herifi kazıklamıştır.

* * *

İşte o Sülün Osman hapisten çıkınca tesadüfen bizim Eflatun Nuri'nin bulunduğu iş hanına gelir...

Bak şu Allah'ın işinedir. Eflatun, Sülün Osman'ı gökte ararken yerde bulmuştur.

Çünkü Eflatun Nuri, o sırada Sülün Osman adlı bir dergi çıkarıp zengin olmak üzeredir. Osman'ın bütün dolandırıcılık maceraları yazılı ve çizili olarak hazırdır ve hatta klişeleri bile yaptırılmıştır, yalnızca matbaaya verilecek paranın 150 lirası ve Osman'ın basılacak büyük boy karikatürü eksiktir. Hemen Sülün Osman'ın portresi, bir ilah gibi yakışıklı olarak çizilir. Sülün, portreyi görünce mayışıp bitmiştir.

Nezih Demirkent, Yeni Sabah Gazetesi'ne gelen motoru yağ salan kamyonlar gibi öfkeyle dolaşan Sülün Osman'a derdini sormuştu. Sülün bir gün;

‘‘O topal herif benim yirmi yıllık namımı beş paralık etti. İnsan içine çıkamaz oldum. Tam 150 papelimi dolandırdı. Allah rızası için bana yerini söyleyin!..’’ diye ünülemekteydi.

* * *

Türkiye'nin Parsadan'dan önceki en büyük dolandırıcısını sırf hınzırlık olsun diye 150 lira tokatlayan Eflatun Nuri, o parayla arkadaşlarına en kral akşam yemeğini ısmarladığını anlattı. Öykünün doğru olduğunu biliyorum. Ama ısmarladığı yemek konusunda bazı şüphelerim var.

ACILARIN ÇOCUĞU MUSTİ

Mustafa bir gün Bekir'in itlerinden yakalayabildiklerini tekmeledi. Yakalayamadıklarına taş attı. Küçük itler, daha tekmeyi bilmediklerinden oyun sanıp Mustafa'nın bacağını dişlediler. Oğlan büsbütün kudurdu. Cebinden eski püskü bir çakı çıkardı... Uzun uzun uğraştı, açamadı.

Söğüt ağacından bir dal koparmaya kalktı beceremedi, sırt üstü yuvarlandı. Sonra ağacın, çakının, itlerin, otomobillerin, kısaca gözüne kim ve ne iliştiyse sülalerine uzun uzun döşendi. Sonra da Ressam Hasan Bey'in duvarına oturup kendi kendine bir on dakika daha küfür etmeyi sürdürdü. Tabii, Bakkal Ali ve adı Vesimci olan ben de bu arada payımızı aldık.

‘‘Yahu Ali ne oluyor bu herife?’’

‘‘Sorma abi, durumlar çok acıklı. Bir haftadır hasret başına vurdu.’’

‘‘Ne hasreti?’’

‘‘Sevgilisinin hasreti!..’’

‘‘Bu yıl, okula başlayacağı için babası bir hafta önce kızı alıp İstanbul'a götürdü, bu da iyice dellendi... Geçen gün teselli olsun diye Çokoprens verdim, kafama attı. Rakı istedi ben de kovaladım.’’

* * *

Yak bir sigara be Mustafa. Kadın milleti böyledir işte! Büyüyünce alışırsın’’ deyip bir sigara uzattım.

‘‘Sen küçücük çocuklavı sigavaya alıştıvmaya utanmıyov musun?’’ dedi ve sigarayı alıp gömlek cebine soktu.

‘‘Çok yüksek midiv?’’

‘‘Neresi yüksek midir?’’

‘‘Köpvü!.. Hani televizyonda hev gece üstünden bivi atlıyov...’’

‘‘Haa, Boğaz Köprüsüü... Tabii çok yüksektir.’’

‘‘Yani bu evin iki tanesi kadav mı yüksektiv?’’

‘‘Ohoo!.. Bu evin yüz katından yüksektir.’’

‘‘Yani düşünce adamın çok canı yanav mı?’’

‘‘Parçası bile kalmaz. Niye sordun?’’

‘‘Hiiiç!’’ dedi Mustafa dalgın dalgın.

* * *

Dün gece yarısı Erol Usta geldi. İçki bile içmemişti. Yani durum vahimdi.

‘‘Mustafa bu gece eve gelmedi... Bütün köyde aramadığımız yer kalmadı... Sen gördün mü?’’

‘‘Yoo, dünden beri görmedim.’’

Erol Usta gidince şeytan dürttü. Aklıma itlerin merdiven altındaki yuvaları geldi, gidip baktım, gerçekten koyun koyuna oturuyorlardı.

‘‘Burada ne arıyorsun lan? Annen baban çılgına dönmüşler!’’

‘‘Dönsünlev, şavap çanaklavına sıçtığımın heviflevi! Ben artık eve dönmüücem.’’

‘‘Hayrola Mustafa, yine ne oldu?’’

‘‘Bana Mustafa deme.’’

‘‘Ben biv şavkıcı olduğum için Musti de...’’

‘‘Sana biv tane çakı, dövt tane lego, azıcık ısıvılmış çokopivens vevsem beni köpvüye götüvüv müsün?’’

‘‘Hayrola yine kız hikayesi mi?’’

‘‘İttiv et kızı be!..’’

‘‘Annemle babam beni öldüvtmek istiyovlav!..’’

‘‘Saçmalama oğlum...’’

‘‘Vallaa konuşuvlavken duydum. Beni bu yıl okula göndeveceklevmiş.’’

‘‘Eee, ne varmış bunda?’’

‘‘Ne vav oluv mu be!.. Övetmenlen çocuklav hev gün beni döveceklev.’’

‘‘Ne ödlek herif oldun lan Mustafa!..’’

‘‘Musti dedik!’’

‘‘Pekala Musti, seni niye dövsünler yahu?’’

‘‘Çünkü onlava küfüv edicem.’’

‘‘Oğlum, sen manyak mısın?.. İnsanlara durup dururken niye küfür edeceksin?..’’

‘‘Duvup duvuvken oluv mu be?.. Nasıl olsa biv gün beni döveceklevi için küfüv edicem!..’’

‘‘Yahu insanı çıldırtma!.. Nasıl olsa bir gün seni niye dövsünler?’’

‘‘Çünkü, onlara küfüv ediicem için nasıl olsa beni döveceklev.’’

‘‘Beni iyice sapıtmadan çık lan o it yuvasından. Haydi doğru evine bakayım.’’

‘‘Hastiv lan, vesimci zepevenk!’’

Dayanamayıp ensesine bir şaplak çektim.

‘‘Gövdün mü hıyav hevif’’ deyip gitti.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!